- In Rock grubu nasıl ve ne zaman
bir araya geldi?
Fatih Korkmaz: Biz, (Süleyman’la) başından beri beraberdik. Grup
kurulalı yaklaşık sekiz sene oldu. Bu arada ekipler çok değişti. Davulda Utku
Ünal ve Burak Güven vardı. İsimler değişti elemanlar değişti. Bu oturmuş ekiple
son beş yıldır devam ediyor.
Süleyman Bağcıoğlu: 8 sene oldu. Grubun son hali beş yıldır bu halde.
- Müzikal yetenek, kalite ve canlı
performans bakımından Türkiye'de çok farklı bir yerdesiniz. Fakat müzik
endüstrisiyle çok sıkı bir ilişkiniz yok. Neden bu çalışmalarınızı kayıt altına
alıp satışa sunmuyorsunuz? Veya kayıtlarınızı internet aracılığıyla yayma gibi
bir istediğiniz hiç oldu mu?
FK: Hali hazırda böyle bir proje yok. Çünkü
biz cover müzik yapıyoruz ve benim kişisel fikrim bunun anlamsız olacağı. İnternetten
yaymak ilgi çekici olur. Ama sürekli çalan bir grubuz, haftanın en az iki, üç
günü mutlaka çalıyoruz.
SB: Evet, anlamsız. Orjinal olmadıktan
sonra… Ayrıyeten Facebook'ta In Rock sayfası var, orada bazı kayıtlar ve
videolar var.
- Genel olarak dinleyicinin bir talebi var. Sizleri sürekli dinlemek
isteyen, evlerinde de dinlemek isteyen insanlar var.
FK: Ama zaten çok sık çalıyoruz biz.
SB: Haftanın iki günü çalıyoruz.
- Müzik endüstrisine biraz uzaksınız
yani…
FK: Evet, çünkü biz cover müzik yapıyoruz. Barda cover
çalan bir grubuz.
SB: Gönlümüz için çalıyoruz. Bunu paketleyip bir şekilde
satışa sunmaya gerek yok, çünkü orjinalleri var.
- Sıfır parçalarla bir album yapmak
istiyor musunuz?
FK: Öyle bir hayalimiz vardı ama...
SB: Var tabii ama o tarafa kanalize
olamıyoruz.
- Şu anda bulunduğunuz pozisyondan,
çaldığınız müzikten memnunsunuz yani…
FK: Ben kendi adıma memnunum çünkü kimseye
eyvallahımız yok. Biz ne istiyorsak onu çalıyoruz. Tamam, cover çalıyoruz, biz
ne istiyorsak onu çalıyoruz. Yani cover çalıyoruz ama istediğimiz şarkıları
çalıyoruz. Kimseyi memnun etmek gibi zorunluluğumuz yok. Kimseye
eyvallahımız yok. (işletmeyi kastederek) beğenmedin mi, “hadi eyvallah”, öyle
takılıyoruz. Bu rahatlığa da ulaşmak kolay olmadı ama yani. Yıllar içinde neler
neler çalarak, neler yaparak (bu duruma gelebildik). Şimdi böyle
takılıyoruz.
SB: Tamamen kendi isteğimizle, grup içerisindeki
insanların isteğiyle doğru orantılı…
- Ankara için özellikle İstanbul
üzerinden “memur kenti”ve “sıkıcı” gibi tanımlar yapılır? Ama görülen odur ki
son yıllarda Türkiye rock müzik camiasını büyük ölçüde Ankaralı rock
müzisyenleri besliyor. Bu tanım doğru bir tanım mıdır?
FK: Son üç-dört yıl için pek doğru bir tanım
sayılmaz. Ondan öncesi için, bunu zaten herkes bilir; meşhur olmuş, bugün isim
olmuş birçok rock müzisyeni hep Ankara'dan İstanbul'a gitmiştir. Ama bu son
yıllarda bu birazcık değişti, artık Ankara biraz değişti yani. Pek de bir iyiye
gidiş de yok yani.
- Biraz geriledi diyorsunuz yani kalite
açısından…
FK: Ama yinede yaratıcılık açısından o
Ankara'nın yapısında vardır, çünkü Ankara’da yaşamak, biraz evde yaşamaktır.
Besteciysen, evde oturup çalışacak konsantrasyonu daha iyi sağlarsın,
İstanbul'a nazaran.
- Sana dışarıdan pek bir müdahele gelmez.
FK: Gelmez, burada kafayı karıştıracak,
dikkati dağıtacak şey daha azdır. Konsantrasyonu daha rahat sağlarsın Ankara'da,
daha takılabilirsin. Biraz o açından Seattle'a benzer.
SB: Buranın enerjisi daha başka yani. Elbette
her yörenin kendine ait bir enerjisi var. İstanbul çok farklı bir yer hakikaten.
Oradan memnun olanı var, olamayanı var. Ama ben mesela İstanbul'dan hayatta
beslenemiyorum. Ankara'nın enerjisi farklı yani...
- Orada müzisyenden ziyade tüccar kafası
mı var?
FK: Orada her şey çok hızlı aktığı için, insanlar
yeterince konsantre olamıyor bence.
- Cover gruplarında genelde bilinen
parçalar seçilir. Ama sizlerde daha önceleri belirttiğiniz gibi kimsenin
bilmediği parçaları da çalıyorsunuz, Camel, Alan Parson's Project gibi. Bu
parça seçimlerinizin sebebi nedir?
SB: Tamamen kendi beğenimiz.
FK: Kişisel beğenimiz. Seviyoruz.
SB: Şöyle bir yol seçelim diye değil yani.
FK: Yani biraz sert bir duruş gibi görülebilir
ama kimseyi eğlendirme gibi, “aman herkes eğlensin, herkes ayakta olsun,
kendinden geçsin” gibi bir tripte değiliz.
SB: Aslında müzisyenlerin bence hiç böyle
bir zorunluluğu da yok.
FK: Ama tabi işin ticari yanı var, onu yapan
çok grup var. Ankara’da çok grup var yani. Birbirinin aynı repertuarı var, aynı
şeyi çalar, farklı mekânlarda. Bunu yapan yeterince var, bunu talep eden adam
da var gidip o gruplarla eğleniyor, kopuyor. Ama müzik dinlemek isteyen bir
kitlede var. Mesela hayatında duymadığı bir şarkıyı, canlı dinlemek isteyen ve
bununla karşılaşınca mutlu olan bir kitle de var. Pink Floyd değiliz tabii ki
de, adam mesela “bu şarkıyı hiç canlı dinlememiştim, ne kadar mutlu oldum”
diyor. Bizi teşvik eden şeyler, bu tip şeyler. Millet eller havaya yaptı, peçeteler
havada uçuştu, millet koptu, millet birbirini götürdü, biri karı götürdü, o tip
şeyimiz yok bizim. Kişisel olarak benim tercihim bu.
- Ekşisözlükte bir başlık vardır,
“orjinalinden daha iyi coverlar” diye. Bu bağlamda, dinleyicileriniz arasında bazı
coverlarınız, orjinali kadar iyidir denir. Sizin bu konuda bir yorumunuz var
mı? Bu gruplarla müzikal ve duygusal bağınız nedir?
FK: Orjinalinden daha iyi bir cover olamaz.
Biz kendimizce çalıyoruz, bu güzel bir iltifat ama böyle bir şey olamaz. Sadece
sevdiğimiz ve özen gösterdiğimiz için (bu yorumlar geliyor).
SB: Hakikaten, teşekkürler bu çok güzel bir
iltifat. Ama orjinali denildiği gibi zaten orjinal. Tamamen o çalmak için
seçtiğiniz parçaları çok sevdiğimiz için onlara ayrı bir özen gösteriyoruz.
FK: Ekşi sözlükte bahsettiğin başlık genelde Tool'un No
Quarter çalması gibi coverlarda için kullanılıyor. Hakikaten kimi şarkıları
öyledir, adam kendi yorumlamıştır, adam onu albüme koymuştur, o parçayı
dinleyince tanıyamazsın.
Ama bizim de yapmaya çalıştığımız aslında biraz da bu. Parçayı tanınmaz
hale getirmeye çalışmıyoruz fakat kendimizce ve kendimize göre
çalışıyoruz. Tabii ikisi farklı şeylerle ilgili…
SB: Zaten abi, olay kendi kendine illa ki
bir zaman sonra kendimize göre çalmaya başlıyorsun. Birazcık da yorum grubu çok
farklıdır. Bir kısım tamamen cover değilde yorum grubuyuz diyebilirim. Yorum da
aslında başka bir tarafa gidiyor. Joe Cocker mesela herif harbiden yorumcu
alıyor parçayı başka bir yere getiriyor. Ama yani iş o parçaları çaldıkça
elinde olmadan kendine göre parça yoğruluyor birazcıkda yorum olabiliyor bazı
parçalarda.
FK: Bizim farkımız müzik kutusu gibi müzik
grupları var. Adamlar parçaları olduğu gibi çalıyor ve nefes almadan arka
arkaya çalıyor. Bizde öyle değil. Kimi zaman farklı çalabilmeye çalışıyoruz
ne bileyim kafaya göre takılıyoruz. Kendimize göre yorumladığımız bir kaç parça var onlar özellikle
beğeniliyor.
- Ayrıca Pink Floyd kimsenin kolay kolay
başkalarından dinlemeye yanaşmayacağı bir grup. Öte yandan yıllardır sizin
kemik dinleyiciniz “Pink Floyd’u çok güzel çalıyorlar” der ve sizin
(performanslarınıza) sadece bir Pink Floyd’u, Shine on You Crazy Diamond’u
dinlemek için gelen geniş bir kitle var?
FK: Aynen öyle, bunun sebebi de fazla bu
parçaları çalan grup yok. Adam mesela grup kuruyor barda çalalım diyor, hemen
repertuvar çalışmasına giriyorlar, onların tek derdi insanları eğlenceden
kendinden geçirmek Mtv'de ne varsa o. Buna hiç gerek yok aslında ve bu
insanlar yüzünden aslında olay baş aşağıya gidiyor, hem dükkân sahipleri
yüzünden hem de o genç müzisyenlerin yaklaşımları yüzünden. Beste yapan gruplar
dışında aslında olması gereken o beste yapan grupların çoğalması gerekiyor.
SB: Ama eskiden Ankara böyle değildi abi. 10
sene, 15 sene önce böyle değildi, Ankara.
- Bunu yaratan biraz da seyirci mi oldu?
SB: Yok canım, sadece seyirciye bağlanmaz.
Dünya’nın hali de zaten çok kötü, sadece Türkiye değil, dünya bok gibi bence.
Yani hepsi birbirine acayip bağlı, şu an bizi kim yönetiyor, günün trendi ne?
Tabii doğal olarak da, ne verilirse onu alan bir topluluk var ortada. Buna
bizler de dâhiliz.
FK: Biz biraz tutunabiliyoruz, çünkü biz
biraz şanlıyız. Dediğiniz gibi bizi çok seven bir kitle var onlar. Biz çalalım
isteyen bir grup da var biliyorum. Yani bizim çaldığımız gibi çalmak isteyen
fakat çalacak yer bulamayan genç müzisyenler var.
SB: Sonra “işte rock öldü, şimdi müziğin
yolu bambaşka” deniliyor. Ben inanmıyorum dünyanın en büyük yalanlarından biri.
Hep Türkiye'de konuşuluyor bu! Yani dünya kötü ama mesela Amerika’ya
baktığın zaman orada sadece Kate Perry yok. Hayvan gibi her tarafta rock
çalınıyor harbi rock çalınıyor veya şu anda bizim radyolarımızda dönen müzikler
çalınmıyor. Bunlar böyle insanlara şırınga gibi abi “şu anda bu var, bu
bilmem ne” (gibi veriliyor). Birtakım insanlar da “o varsa onu takip edeyim”
diye oraya gidiyor. O zaman internet gibi durum var, abi takip etmesin,
gitsin baksın, kendi zevkini kendi yönlendirsin. Yani başka birisinin, ilanın,
afişin, gazetenin yönlendirmesin. Bütün olay bu…
- Repertuarınızda eski klasiklerden
2000’lerin parçalarına kadar geniş bir yelpazeye yer veriyorsunuz. Acaba sizin
dönemsel olarak ayrı tuttuğunuz bir müzik türü var mı, yoksa sizin için iyi
müziğin dönemi yok mudur?
FK: Aynen senin söylediğin gibi iyi müziğin
dönemi yoktur. Günümüzde de acayip albümler yapılıyor hala. “Geçmişte, 70'lerde
rock müzik yapıldı ve orada kaldı ve müzik bitti” demek çok ahmakçadir,
söyleyenin bilgisizliğini gösterir ya da dinlemiyordur araştırmıyordur. İyi
müziğin dönemi yoktur bence. Bu müzikteki samimiyetle ilgilidir. Zaten “müzik
bitti, rock bitti, şu bitti” (demek) dünyanın en saçma söylemidir. Tamam, o
dönem yapılanlar o döneme ait sihirli şeylerdi, o zamanın bir sihiri vardı
tabii. Ama “orada bitti, artık bitti” demek bence çok lüzumsuzdur.
SB: Aynen abi, çok doğru
- Son dönemlerde sizin beğendiğiniz
hoşunuza giden gruplardan örnek verebilir misiniz?
FK: Steven Wilson ve onun yaptığı her şey,
Porcupine Tree. Tool benim için çok önemli, progresive rock ve psychedelic rock
dinliyorum. Kimi elektronik müzikler etkiliyor beni.
SB: Abi o kadar boktan bir şey ki (tüm
grupları bilememeyi kastediyor) yani şu dönemizde. Mesela bizim de haberimiz
olmuyor bir çok durumdan. Hele ki iletişimin bu kadar hızlı olduğu çağda, 70'li
yıllarda bu durum böyleydi. Yani şu anda ismini falan bilmiyorum ama bir sürü
acayip herif var, benim de bildiğim var. Ama ben Fatih kadar şey değilim,
birazcık at gözlüğüm olabiliyorum. 80'ler öncesi 60-70, 80'e kadar çok acayip
bir dönemdi.
FK: Mesela Black Country Communion yeni bir
grup var. Elemanları Joe Bonomasa, Glenn Hughess, Derek Shiren ve Jason Bonham
var. Bu grup bizi çok etkiledi ve o gruptan iki parçayı oradan yorumluyoruz:
Medusa ve Song of Yesterday. Medusa Glenn Hughes’un 70’lerde Traphese grubuyla
çaldığı bir şarkı aslında biz onun yeni grubunu çalıyoruz. Yani bize gaz veren
etkilendiğimiz yepyeni gruplardan biri de Black Country Communion mesela.
- Teoman 2007 yılında Rolling Stones'a
verdiği röportajda, biz Ankara'ya Süleyman Bağcıoğlu'nu dinlemeye geliyorduk
demişti. Türkiye rock camiasında sizin çok önemli bir yeriniz ve internette bir
Süleyman Bağcıoğlu miti var. Sizin bu konu hakkında bir düşünceniz var mı?
SB: Eyvallah, abi yeni duydum bunu. Çünkü
benim internet falan alakam yok, mail adresim bile yok. İnternete karşı böyle
düşmanlık değil de, youtube ile biraz alakam var. Müzik ile konularda interneti
kullanıyorum genelde. Facebook vesaire bana çok yanlış geliyor, insan ilişkiler
bakımından. İlgimi çekmiyor, bir duruş yapayım diye değil, harbiden ilgimi
çekmiyor. Teoman'ın bahsettiği zamanlar, A bar'ın ilk açtığı zamanlardı.
O zaman zaten, İstanbul’da da yoktu böyle canlı müzik barı. Ankara’da A Bar tekti o
zamanlar. A Bar’ın açıldığı ilk iki sene, inanılmazdı Ankara. İngiltere falan halt
etmişti, çok ciddi söylüyorum, acayipti. İki sene öyle gitti. Ondan sonra
bar olayları Türkiye'nin geneline yayılmaya başladı. Bazı insanlar bu rockta
iyi para var, biz de açalım dedi. O andan itibaren olay boku yedi.
- Hard Rock Café Ankara da bu yüzden mi
kapandı?
FK: Hard Rock cafenin kapanması saçma sapan
bir sebep yüzündendi galiba...
SB: Dünyanın hiç bir yerinde Hard Rock kafe
açılıp kapanmaz. Hatta t-shirtler vardır, Hard Rock Cafe Endonezya bile vardır.
Oralarda bile asırlarca devam eder. Ama yani çok normal bir şekilde Ankara'da açıldı
ve iki sene içinde kapandı.
FK: O işte başka bir hıyarlık vardı.
SB: Belki kapandığı iyi oldu, kapanmamış
olsaydı başka bir taraftan iyice boku çıkacaktı. Hard Rock kafede gün gelip
Hande Yener'i izliyor olabilirdik. Hande Yener'i aşağılamak için demiyorum
inanın her şeyin bir durumu var, her şey bir şeyin içinde olmalı. Her şey bir
şeyin içinde olamaz. Böyle bir durumu neden Hard Rock kafenin içerisinde
sergiliyorsun abi! Ne biliyim bir bar varsay, içeride İbrahim Tatlıses
resimleri var orada böyle bir durum var. Şimdi oraya getirip de bir rock
grubu çaldırılır mı? Bu ne kadar saçmaysa, öteki de o kadar saçma.
- Burada sorun aslında işletmecilerdeydi
değil mi? Zihin yapılarında ki karmaşada kaynaklanıyordu. Para neredeyse
oradayız zihniyeti?
FK: Aynen.
SB: Evet durum o tarafa doğru gidiyor
galiba.
FK: Daha doğrusu ne müziği biliyorlar, ne de
işi.
SB: Rock sana para getirmiyor diyorsun,
eyvallah isteyen bu şekilde düşünebilir. Peki, onu diyorsan bir yeri açıp,
içeriyi rock havasına büründürüp, Hendrix'ler, orjinal gitarlar koyup, onlar
bunlar süsleyip, neden pop çalıyorsun? Bunu istiyorsan git, pop bar aç!
FK: Adam o zaman bilmiyor ne yaptığının. Adamın
şuuru kapalı…
SB: Hiç kimse neyi niye yaptığının farkında
değil. Dinleyenler ne olduğunun farkında değil, nasıl yaşadığının farkında
değil. Bir de eğlence kavramı çok acayip bir durum. Eğlence kavramı tek tip
değildir. Adam çok garip şeylere eğleniyordur. Kimisi bununla eğleniyordur, kimisi
farklı bir şeyle eğleniyordur. Kavram kargaşası getirip de bu olaya, “eğlence
budur, müzik budur” demek; yok öyle bir şey ya! Adam belki Pink Floyd'un en
ağır şarkısıyla acayip eğleniyordur.
FK: Eğlenmek sadece tepinmek değildir.
SB: Eğlenmek illa “haydi arkadaşlar, hobaa
eller” falan demek değildir. Ha bununla eğleniyorsan o ayrı bir durum,
oradakiler orada eğlensin, buradakiler burada eğlensin. Bu üç dört beş şey bir
araya geldiği zaman, çok kötü oluyor.
- Sizin yaptığınız müziğin bir geleceği
var mı? İşte mekânda bunu çalmayın falan diyen oluyor mu?
FK: Bize birileri bunu derse biz zaten
gidiyoruz. Zamanında neler dendi? Ama çoğu zaman, çok şükür çok rahat
ettik. Ama şu anda, en çok rahat olduğumuz dönemlerden birisi.
SB: Bizi hiç bilmeyen bir yerden teklif geldiği
zaman diyoruz ki, “Bak arkadaş bizim çaldığımız müzik türü şu. Biz şu şu
parçaları çalıyoruz. Biz çaldığımız müzik konusunda bize herhangi bir yaptırım
getirilmesine karşıyız. Haberiniz olsun, biz böyleyiz”, diyoruz.
FK: Yani hiç çalmasak da olur. Bu saaten sonra
kimseye boynumu eğemem açıkçası.
- Peki, sizin grubun bir geleceği var mı?
FK: İşte devam ediyoruz, bu şekilde. Zaten
hiç öyle bir planla da gitmedik. Çalıyoruz işte. Benim bildiğim başka bir iş
yok, manav, memur olamam.
SB: Çalarken bir arada olmaktan zevk
duyuyoruz. Çaldığımız şeylerde zevk duyuyoruz. Gerisi zaten önem
taşımıyor.
FK: Her grupta olabilecek acayip kavga mavga
yüzünden grup dağılması gibi bir ihtimal, bizde çok düşüktür. Onların dışında
biz devam ediyoruz. Her grupta olabilecek sorunlar olabilir.
- Siz belli seviyeye geldiniz, belli bir
kitle yarattınız. Normalde Türkiye müzik endüstrisinde böyle bir olayla
karşılaşıldığında, tüccar kafasıyla hemen tası tarağa toplayıp İstanbul'a
gidilir. Sizin böyle İstanbul ile mesafeniz var gibi gözüküyor, doğru mudur?
SB: Hani İstanbul'da güzel bir yer, bizim
müziği kaldıracak bir yer olursa da çalarız. Öyle bir tavrımız yok, İstanbul'a
karşı. İstanbul, Ankara'a göre hardcore olmasına rağmen, İstanbul'da da bu
müziği dinlemekten acayip zevk alan bir sürü kitle var.
- Size daha once teklif geldi mi
İstanbul’dan?
FK: Evet, çaldık bir zamanında.
SB: Evet, ama son iki üç senedir
çalabileceğimiz bir yer de yok.
FK: Ben İstanbul'a gittiğimde şöyle bir
bakıyorum, bizim çalabileceğimiz bir yerde yok yani. İstanbul'da olayın hep
patladığını acayip cover gruplarının manyak manyak şeyler çaldığı bir durum var
gibi zannedilir. Bana sorarsan bence öyle bir durum yok. Ama başka bir durum
var: underground yerler var, en önemlisi Peyote mesela. İstanbul da biraz
kültür değişti. Alternatif gruplar, Türkçe çalan, beste çalan gruplar var, onlara
kimi mekanlar şans tanıyor, onlar çalıyor. Yani bizim çaldığımız müzikleri öyle
rahat rahat çalabileceğimiz bir yer yok. Millet öyle zannediyor ama yok abi
benim gördüğüm yok. Hayal Kahvesi’nde mi çalacağız? Adamlar da istemiyor zaten.
- Eskişehir sizce nasıl?
FK: Eskişehir’de çaldık canım, biz çok
gittik. Ama bu sorun aslında bu işi organize eden adamlara bağlı, orada bizim
hem yolumuzu hem masraflarımı karşılayıp, bizi rahat ettirecek şekilde ağırlayacak
bir adam gerekiyor. Orada da öyle bir mekân gerekiyor. Yoksa Eskişehir de
acayip bir potansiyel var, orada çok acayip geceler yaşadık.
SB: Aslında her yerde böyle bir potansiyel
var aslında. Dünyada rock potansiyeli taa asırlar öncesinden itibaren var,
dünya bitinceye kadar olacak. Rock öldü falan diyenlere gülüyorum.
FK: İstanbul'da bizim çaldığımız parçaları
acayip keyifle dinleyecek binlerce insan vardır. Ama onları bir araya getirip
öyle bir mekân olacak, işte şartları uygun olacak. Biz gidecez çalacaz,
şartları uygun olacak falan. Bunlar zor işler tabi, (orada) çok fazla grup
var. Ankara bizim evimiz biz burada rahat ediyoruz. İstanbul’dan teklif gelirse
şartlar da uygun olursa gideriz niye gitmeyelim ki? Aman abi kesinlikle
İstanbul'da çalmayız gibi bir durumumuz yok manyak değilim çalarız yani.
- İstanbul müzik endüstrsinin kalesi ya,
bu yüzden dedim…
FK: Başka bir kafada kale orası. Bana göre
değil.
- Arabesk bir parçayı coverlayayım, hemen
piyasaya gireyim kafasında gruplarda var?
FK: O dönemde değişiyor. Bir dönem herkes
Duman olmak istiyordu, bir sürü Duman klonu çıktı ortaya, hepsi kötü drive
sound gitarlar ile çok kötü arabesk parçaları coverladılar. Ben ona korkak
gitar soundu diyorum, yani hala öyle gruplar var. Delikanlı gibi, korkusuzca o
soundu oturtan çok az grup var, benim bildiğim Kurban var mesela. Bu tip Duman
klonu gruplar azalıyor ve özgün gruplar ortaya çıkıyor. Beste yapan herkese
göre olmayan adamlar, artık kafasına uygun bir müzik yapabiliyor. Şartlar artık
daha uygun, gidip Peyote'de çalabiliyor. Başka bir tripte olay ilerliyor orada
ama ben buna hala müzik endüstrisinin kalesi diyemem; underground bir şey, yer
altından ilerliyor. Paranın pulun şaşanın dönüp durduğu durumlar zaten beni
ilgilendirmiyor. Acayip albümler, prodüksiyonlar, klipler bana ne! Ben o
tripleri ciddiye almıyorum, bana çok uzak kafalar, ilgilenmiyorum.
SB: Ama yer altında artık cesaretlendi
çocuklar. Grup kuruyorlar ve hemen beste yapmaya başlıyorlar. Artık böyle bir
güzellik var, faydalı bir şey bu. Böyle devam etmesi gerekiyor.
Can Öktemer-Sertan Şentürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder