25 Eylül Pazar günü, Ankara’da heyecansız bir derbi yaşandı.
Heyecansız diyorum, çünkü Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün ligdeki pozisyonları
icabı, yönetimlerindeki zafiyetleri ve bu iki Ankara takımının tarihsel
rekabetsizliği, maçı sıradan bir lig maçı hüviyetine dönüştürmüş durumda.
Türkiye Süper Ligi’nin bu sezonki halini biliyorsunuz. 3 Temmuz’dan evvel “ezelden
beri” temiz olan ülke futbolunun üzerine şike bulutları çöktü, hem de ne çökme…
Futbolun temiz yüzleri, şimdi hapishanede. Ankaragücü ve Gençlerbirliği ise şike
soruşturmasının biraz uzağında kalan takımlar arasında. Elbette her iki takımdan
futbolcular emniyete gidip şike dolayısıyla ifade verdiler. Özellikle
Fenerbahçeli Emre Belözoğlu’nun Ankaragücü’nden Kaan Söylemezgiller’e attığı
mesaj uzun süre tartışıldı.
Fakat her ne kadar şikeden iddialarından uzak kalsalar da,
yönetimlerindeki zafiyetler nedeniyle lige en sorunlu başlayan takımlar
arasında yer alıyorlar. Ankara’yı yaklaşık on senedir yöneten Melih Gökçek,
dünyadaki futbol ülkeleri arasında başkentlerinden şampiyon çıkaramamış tek
ülke olan Türkiye’de, bir ilke imza atmak için yola çıkmıştı. Önce Ankaraspor’u
denedi, büyük isimler, büyük hocalar geldi ama olmadı. Sonra Ankara’nın
yüzyıllık geçmişine sahip köklü kulübü ve taraftar sayısı fazla olan
Ankaragücü’nü denedi. Sevgili oğlu Ahmet Gökçek bu iş için biçilmiş kaftandı.
Ankaragücü hızla büyük atılımlar yaptı. Fransa ile Avrupa şampiyonluğu yaşamış
Lemerre geldi takımın başına, sonra Slovak Milli Takımı’nın çok önemli
futbolcuları takıma transfer edildi. Yetmedi, küme düşürülen Ankaraspor’un
bütün oyuncuları hemen hemen Ankaragücü’ne geçti. Sonuç, büyük bir hüsran… Bu
hazinli hikayenin sonu yönetim değişikliği ile sona erdi. Uzun yıllardır
Ankara’yı “harika” belediyecilik anlayışı ile yöneten Melih Gökçek futbolu
yönetmeyi becerememişti. Ankaragücü’nü büyük karmaşa bekliyordu. Bu sezon
başında, Ankaragücü’ndeki yönetim karmaşası yüzünden takımdan öncelikle teknik
direktör Mesut Bakkal ayrıldı, daha sonra yıldız futbolcular takımı bir bir
terk etmeye başladılar. Sapara ve Vittek, Trabzonspor’a; Sestak Bursaspor’a
transfer oldular. Takdir ederseniz ki, bu futbolcular Ankaragücü’nün takım
omurgasında başı çekiyorlar. Mesut Bakkal’ın yerine son dakika hoca
değişiklerin en önde gelen ismi Ziya Doğan getirildi. Ayrılan yıldız
futbolcuların yerine ise kimse gelmedi. Sadece Mesut Bakkal döneminde
disiplinsiz davranışları nedeniyle kadro dışı bırakılan Serdar Özkan ve Teo
Weeks affedildi. Ziya Doğan bu tip kaotik durumlarından zaman zaman olumlu
sonuçlar alabilmiştir ama ağırlıklı olarak Ziya Doğan’ın yönettiği bu kaos
içinde ki takımlar sene sonu küme düşmüşlerdi.
Gençlerbirliği ise her zamanki klasiğini devam ettirmiş,
takımın en iyi iki oyuncusu Mustafa Pektemek ve Orhan Şam’ı büyük takımlara
kaptırmıştı. Geçmişte de aynı durum meydana gelirdi; fakat İlhan Cavcav
büyüklere kaptırdıkları oyuncuların yerini kolaylıkla doldurabilirdi. Son
yıllarda ise Gençlerbirliği’nde de bir istikrarsız boy göstermeye başladı.
İlhan Cavcav, takımdan ayrılan bu iki yıldızın yerini doldurabilecek kimseyi
almadı. Geçen sene takımın başındaki Ralf Zumdick ile yollar ayrıldı. Yerine
Giray Bulak ile anlaşıldı; fakat bu anlaşma da Haziran ayında bozuldu. Yerine
Belçika tecrübesi bulunan Fuat Çapa ile anlaşıldı. Eline yaş ortalaması 20
civarı olan bir kadro verildi. Bu kadroyu, ligde tutması istendi. Aslında İlhan
Cavcav futbol aleminde futbolcu simsarı olarak bilinir. Zamanında 100 milyara
aldığı Geremi’yi 2 milyon dolara civarı Real Madrid’e yollayabilme başarını
göstermiş bir başkandan bahsediyoruz. Sıradan ve taraftarı olmayan bir Ankara
takımı olan Gençlerbirliği’ni büyüklere çelme takan her sene büyük bonservis
bedelleriyle birkaç oyuncusunu büyük takımlara satma becerisine getiren bir
başkandan bahsediyoruz. İlhan Cavcav, o iş bitirci ticari zekasını son yıllarda
biraz yitirmiş gözüküyor. Gelen giden oyuncu sayıları fazlalaşmış ve hoca
istikrasızlığı hızla artmaktaydı. Geçmiş yıllarda üst sıraları zorlayabilen
Gençlerbirliği son yıllarda düşmemeye oynamaya başlamıştı. Bu sezona da zaten
bu beklentiyle girdi, Gençlerbirliği takımı. İlhan Cavcav sezon öncesi
takımıyla ilgileneceği yerde şike davasında adı geçen takımların avukatlığını
yapar hale gelmişti. Bu avukatlık ona büyük zarar verdi. Özellikle de takımına
zarar vermiş gözüküyor.
Maçın oynanacağı 19 Mayıs Stadı’na doğru, sevgili dostum
Emre Can ile yola koyulduk. Bizdeki derbi heyecanını çevremizde bulamıyorduk.
İstanbul derbilerinde maçın başlamasından saatler öncesinde, stadın çevresinde
beklenmeye başlanılır. Ankara derbisinde ise maç başladıktan sonra bile
girseniz yer bulabilirsiniz. Çehresini tarihi eser titizliğinde koruyan ve git
gide pas tutmaya başlayan 19 Mayıs Stadı’na girdik. Girişte artık dönmekte
zorlanan turnike karşıladı bizi. Bilet sırası olmadığı için son derece rahat
bir biçimde stada girdik. Üstlerimizi arayan özel güvenlik ellerimizdeki pet
şişelere el koydu, ceplerimizdeki bozuklukları ise şimdi siz çekirdekte
çıtlarsınız diyerek dokunmadılar. Boş tribünlerden sahayı en güzel gören yere
çöreklendik.
Ev sahibi olan Gençlerbirliği’nin tribün grubu Alkaralar
yerlerini almaya başlamışlardı. Gençler yönetiminin acımasızca aldığı kararla
numaralı tribün bilet fiyatının 50 lira olması sebebiyle numaralı tribünün
bütün çıplaklığı ile karşımızda duruyordu. Isınmalarını tamamlayan iki takımda
sahaya çıkmaya başladılar. Alkaralar önce kendi takımlarını alkışlamaya çağırdılar.
Sonra sahalarımızda ender değil, hiç görmeye alışkın olmadığımız bir biçimde
Ankaragücü’nü de tribüne çağırdılar ve onlar lehine tezahüratta bile
bulundular. Romantik futbolseverlerin bayılacağı türden bir atmosfere
dönüşmüştü. Gençlerbirliği’nin taraftar yayılmacılığının ligdeki diğer takımların
bu kadar geri kalmasındaki sebep biraz da bu olsa gerek. Tanıl Bora’nın da
işaret ettiği gibi ana düsturu efendilik olan bir kulübün bu çağda kolay kolay
kendine taraftar bulması mümkün olmasa gerek. Ankaragücü taraftarları da
yerlerini aldılar. Özellikle 90’lı yıllar tezahüratı olan “Seviyoruz işte var
mı diyeceğin?”i kulakları sağır edercesine söylediler.
Taraftarların romantizmi ve maça karşı heyecanları
futbolculara yansımamış bir vaziyette maç başladı. Ben ve sevgili dostum Emre
Can, bir bardaklık çekirdek aldık. Biliyorsunuz ki, çekirdek çıtlamadan maç
izlenmez. Maç, o kadar heyecansız başladı ki, topun kaleyi bulması için bir
hayli beklemek zorunda kaldık. Biz ise üstümüz başımız çekirdek pislikleri ile
dolana kadar çılgınca çekirdek çitliyorduk. Derken Gençlerbirliği’nin golü
geldi. Gençler’in son altyapı mamulü Soner Aydoğdu’nun biraz da Ankaragücü’nün
barajının yardımıyla frikikten attığı gol ile Gençler hesabı açtı: 1-0. Sahadaki
mücadele zaten yavaştı, gol ile birlikte bu yavaşlık daha da artmaya başladı.
Bir tek, Ankaragücü’nün tek iyi oyuncusu Tisdell’in tek başına 10 kişiyi
çalımlamaya çalışarak atmaya çalıştığı gol çabaları, bize maç izliyoruz havası
veriyordu ki, Gençler tribünü bir anda karıştı. Maçtan önce methiyeler
düzdüğümüz Gençler tribünde kavga bizi çok şaşırtmıştı. Bu kavga maçtan sıkılan
bünyeler için ilaç niyetine geldi. Yeşil sahadan çok tribünleri izler olduk.
Heyecanın hası oradaydı. Kavganın nedeni daha sonra ortaya çıktı. Alkollü bünye
ile maç seyretmeye gelen isimiz alkolikler birkaç taraftara sataşmış ve ortalık
bir anda karışmıştı. Maçta tempo ise git gide düşüyordu. Ziya Doğan’ın gol yese
bile savunma güvenliğini bırakmayan takımı karşısında Fuat Çapa’nın tempo yapıp
kontraya çıkamayan takımın maçı tatsız tuzsuz bir halde devreyi bitirmişti.
Biz ise stat ritüellerinin hepsini yapmaya yemin etmiştik
bir kere. Statların her türlü malzemeden çalınmış bir şekilde pişirilen
köftelerinden aldık bu sefer. Köftelerin lezzeti onun pisliği ile doğru
orantılı olduğu kesindi. Maçın ikinci yarısına Gençler aynı kadro, Ankaragücü
ise Serdar Özkan takviyesiyle çıkmıştı. Bir dönemin Türk futbolunun geleceği
olarak gösterilen Serdar Özkan… Ankaragücü’nün bu dar kadrosuna dahi
giremiyordu. Ankaragücü ikinci yarıya daha etkili başladı. Biz ise köfteden
sonra yine çekirdek yemeye başladık. Bir
bardak bizi kesmemişti, çekirdekçi abiden çekirdek çuvalını satın almıştı. Bu
sırada, Ankaragücü etkili gelmeye başlamıştı. Gençler ise inatla kontraya
çıkamıyordu. Maçın tam böyle biteceğine kesin gözle bakılırken, Serdar Özkan
anlamsız bir şekilde rakibine acımasızca tekme atarak takımını 10 kişi bıraktı.
Maçı izleyen herkes Gençler hanesine üç puanı koymuştu bile. Futbol Tanrısı’nın
ise çalışma stili bambaşkaydı. Oyunda her an bütün dengeler değişebilirdi, onun
yardımıyla ya da canı isterse. Serbest atış kazanan Ankaragücü, Gençler
kalecisi Özkan’ın da marifetiyle Rajnoch’un şutuyla skoru dengeledi: 1-1. Gecekondu
tribünleri golden sonra “Seviyoruz işte var mı diyeceğin?” tezahüratını daha şiddetli
söylemeye başladı. Maç da tam bu ara bitti. Ankara derbisi sessiz sedasız bir
şekilde berabere bitmişti. Maç öncesi oyunun bu şekilde temposuz ve heyecansız
şekilde olacağını az çok tahmin edilebiliyordu. Futbol Tanrısı’nın dokunuşunu
bekleyen hayalperestler ise umutlarını bir başka derbiye bıraktılar.
Can Öktemer