Mayıs ayındaki yerel seçimlerde Mariano Rajoy’ün önderliğindeki Halk Partisi (PP) başarısından sonra, 20 Kasım’da yapılan genel seçimler beklendiği üzere bu partinin mutlak galibiyetiyle sonuçlandı. 350 koltuktan 186’sını kazanarak kongredeki çoğunluğu ele geçiren parti, İspanya’nın 1970’lerdeki Franco diktatörlüğünden demokrasiye geçiş döneminden beri kongredeki en yüksek temsil oranına erişti. “Karşı” taraftan bakınca ise bu sonuç İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) 70’lerden beri aldığı en büyük yenilgi. Oy oranında %15‘lik bir düşüşle ikinci parti konumuna düşen PSOE, elindeki koltukların üçte birinden fazlasını kaybederek bu seçimden 110 koltukla çıkabildi.
Sonuçların bu şekilde olması, Zapatero hükümetinin işsizlik ve derinleşen ekonomik problemlerin çözümünde yetersiz kalması ve seçmenlerin bu sorunların çözümü için İspanya’nın diğer büyük partisi PP’ye kaymasına bağlanabilir. Zaten Mariano Rajoy da seçim vaatlerinde bu noktalar üzerine yoğunlaşmış ve tüm emeklerini “ekonomik krizi yenmeye” harcayacaklarını vaat etmişti. Bununla birlikte İspanya’da birçok kesim PP’nin muhafazakâr politikalarının, Zapatero döneminde elde edilen başta eşcinsel evlilik, kürtaj gibi hakları tehlikeye sokmasından korkuyor. Son iki seçim döneminde PP’nin göçmenlerin İspanyol “değer, örf ve adetlerine” saygı göstereceklerini beyan eden bir kontrat imzalaması önermesi ise başka bir ihtilaf noktası.
Kongredeki 350 koltuktan geriye kalan dağılımı ise İspanya’nın siyasal arenasındaki değişime farklı bir açıdan ışık tutuyor. Birleşik Sol (IU), bir buçuk milyondan fazla oy toplayarak seçimlerden üçüncü çıktı ve kongredeki koltuklarını 2’den 11’e çıkardı. İspanya Komünist Partisi’nin (PCE) baskın olduğu bu sol koalisyon, kongrede PP’nin karşısındaki en aşırı uçlardan biri olarak göze çarpıyor.
Bask ve Katalunya’da zafer ulusalcıların
PP’nin galip çıkamadığı iki bölge olan Bask bölgesi ve Katalunya’ya ise özel olarak değinmek gerekli. Bask bölgesinde sol ayrılıkçı partilerin oluşturduğu Amaiur ile Bask Milliyetçi Partisi (EAJ) yaklaşık üç yüz biner oy alarak kongreye sırasıyla 7 ve 5 temsilci yolladılar. Son yönetimden memnun olmayan Katalunya’da ise PP’ye geçmişle olan bağlarından ötürü güvenmeyen seçmenler, liberal ve Hıristiyan demokratlardan oluşan merkez sağ parti Convergència Unió’yu (CiU) tercih ettiler. Barcelona’da sol karşısında çoğunluğu sağlayamadıysa da, Katalunya’nın genelinde ilk defa birinci olan CiU kongrede 15 koltuğa sahip oldu.
Rosa Díez’in buruk sevinci
İlerlemeci (progresista) söylemleriyle dikkat geçen ve başta Nobel edebiyat ödüllü Mario Vargas Llosa olmak üzere entelektüellerin desteğini alan merkez parti İlerleme ve Demokrasi Birliği (UPyD) ise bir milyonun üzerinde oy alarak büyük bir çıkış yapan diğer bir ulusal parti oldu. Geçen dönemde kongrede sadece hareketin eş-kurucularından Rosa Díez ile temsil edilen parti, bu seçimde 5 koltuk kazandı. Parti, oransal ve sayısal olarak gösterdiği önemli performanstan mutlu olsa da, bu ulusal partinin bölgesel Amaiur ve CiU’dan belirgin bir biçimde daha fazla oy almasına rağmen seçim yasaları sebebiyle çok daha az temsil hakkı kazanmasını hoşnut karşıladığını söyleyemeyiz.
Seçimlerin sonucunda sağ parti PP, iktidarları süresince başka hiçbir partinin desteğine ihtiyaç duymadan kriz reçetelerini uygulayabilecek. Bununla birlikte mağlup PSOE’nin ana muhalafeti ile komünist, ulusalcı ve ayrılıkçı kesimlerin yükselişleri karşısında yakın İspanyol politik hayatının çetin zıtlıklarla dolu geçeceğini söyleyebiliriz. Bunların ötesinde ise ülkenin asıl yüzleşmesi gereken sorunlarının işsizlik, devletin borçları ve ülkenin genel ekonomik durumu olduğunu unutmamalı. PP’nin lideri Mariano Rajoy en büyük vurguları bu konulara verse de, kürsülerde verdiği sözlerin pratikte ne kadar başarılı olacağı, PP hükümetinin bu uğurda ne gibi kararlar vereceği ve yaptırımlar uygulayacağını ama en önemlisi bu gelişmelerin İspanya’da yaşayanların hayatlarını ve sosyal haklarını ne kadar değişeceğini ise zaman gösterecek.
Sertan Şentürk
Bu yazı, 25 Kasım 2011'de Agos gazetesinde yayınlandı.