Futbol ile münasebetim 1989 yılındaki Monaco-Galatasaray maçı ile oldu. Galatasaray bu maç ile Türkiye futbolunda bir ilki başarmış, o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler kupasında yarı finale çıkmıştı. Maç sonu bütün Türkiye sokaklara dökülmüştü. O curcunanın çekiciliğine kapılmış ve o maçtan sonra futbolu fark etmiştim.
90’lı yıllarda her şeyle birlikte spor medyası da değişime uğramaya başlamıştı. Spor yazarlarının ve televizyondaki futbol yorumcularının etkileri bariz bir biçimde artıyordu. Hayatının merkezine futbolu koyanların beslendiği alanların başında spor gazeteleri geliyordu. Gazeteler okunmaya en arka sayfadan başlanırdı.
90’ların sonuna doğru, hayatımıza yayın havuzu denilen bir kavram girmişti artık. Artık sevdiğimiz takımın maçlarını para verip izleyecektik. Parası olmayan ve İstanbul dışında oturan üç büyük severler radyoya mahkûm olacaklardı. Teknoloji çağında radyodan maç dinlemek herkeste aynı derin hayal kırıklığını oluşturmuştu.
Özel kanallar ve şifreli yayınlar yüzünden maçı ancak radyodan takip eden futbol aşığı fukaralar için yaptıkları futbol programlarında maçın kısa özetleri sunuluyordu. Futbol programları olmalarına rağmen, futbol dışında ne kadar konu varsa saatlerce onu konuşuyorlardı.
Sadece görsel medya değil, yazılı medyanın futbol yazarları da futbolu aynı şekilde yorumluyorlar, klişelere ve dar kalıplara sokuyorlardı. Tam bu dönemde, çölde vaha etkisi yapan bir dergi hayatımıza girdi ve futbolu okumayı keşfettirdi. Futbol kitaplarının çekinerek basıldığı yıllarda, Radikal’in her salı çıkardığı “Radikal Futbol” dergisi o kadar iyi gelmişti ki. Ana akım medyadaki milliyetçi, klişeci ve sığ futbol yazılarından sonra “Radikal Futbol”, spor medyamızda bir devrim yapmıştı. Başta Tanıl Bora olmak üzere Ahmet Çiğdem, Mehmet Demirkol, Yiğiter Uluğ, Semih Gümüş ve Erkan Goloğlu gibi yazarlar futbol yazıyorlardı. Türkiye’de futbolun edebi bir şekilde yorumlanmasını başlatan onlar değildi -İslam Çupi’yi önünde eğilerek analım- ama spor medyasını saran yüzeysel futbol yazıları karşısında da özel bir yerde duruyorlardı. Tanıl Bora’nın nefis betimlemeleriyle haftalık lig panoraması, Ahmet Çiğdem’in farklı ‘Avrupa’dan Futbol’ yorumları, Mehmet Demirkol’un özgün teknik analizleriyle “Radikal Futbol” o dönemde futbola başka bir pencereden bakan küçük azınlığı çok mutlu etmişti. Futbolun sadece saha içi dizilişleri veya hakem hatalarından ibaret olmadığını hatırlatmıştı bizlere. Futbolun içine edebiyatın da girebileceğini, futbolcuların, teknik direktörlerin, taraftarların dünyaya bakışlarının sahaya da yansıyabileceğini hatırlatmıştı.
“Radikal Futbol” yayın hayatına son verdikten sonra, internetin de iyice yaygınlık kazanmasıyla bugün bloglar bir nebze de olsa, futbolseverlere alternatif nefes alanları oluşturuyor. Özellikle Bülent Timurlenk (acetobalsamico), artemiofranchi, devrimderki ve Ali Ece, sıkıcı spor medyasından kaçıp temiz hava almak isteyenler için iyi birer alternatif olarak başucumuzda duruyor.
Ama yeterli değil elbette. Futbola farklı açılardan bakmaya çalışan kitlenin elinde, şu an için sadece İletişim ve İthaki Yayınları’nın isyankâr bir tavırla bastığı futbol dizisi kitapları, Radikal gazetesinin çarşamba günleri, spor sayfası içerisinde hazırlanan “Radikal Futbol”un iki sayfaya indirilmiş hali ve birkaç eli yüzü düzgün blog sitesi kalıyor. En nihayetinde bu spor medyasını sarmış bu sığlığın içinde hala nefes almamızın sebebi bu yayınlar. Kim bilir bakarsınız günün birinde, biz de bu maçı alabiliriz.
Can Öktemer
Bu yazı, Agos Kirk/Kitap'ın Eylül 2011 sayısında yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder