Bence futbol denilen oyunun büyüsü, David Beckham ve Cristiano Ronaldo gibi
“kusursuzlar” sayesinde korunmaz. “Santraforun rüyası” kıvamında, hayatlarımıza
bir şekilde yerleştirebileceğimiz yıldızlardır bu büyüyü yaratan. Örneğin Pele,
mahallemizin çalışkan ve başarılı abisidir, George Best hepimizin gıpta ettiği
hovarda, Garrincha kendisiyle dalga geçilmeyeceğini topu ayağına aldığında
gösteren “çırpı bacak”, Zico her zaman “iki dirhem bir çekirdek” giyinen zarif
ve kibar abimiz, Maradona mahallemizin tıknaz ve agresif maskotu, Zidane
haksızlığa karşı “kralını tanımayan” sert abimiz ve Lionel Messi de sevimli
küçük kardeşimizdir. Socrates de, mesleğine duyulan saygıyı kişiliğine duyulan
saygıya çevirebilecek kadar engin yürekli ve “sakallı” bir doktor. Şaka değil
gerçekten doktor, hem de futbol yıldızlığıyla tıp fakültesini aynı anda
götürecek kadar başarılısından.
1954’te doğar, bu cesur doktor. 25 yaşına kadar oynadığı Botafogo’da vasat
bir orta saha oyuncusu, 79’da transfer olduğu Corinthians’ta ise bir efsane. Sadece
kendisi değil, onun önderliğinde kurulan bu takımda futbol literatüründe ayrıksı
bir efsane olarak yerini alır. Dönemin Corinthians’ında adeta futbolcular
kulübün yönetimini ele geçirmiştir, eşleriyle birlikte olacakları zamandan maça
çıkacakları vakte kadar her şeye oylamayla karar verirler. 1964’te yapılan
darbeyle askeri diktatörlüğe geçiş yapan Brezilya’ya inat demokrasiyle
yönetilen Corinthians, 1982’de darbeden sonra yapılacak ilk seçimlerde, halkı
oy vermeye çağırmak için formalarının arkalarında “Ayın 15’inde oy ver” yazısıyla
çıkar. 1984’te Doktor ve arkadaşları,
100.000 taraftarın önünde “Demokrasi” pankartı açar ve bu eylem büyük yankı
uyandırır. Yarattığı dalganın önü kesilemez ve halk, ordunun verdiği
“demokrasiye yavaş, dengeli ve kademeli geçiş” sözünü yutmayarak 1985’te
cuntayı devirir.
1982 Dünya Kupası’nda Brezilya için yapılan çok bilindik bir nitelemedir,
“dünyanın en iyi kaybedeni” olduğu. Hatta Ali Ece’nin müteveffa dedesinin
yaptığı müthiş tanımlamayla, “Ahmet Hamdi Tanpınar futbolcu olsa, oynayacağı
takımdır” 1982 Brezilya’sı. İşte bu efsanenin yaratıcılarından, Zico-Falcao-Eder’in
okeye dördüncüsüydü Doktor. “Hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi” bu
takımın, 1986’daki güzel oyunu da onlara Dünya Kupası’nı getiremez maalesef.
Ama önemli değil, çünkü “futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha güzeldir!”
Futbolu olduğu gibi dünyayı da güzelliğin kurtaracağına inanmıştır. Futbolu
bırakınca idolü Che Guevara gibi köy köy dolaşıp fakirleri tedavi eder. Küba
Ulusal Takımı’nın başına gelmesi konuşulduğunda, sadece Kübalı bir işçinin
aldığı kadar maaş ister. Eduardo Galeano’nun deyimiyle bir “turna kuşu”dur o.
Haziran’da hastalandığını duyduğumuzda, Japon efsanesindeki gibi, kâğıttan bin
turna kuşu yaptık ona iyileşsin diye. Ama olmadı. Bir tek kendi alkolizmini
tedavi edemeyen bu güzel yürekli Doktor'un karaciğeri geçen Pazar iflas etti ve
her güzel insan gibi, “o güzel atlara binip gitti” buralardan.
Sevag Beşiktaşlıyan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder