İlber Ortaylı, 14 Ağustos’ta Milliyet Pazar’da çıkan Hatay’daki Büyük Görgüsüzlük yazısında çok doğru bir noktaya temas ederek, şehrin yaklaşık 2300 yıllık ismi olan Antakya’nın unutturulmaya çalışıldığından dem vuruyor. Ancak tabi ki bazı şeyleri es geçerek…
İlk önce Ortaylı’nın maddi hatasıyla başlamak gerekir ki, kendisi Antakya isminin 5000 yıllık bir geçmişi olduğunu söylüyor. Fakat Antakya ismi, M.Ö. 313 yılında Büyük İskender’in önemli komutanlarından Selevkos Nikator tarafından babasını onurlandırmak için şehre verilmiş. Sevan Nişanyan’a göre, Türkçedeki kullanımı da bu isme uygun değil, Antakya ismi Türkçeye Arapçadan geçmiş ve bu isim, bölge Türkiye’ye geçmeden kısa bir süre önce değiştirilmiş. Ortaylı’nın yaptığı vurgu ise, 1936 yılında bölgenin isminin değişmesi döneminde, “Hatay” isminin tarihsel kökenini açıklarken kullanılan “Hitit Türklerinin yurdu” tezinin hesabına uygun düşüyor. Türk Tarih Tezi’nin resmi tez olarak kabul edildiği döneme rastlayan bu isim değişikliğine tarihsel kılıf bulma çalışmaları, Antakya’nın 3600 yıllık Türk yurdu olduğunu öne sürüyordu. Zaten Mustafa Kemal de, 1926’da Adana’da yaptığı konuşmada bölgeden “40 asırlık Türk yurdu” olarak bahsetmiştir. Bölge için bu isim, o dönemde kullanılan “Hattena” adından esinlendiği söylenerek, bizzat Mustafa Kemal tarafından konulmuştur. Yani Ortaylı’nın belirttiği gibi, şehir “Hatay” ismini edilgen bir şekilde “almamış”, bu isim şehre “verilmiş”tir.
Bunun hikâyesi ise Antakya’nın Türkiye’ye geçiş serüveniyle çok ilgili. Osmanlı döneminde ve sonrasında İskenderun Sancağı olarak bilinen bu bölge, 9 Eylül 1936 yılında Fransa ile Suriye arasında imzalanan ve Suriye’ye bağımsızlık veren anlaşmada yer almaması sebebiyle statüsüz kaldı. Bunun üzerine dönemin Türkiye medyasında bölgeyle ilgili yoğun çalışmalar başladı ve sorun “milli mesele” statüsüne yükseldi. Mustafa Kemal, 1 Kasım 1936’da Meclis’te yaptığı konuşmada, “hakiki sahibi öz Türk” olan “Antakya, İskenderun ve ahalisinin mukadderatı”nın Türkiye’nin meselesi olduğunu vurguladı. Türkleştirme çalışmalarının bundan sonra başlaması şaşırtıcı bir gelişme değilse de, Mustafa Kemal’in bu konuşmada “Hatay” ismine vurgu yapmaması ismin daha verilmediği anlamına gelir. Yani daha sonra Hatay Devleti’nin cumhurbaşkanı olacak Tayfur Sökmen’in Çankaya Köşkü’ne çağrılarak, “Antakya-İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay’dır” talimatının verilmesi, aynı yıl içinde bundan sonraki bir zamana tekabül eder. Yine aynı yıl içinde, bölgedeki Türk cemiyetinin ismi de “Hatay Erginlik Cemiyeti” olarak değiştirilir. Bu değişiklik uluslararası kamuoyuna pek yansımaz. Özellikle Fransızca metinlerde ve daha sonra bağımsız devlet kurulana kadarki resmi belgelerde, bölge “İskenderun Sancağı” olarak anılmaya devam eder.
27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Sancak’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda Türkiye, Antakya’yı Türkleştirme çalışmalarına hız vermiş ve Sancak statüsünde izin verildiği gibi, Antakyalı olan veya Antakya’da doğmuş olanları Antakya’ya gitmeleri için teşvik etmiştir. Bunun için resmi görevliler iki yıl ücretli izinli sayılmıştır. Sancak’ın temel yasasında Türklükten ayrı bir statü sayılan Nusayriler de, resmi yazışmalarda, “Türk kültüründen fakat anadilini kaybetmiş” kategorisine alınarak, Türklük bilincinin kazandırılması için gayriresmi yollardan maddeten de desteklenmişlerdir.
Aynı zamanda, 1928’de Halep’te misyonu “Türkçülüğü yaymak” olan ve Türkçe yayınlanan Vahdet gazetesinin sahibi Nuri Genç, Mustafa Kemal’in direktifiyle 1938’de İskenderun’a gelir ve Hatay gazetesini çıkarmaya başlar. Fransızlar hakkında yazdığı bir yazıdan dolayı kapatılan bu gazete, yayın hayatına bir süre Kemalist Hatay ismiyle devam etmiş, daha sonra Hatay ismini yeniden kazanmıştır. Türk kesiminin Hatay ismine yaptığı bu vurgu, bağımsız devlette yapılan seçimler sonucu çoğunluğun ele geçirilmesiyle resmiyete bürünmüş ve devletin ismi haline gelmiştir.
Kısacası, Antakya’nın isminin silinmeye çalışılması, Ortaylı’nın vurguladığı gibi bir “görgüsüzlük” değil, tam da “sözde” diyerek aşağıladığı gibi “milliyetçi bir idari tedbir” ve Türkleştirmenin bir parçasıdır. Zaten Türkiye’ye geçiş yapmadan önce nüfusun yaklaşık %20’sini oluşturan gayrimüslimlerin şu anda bir avuç kalmalarını Türkleştirme etmeni olmadan açıklayamayız. Ortaylı bunu reddetse de, kendisi Antakya’ya “bir kavmin” sahip olmasının iftihar kaynağı olacağını söylemekte beis görmüyor. Fakat bu unutturma çalışmasının, tam da bu medeniyete “bir kavmin” sahip olması için yapıldığından habersiz gibi görünüyor. Zira kendisi, Antakya’nın Türkiye’ye geçiş sürecini bütün boyutlarıyla bilmediğini itiraf ediyor. Ama bütün boyutlarıyla hâkim olmadığı bu meselede, Ermeni halkının Antakya’daki varlığına hiç değinmeden geçecek kadar da, resmi söylemlerden haberdar.
Emre Can Dağlıoğlu
Bu yazı, 20 Ağustos 2011'de Taraf gazetesinde yayınlandı.
Bu yazı, 20 Ağustos 2011'de Taraf gazetesinde yayınlandı.