1900'de Diyarbekir (Kaynak: houshamadyan.org) |
1895 Yangını
5 Ekim 1895’te, “hırslı ve
Hıristiyan karşıtı” olarak bilinen Enis Paşa, Diyarbakır’a vali olarak
atanınca, bölgede yaşayan Hıristiyan cemaat temsilcilerini padişaha teşekkür
telgrafı çekmeleri için zorlar. Ancak bu telgraf fikri, Ermeni cemaati içinde
karışıklığa sebep olur. Bir grup, imza toplayan rahiplere saldırarak ve
protesto amaçlı dükkânlarını kapatarak telgrafın çekilmesini engellemeye
çalışır. Cemaatin ileri gelenlerini de bu durumu İstanbul'a şikâyet etmek için
bir dilekçe hazırlamaya karar verirler. Halep’te valilik yaparken
gayrimüslimlerden haraç aldığı için azledilen Enis Paşa, bu girişimin için,
Müslümanları, Ermenilerin camilere el koymaya çalışacakları ve Avrupa'nın
baskısıyla padişahı reforma ikna edecekleri söylentisini yayarak kışkırtmaya
başlar. Camilere “gavur”ları yeren pankartlar asılır. Reform söylentileriyle
kışkırtılan Müslümanlar, padişaha telgraf çekerler. Tatminkâr bir cevap
alamazlarsa, 1 Kasım'da Hıristiyanlardan intikam alacaklarını söylerler. 10,000
Kürt’ün şehre yürümeye hazır toplandığı bildirilir. Hıristiyanlar ve
Müslümanlar arasında olağandışı bir hareketlilik ve silah/cephane alımı başlar.
30 Ekim'de Fransa Konsolosu Meyrier bölgedeki Müslüman eşrafın reform
tasarılarını protesto etmek için eski Yemen Valisi Cemil Paşa'nın evinde
toplandıklarını, daha önce Sason olaylarına karışmış Zilan Şeyhi’nin de bu
toplantıya katıldığını ve toplantıya katılanların Hıristiyanlara saldırmaya
hazırlandıklarını elçiliğe bildirir. 31 Ekim'de Hıristiyan ayanı, Fransız
konsolosuna kırımın bir gün sonra başlayacağını duyduklarını söylerler. Vali
konsolosa Hıristiyanların güvenliği konusunda teminat verir. Raymond H. Kévorkian
göreyse, Müslümanlar arasında toplantı ve camilerden provokatif vaazların ve
bunlarla beraber Ermeni ileri gelenlerinin infazının haftalar önce başlamıştır
zaten.
1 Kasım'da ayan ve piskoposlar
konsolosluğa tekrar gelip, aşiretlerin kente girdiğini söylerler.
Konsolos kendisini ziyarete gelen Hıristiyan ileri gelenlerine valinin sözünü
hatırlatınca, valiyi görmeye giderler. Vali, dükkânlarını açar ve sakin
olurlarsa, düzeni sağlayacağına yine söz verir. Tereddütlere rağmen, Azizler
Yortusu’nu kutlayan Katolikler hariç, tüm Hıristiyanlar dükkânlarını açar ve
hayat normal seyrine döner. Ayine giden Konsolos, 11.30 sularında her şeyin iyi
durumda olup olmadığını görmek için pazara döner. Öğlene doğru, arkalarında 4
jandarma ile Ulu Cami’den çıkan grupları görür ve zaman kaybetmeden
Konsolosluğa döner. Aynı saatte müezzinler öğle namazı için minareye çıkar;
ardından çeteler çarşıya ve Hıristiyan mahallelerine saldırır. Hıristiyanlar
öldürülür ve ev ve dükkânları yağma edilir. Aynı zamanda çarşılar da ayrı ayrı
yerlerden baş gösteren yangınlar başlar. Olayla ilgili bir Osmanlı arşiv
belgesinde yer alan şahitliklere göre, yangın 13.30 sıralarında Tahtelkale,
Palancılar ve Demirciler çarşısında, 23.00 sıralarında Kunduracılar çarşısı,
02.00'da Sipahiler, 04.00'da tekrar Sipahiler ve alt yanındaki çarşıda baş gösterir.
Sipahiler Çarşısı, Çifte Han ve Kitapçılar Çarşısı arasındaki üçgen içinde yer
alan Ulu Cami ise, yanmaz veya yanmaktan kurtarılır. Aynı üçgen içinde
yer alan bedesten ise ciddi hasar görür.
Osmanlı belgelerine göre
olayların ikinci gününde, yangın tamamıyla bastırılmış ve bu kargaşa içinde
isyan eden Ermeniler, kilise ve hanelerinde barikat kurarak tekrar ateş etmeye
başlamış, minarelerde ezan okurken müezzinlere saldırmış ve onları engellemek
isteyen jandarmadan altı kişiyi şehit etmişlerdir. Katolik misyoner ve Fransız
Konsolosu’nun şahitliğine dayanarak nakleden Victor Berard'a göre ise yaşanan
olaylara nefs-i müdafaadır. Üç gün süren kırımı her sabah başlatan,
müezzinlerin çağrısıdır ve ateş açan askerler camilere mevzilenmiştir. 3. gün Fransız
Konsolos, elçiliğe bir telgraf göndermeyi başarır. Büyükelçi de üstlerine
durumu bildirir ve askeri birlikleri göndermekle tehdit eder. Şehre saraydan
anında bir mesaj gelir. 4 Kasım akşamı tellallar müezzinler valinin ateş
açılmasını yasakladığını ve eline silah alan herkesin ağır biçimde
cezalandırılacağını ilan eder. Saat 7'de her şey bitmiştir. Ancak asker ve
jandarmalar yağma için izin istemeyi sürdürür ve çetelerin ve saldırıları
nedeniyle gece devriyesine çıkmak istemezler. 5. gün başlayan asker isyanı,
Genel Müfettiş Abdullah Paşa'nın kente gelişiyle Aralık ayında sona erer.
Olayların 6. gününde ise Müslüman ileri gelenler, Konsolos’a kendi suçlarının
büyük olduğunu söyleyerek nedamet gösterirler. Yanlış davranmışlardır ama
müsebbibi, Hıristiyanları korurlarsa hapishaneye koymakla tehdit eden validir.
Bu yanlışa son verdiklerine ve gerekirse valiye karşı ayaklanacaklarına söz
verirler.
Tüm sosyal sınıflar, bu yağma ve
kırıma katılsalar da; başı çeken isimler arasından iki isim sivrilir: İttihat
ve Terakki’nin önde gelenlerinden ve 1924’te yazdığı Hz. İsa’ya Açık Mektup’la Hıristiyan düşmanlığını açıkça ortaya
koyan Süleyman Nazif ile daha sonra Belediye Reisi ve 1908’de mebus seçilecek
olan şehrin ileri gelenlerinden Arif Pirinççizade.
Bu olaylar hakkında, Osmanlı
yetkilileri ve belgeleri, Ermenileri suçlar ve Kürt aşiretlerin tehdidine
işaret eder. Hâlbuki Gregoryen/Katolik Ermeni, Kadim/Katolik Süryani, Keldani,
Rum ve Protestan nüfusunda toplam 1200 ölü, 300 yaralı ve 1000 kayıp vardır. Yine
aynı kesime ait, 1700 ev ve 2500 dükkân yağmalanmış ve/veya yakılmıştır.
Zararın da, 2 milyon Türk lirası olduğu tahmin edilir. 5 bin Ermeni ve 95
Müslüman (70'i yağma ve ganimetin paylaşımı sırasında) ölmüştür. Ermeniler
öldürülürken çok dikkatli davranılmış ve her zanaattan bir usta sağ bırakılır.
Kırsalda 200 civarında köyün yakıldığı ve yağmalandığı tahmin edilir. Çok
sayıda Ermeni tutuklanır ve işkence altında itiraflar alınır. Yağmacılardan ve
saldırıdan kaçan Ermenilerin bir kısmı Mardin’e sığınır ve şehrin âlimleri ve
ileri gelenleri tarafından korunur. Kırımdan kaçabilen 700 kişi konsolosluğa ve
1000 kişi Katolik manastırına sığınır. Olayların sonrasında, cemaat önderleri,
suçun Ermeni cemaatinde olduğunu yazan itirafnameyi imzalamayı reddederler ve
bu yüzden, cemaat devlet yardımdan mahrum bırakılır. Baş gösteren sefalet
sebebiyle, kırımı izleyen on ayda Diyarbakır sancağındaki 106 yerleşimin içinde
bulunduğu 559 köyde 200,000 Ermeni ihtida eder.
Görgü tanıklıklarına yer veren
Osmanlı belgesinde, uğraşlara rağmen yangınların zamanında bastırılmamasına ve
tahripkâr olmasına gerekçe olarak, söndürme için yeterli işgücünün sağlanmaması
ve Hıristiyanların izin vermemesi gösterilmiş. Şahitlerin ifadelerindeki ortak
nokta, çoğunun “yangının nereden ve hangi dükkândan zuhur ettiğini”
bilmemeleri, bilenlerin ise Hıristiyan dükkânlarının isimlerini vermeleridir.
2 Kasım tarihli telgrafta Vali,
Ermenilerin, Müslümanlar cuma namazındayken, camilere saldırarak, kundaklama
ile kargaşa çıkardıklarını yazar. Bazı tarihçilere göre, Ermeniler önceden
mallarını taşımış ve sonra dükkânları ateşe vermişlerdir. Yanan mal ve
dükkânların %90'ı Müslümanlara aittir.
1909'da Diyarbekir (Kaynak: houshamadyan.org) |
1914 Yangını
1895’ten sonra Diyarbakır’daki
bir diğer yangın 1914’te yaşanır. Vali Celal Bey'in beklenmedik tayini ve veda
töreni sırasında söyledikleri, aslında olacakların işareti gibidir. İttihat ve
Terakki Cemiyeti'nin ılımlı kanadından olan ve o zamana kadar Hıristiyan
karşıtı eylemleri denetim altında tutmaya çalışan Celal Bey, ayrılışından önce,
4 Ağustos'ta kendisini ziyaret eden Ermeni cemaati temsilcilerine, müstakbel
vali adayı Dr. Reşit'in iyi niyetli ve modern bir demokrat olduğunu söyler.
Göreve başlamasına kadar herhangi bir “istismar” olmazsa, ondan sonra
korkulacak bir şey kalmayacağını belirtir ve 18 Ağustos'ta kentten ayrılır.
1915’teki gaddarlığıyla Talat Paşa’nın bile sabrını zorlayan ve elde ettiği
haksız kazançtan dolayı daha sonra azledilecek olan Dr. Reşit, şehre ayağını
adım atar atmaz; yani 19 Ağustos gece yarısı büyük bir tesadüf sonucu (!)
Ermeni pazarında (çarşının kuzeyindeki Zahire pazarı) çıkar. Aynı tesadüf, Dr.
Reşit’in 1916’da vali olarak atandığı Ankara’da da gerçekleşecek ve Ermeni
mahallesi kül olacaktır.
1914 Diyarbakır Yangını, 1895’te
olduğu gibi çarşı içinde dört-beş farklı noktadan baş gösterir, fakat bu sefer
hepsi aynı anda başlar. Görgü şahitlerinin ifadesine göre, dükkânlara daha
önceden gaz püskürtülmüştü. Görevliler söndürme çabası göstermezken,
Hıristiyanların, özellikle yangının ilk çıktığı yere yakın dükkânların ahşap
kepenkleri tahrip ederek yangının yayılmasını engelleme ve söndürme çabalarına
müdahale eder; mallarını güvenli yerlere kaçırma girişiminde bulunan
Müslümanlara izin verirken Hıristiyanları engellenir. Bu nedenle,
kurtarılabileceklerin %60'ı yanmıştır. Yalnızca 1915’te Dr. Reşit
tarafından muhbirlik suçlanıp tutuklanacak ve daha sonra firar edecek olan
İngiliz viskonsül tercümanı Thomas Muggerditchian’ın ön ayak olmasıyla, nehir
kıyısına yakın dükkânlardaki yangın, toprak ve su yardımı ile söndürülür. David
Gaunt’a göre, yangın Buğday Pazarı'nda 'Cendere' denilen yerden başlar, kısa
bir sürede Ulu Cami önünden Melek Ahmed Paşa Çarşısı’na; eski Borsa Hanı'ndan
Kazancılar Çarşısı'na kadar uzanan geniş bir alanı kaplar ve 3 gün boyunca
sürer. İddiaya göre, yangından önce, Müslüman tüccarlar, durumu haber alıp
mallarını günler önce zaten evlerine taşımıştır. Olay sırasında ise, Müslüman
mahallesi yangın tehdidine maruz kalıncaya kadar hiçbir Müslüman söndürme
çalışmalarına katılmaz.
Elverişli dört adet tulumba
olmasına rağmen, rüzgârın yönü itibariyle aslında tehlikeye maruz olmayan Ulu
Cami için tutulur ve ihtiyaç sahiplerine verilmez. Ermeni murahhası bundan
Belediye Başkanı Cemal Paşazade Fuad Bey'i de sorumlu tutar. Fuad Bey, İttihat
ve Terakki’den olmamasına rağmen, büyük ihtimalle alacağı tavır konusunda
önceden tembihlenir. Yangının organize edilmesinde yine iki isim ön plana
çıkar: Diyarbakır İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başında bulunan ve soykırımdan
sonra emval-i metruke “iş”inden büyük kazanç elde edecek olan Polis Müdürü
Memduh Bey ile Arif Pirinççizade’nin oğlu mebus Fevzi Bey.
Yangın esnasında, yine
1895’teki gibi büyük bir yağma da yaşanır. Yağmaya Kürt ve Türk sivillerle
beraber askerler ve milisler de katılır. Ermenilerin ateşsiz silahlarla karşı
koymaya çalışmasına rağmen, polis ve jandarma yağmacıları korur.
Ermeniler, Memduh Bey'i tehdit edince, dükkânlarından bazı malları almalarına
izin verilir. Thomas Muggerditchian’ın çabasıyla, dükkân sahipleri polis ve jandarmayı
püskürtmeyi ve yağmayı durdurmayı başarır. Sabah 06.00 sularında yangın kontrol
altına alınır.
Yangın, dört saat içinde yaklaşık
25 bin metrekare genişliğinde bir alanı tahrip eder ve Ermeni mahallesine sıçraması
binbir güçlükle önlenir. 1080 dükkân ve mağaza (bazı kaynaklara göre 1500’den
fazla), 13-15 fırın ve pastane, iki katlı 3 kahve, 4 han ve 5-15 kereste deposu
tahrip olur. Yangın yine “seçici” davranır ve Ulu Cami’ye hiçbir şey olmaz.
Tahmin edilen zarar 350-450,000 pound civarındadır. 1914-18 döneminde en büyük
yıkıma neden olmuş yangının meydana geldiği yer, olaydan iki sene sonrasında
bile temizlenemez ve bu durum hem lojistik hem de halk sağlığı açısından ciddi
sorunlar yaratır. 1914 Eylül’ündeki Hasköy yangınına yardım eden Hilal-i Ahmer
Cemiyeti de, bilindiği kadarıyla Diyarbakır'a destek olmaz.
Bir iddiaya göre, yangının asli
nedeni, Rusların bölgeye kadar ilerleyebileceğini öngörüp, lojistik imkânlarını
ortadan kaldırmayı planlayan merkezi hükümetin, yerel İT görevlilerine çarşıyı
yok etmelerini emretmiş olmasıdır.
Diyarbakır Vilayeti'ne Dâhiliye
Nezareti'nden gönderilen 21 Ağustos 1330 tarihli telgrafa göre, bu yangında
devlet görevlilerinin ihmal, suiistimal, hatta kastı olması ihtimali, hükümetçe
sorgulanır. Fakat tahkikatın sonucu Osmanlı arşivinde bir türlü bulunamaz.
* Bu konu hakkındaki tüm
bilgiler, Hrant Dink Vakfı’nın 11-13 Kasım 2011’de Diyarbakır’da düzenlendiği
'Diyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Toplantısı'nda
sunulan, Zeliha Etöz ve Mehmet Taylan Esin tarafından yazılan “Diyarbekir
Yangınları” isimli makaleden derlenmiştir.
Bu yazı, 25 Kasım 2011'de Agos gazetesinde
yayınlandı.
Makalenin yazarlarıyla yapılan
röportaj için tıklayın.
Sevag Beşiktaşlıyan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder