28 Aralık 2011 Çarşamba

In Rock: 'Rock bitti demek çok saçma'


- In Rock grubu nasıl ve ne zaman bir araya geldi?
Fatih Korkmaz: Biz, (Süleyman’la) başından beri beraberdik. Grup kurulalı yaklaşık sekiz sene oldu. Bu arada ekipler çok değişti. Davulda Utku Ünal ve Burak Güven vardı. İsimler değişti elemanlar değişti. Bu oturmuş ekiple son beş yıldır devam ediyor. 
Süleyman Bağcıoğlu: 8 sene oldu. Grubun son hali beş yıldır bu halde. 

- Müzikal yetenek, kalite ve canlı performans bakımından Türkiye'de çok farklı bir yerdesiniz. Fakat müzik endüstrisiyle çok sıkı bir ilişkiniz yok. Neden bu çalışmalarınızı kayıt altına alıp satışa sunmuyorsunuz? Veya kayıtlarınızı internet aracılığıyla yayma gibi bir istediğiniz hiç oldu mu?
FK: Hali hazırda böyle bir proje yok. Çünkü biz cover müzik yapıyoruz ve benim kişisel fikrim bunun anlamsız olacağı. İnternetten yaymak ilgi çekici olur. Ama sürekli çalan bir grubuz, haftanın en az iki, üç günü mutlaka çalıyoruz.
SB: Evet, anlamsız. Orjinal olmadıktan sonra… Ayrıyeten Facebook'ta In Rock sayfası var, orada bazı kayıtlar ve videolar var. 

- Genel olarak dinleyicinin bir talebi var. Sizleri sürekli dinlemek isteyen, evlerinde de dinlemek isteyen insanlar var.
FK: Ama zaten çok sık çalıyoruz biz.
SB: Haftanın iki günü çalıyoruz.

- Müzik endüstrisine biraz uzaksınız yani…
FK: Evet, çünkü biz cover müzik yapıyoruz. Barda cover çalan bir grubuz.
SB: Gönlümüz için çalıyoruz. Bunu paketleyip bir şekilde satışa sunmaya gerek yok, çünkü orjinalleri var.

- Sıfır parçalarla bir album yapmak istiyor musunuz?
FK: Öyle bir hayalimiz vardı ama...
SB: Var tabii ama o tarafa kanalize olamıyoruz. 

- Şu anda bulunduğunuz pozisyondan, çaldığınız müzikten memnunsunuz yani…
FK: Ben kendi adıma memnunum çünkü kimseye eyvallahımız yok. Biz ne istiyorsak onu çalıyoruz. Tamam, cover çalıyoruz, biz ne istiyorsak onu çalıyoruz. Yani cover çalıyoruz ama istediğimiz şarkıları çalıyoruz. Kimseyi memnun etmek gibi zorunluluğumuz yok. Kimseye eyvallahımız yok. (işletmeyi kastederek) beğenmedin mi, “hadi eyvallah”, öyle takılıyoruz. Bu rahatlığa da ulaşmak kolay olmadı ama yani. Yıllar içinde neler neler çalarak, neler yaparak (bu duruma gelebildik). Şimdi böyle takılıyoruz.
SB: Tamamen kendi isteğimizle, grup içerisindeki insanların isteğiyle doğru orantılı…


- Ankara için özellikle İstanbul üzerinden “memur kenti”ve “sıkıcı” gibi tanımlar yapılır? Ama görülen odur ki son yıllarda Türkiye rock müzik camiasını büyük ölçüde Ankaralı rock müzisyenleri besliyor. Bu tanım doğru bir tanım mıdır?
FK: Son üç-dört yıl için pek doğru bir tanım sayılmaz. Ondan öncesi için, bunu zaten herkes bilir; meşhur olmuş, bugün isim olmuş birçok rock müzisyeni hep Ankara'dan İstanbul'a gitmiştir. Ama bu son yıllarda bu birazcık değişti, artık Ankara biraz değişti yani. Pek de bir iyiye gidiş de yok yani.

- Biraz geriledi diyorsunuz yani kalite açısından…
FK: Ama yinede yaratıcılık açısından o Ankara'nın yapısında vardır, çünkü Ankara’da yaşamak, biraz evde yaşamaktır. Besteciysen, evde oturup çalışacak konsantrasyonu daha iyi sağlarsın, İstanbul'a nazaran.

- Sana dışarıdan pek bir müdahele gelmez.
FK: Gelmez, burada kafayı karıştıracak, dikkati dağıtacak şey daha azdır. Konsantrasyonu daha rahat sağlarsın Ankara'da, daha takılabilirsin. Biraz o açından Seattle'a benzer. 
SB: Buranın enerjisi daha başka yani. Elbette her yörenin kendine ait bir enerjisi var. İstanbul çok farklı bir yer hakikaten. Oradan memnun olanı var, olamayanı var. Ama ben mesela İstanbul'dan hayatta beslenemiyorum. Ankara'nın enerjisi farklı yani... 

- Orada müzisyenden ziyade tüccar kafası mı var?
FK: Orada her şey çok hızlı aktığı için, insanlar yeterince konsantre olamıyor bence.

- Cover gruplarında genelde bilinen parçalar seçilir. Ama sizlerde daha önceleri belirttiğiniz gibi kimsenin bilmediği parçaları da çalıyorsunuz, Camel, Alan Parson's Project gibi. Bu parça seçimlerinizin sebebi nedir?
SB: Tamamen kendi beğenimiz.
FK: Kişisel beğenimiz. Seviyoruz.
SB: Şöyle bir yol seçelim diye değil yani.
FK: Yani biraz sert bir duruş gibi görülebilir ama kimseyi eğlendirme gibi, “aman herkes eğlensin, herkes ayakta olsun, kendinden geçsin” gibi bir tripte değiliz.
SB: Aslında müzisyenlerin bence hiç böyle bir zorunluluğu da yok.
FK: Ama tabi işin ticari yanı var, onu yapan çok grup var. Ankara’da çok grup var yani. Birbirinin aynı repertuarı var, aynı şeyi çalar, farklı mekânlarda. Bunu yapan yeterince var, bunu talep eden adam da var gidip o gruplarla eğleniyor, kopuyor. Ama müzik dinlemek isteyen bir kitlede var. Mesela hayatında duymadığı bir şarkıyı, canlı dinlemek isteyen ve bununla karşılaşınca mutlu olan bir kitle de var. Pink Floyd değiliz tabii ki de, adam mesela “bu şarkıyı hiç canlı dinlememiştim, ne kadar mutlu oldum” diyor. Bizi teşvik eden şeyler, bu tip şeyler. Millet eller havaya yaptı, peçeteler havada uçuştu, millet koptu, millet birbirini götürdü, biri karı götürdü, o tip şeyimiz yok bizim. Kişisel olarak benim tercihim bu.

- Ekşisözlükte bir başlık vardır, “orjinalinden daha iyi coverlar” diye. Bu bağlamda, dinleyicileriniz arasında bazı coverlarınız, orjinali kadar iyidir denir. Sizin bu konuda bir yorumunuz var mı? Bu gruplarla müzikal ve duygusal bağınız nedir?
FK: Orjinalinden daha iyi bir cover olamaz. Biz kendimizce çalıyoruz, bu güzel bir iltifat ama böyle bir şey olamaz. Sadece sevdiğimiz ve özen gösterdiğimiz için (bu yorumlar geliyor). 
SB: Hakikaten, teşekkürler bu çok güzel bir iltifat. Ama orjinali denildiği gibi zaten orjinal. Tamamen o çalmak için seçtiğiniz parçaları çok sevdiğimiz için onlara ayrı bir özen gösteriyoruz. 
FK: Ekşi sözlükte bahsettiğin başlık genelde Tool'un No Quarter çalması gibi coverlarda için kullanılıyor. Hakikaten kimi şarkıları öyledir, adam kendi yorumlamıştır, adam onu albüme koymuştur, o parçayı dinleyince tanıyamazsın.
Ama bizim de yapmaya çalıştığımız aslında biraz da bu. Parçayı tanınmaz hale getirmeye çalışmıyoruz fakat kendimizce ve kendimize göre  çalışıyoruz. Tabii ikisi farklı şeylerle ilgili…
SB: Zaten abi, olay kendi kendine illa ki bir zaman sonra kendimize göre çalmaya başlıyorsun. Birazcık da yorum grubu çok farklıdır. Bir kısım tamamen cover değilde yorum grubuyuz diyebilirim. Yorum da aslında başka bir tarafa gidiyor. Joe Cocker mesela herif harbiden yorumcu alıyor parçayı başka bir yere getiriyor. Ama yani iş o parçaları çaldıkça elinde olmadan kendine göre parça yoğruluyor birazcıkda yorum olabiliyor bazı parçalarda.
FK: Bizim farkımız müzik kutusu gibi müzik grupları var. Adamlar parçaları olduğu gibi çalıyor ve nefes almadan arka arkaya çalıyor. Bizde öyle değil. Kimi zaman farklı çalabilmeye çalışıyoruz ne bileyim kafaya göre takılıyoruz. Kendimize göre yorumladığımız bir kaç parça var onlar özellikle beğeniliyor. 

- Ayrıca Pink Floyd kimsenin kolay kolay başkalarından dinlemeye yanaşmayacağı bir grup. Öte yandan yıllardır sizin kemik dinleyiciniz “Pink Floyd’u çok güzel çalıyorlar” der ve sizin (performanslarınıza) sadece bir Pink Floyd’u, Shine on You Crazy Diamond’u dinlemek için gelen geniş bir kitle var?
FK: Aynen öyle, bunun sebebi de fazla bu parçaları çalan grup yok. Adam mesela grup kuruyor barda çalalım diyor, hemen repertuvar çalışmasına giriyorlar, onların tek derdi insanları eğlenceden kendinden geçirmek Mtv'de ne varsa o. Buna hiç gerek yok aslında ve bu insanlar yüzünden aslında olay baş aşağıya gidiyor, hem dükkân sahipleri yüzünden hem de o genç müzisyenlerin yaklaşımları yüzünden. Beste yapan gruplar dışında aslında olması gereken o beste yapan grupların çoğalması gerekiyor.
SB: Ama eskiden Ankara böyle değildi abi. 10 sene, 15 sene önce böyle değildi, Ankara.

- Bunu yaratan biraz da seyirci mi oldu?
SB: Yok canım, sadece seyirciye bağlanmaz. Dünya’nın hali de zaten çok kötü, sadece Türkiye değil, dünya bok gibi bence. Yani hepsi birbirine acayip bağlı, şu an bizi kim yönetiyor, günün trendi ne? Tabii doğal olarak da, ne verilirse onu alan bir topluluk var ortada. Buna bizler de dâhiliz.
FK: Biz biraz tutunabiliyoruz, çünkü biz biraz şanlıyız. Dediğiniz gibi bizi çok seven bir kitle var onlar. Biz çalalım isteyen bir grup da var biliyorum. Yani bizim çaldığımız gibi çalmak isteyen fakat çalacak yer bulamayan genç müzisyenler var.
SB: Sonra “işte rock öldü, şimdi müziğin yolu bambaşka” deniliyor. Ben inanmıyorum dünyanın en büyük yalanlarından biri. Hep Türkiye'de konuşuluyor bu! Yani dünya kötü ama mesela Amerika’ya  baktığın zaman orada sadece Kate Perry yok. Hayvan gibi her tarafta rock çalınıyor harbi rock çalınıyor veya şu anda bizim radyolarımızda dönen müzikler çalınmıyor. Bunlar böyle insanlara şırınga gibi abi “şu anda bu var, bu bilmem ne” (gibi veriliyor). Birtakım insanlar da “o varsa onu takip edeyim” diye oraya gidiyor. O zaman internet gibi durum var, abi takip etmesin, gitsin baksın, kendi zevkini kendi yönlendirsin. Yani başka birisinin, ilanın, afişin, gazetenin yönlendirmesin. Bütün olay bu…


- Repertuarınızda eski klasiklerden 2000’lerin parçalarına kadar geniş bir yelpazeye yer veriyorsunuz. Acaba sizin dönemsel olarak ayrı tuttuğunuz bir müzik türü var mı, yoksa sizin için iyi müziğin dönemi yok mudur?
FK: Aynen senin söylediğin gibi iyi müziğin dönemi yoktur. Günümüzde de acayip albümler yapılıyor hala. “Geçmişte, 70'lerde rock müzik yapıldı ve orada kaldı ve müzik bitti” demek çok ahmakçadir, söyleyenin bilgisizliğini gösterir ya da dinlemiyordur araştırmıyordur. İyi müziğin dönemi yoktur bence. Bu müzikteki  samimiyetle ilgilidir. Zaten “müzik bitti, rock bitti, şu bitti” (demek) dünyanın en saçma söylemidir. Tamam, o dönem yapılanlar o döneme ait sihirli şeylerdi, o zamanın bir sihiri vardı tabii. Ama “orada bitti, artık bitti” demek bence çok lüzumsuzdur.
SB: Aynen abi, çok doğru

- Son dönemlerde sizin beğendiğiniz hoşunuza giden gruplardan örnek verebilir misiniz?
FK: Steven Wilson ve onun yaptığı her şey, Porcupine Tree. Tool benim için çok önemli, progresive rock ve psychedelic rock dinliyorum. Kimi elektronik müzikler etkiliyor beni.

SB: Abi o kadar boktan bir şey ki (tüm grupları bilememeyi kastediyor) yani şu dönemizde. Mesela bizim de haberimiz olmuyor bir çok durumdan. Hele ki iletişimin bu kadar hızlı olduğu çağda, 70'li yıllarda bu durum böyleydi. Yani şu anda ismini falan bilmiyorum ama bir sürü acayip herif var, benim de bildiğim var. Ama ben Fatih kadar şey değilim, birazcık at gözlüğüm olabiliyorum. 80'ler öncesi 60-70, 80'e kadar çok acayip bir dönemdi.

FK: Mesela Black Country Communion yeni bir grup var. Elemanları Joe Bonomasa, Glenn Hughess, Derek Shiren ve Jason Bonham var. Bu grup bizi çok etkiledi ve o gruptan iki parçayı oradan yorumluyoruz: Medusa ve Song of Yesterday. Medusa Glenn Hughes’un 70’lerde Traphese grubuyla çaldığı bir şarkı aslında biz onun yeni grubunu çalıyoruz. Yani bize gaz veren etkilendiğimiz yepyeni  gruplardan biri de Black Country Communion mesela.

- Teoman 2007 yılında Rolling Stones'a verdiği röportajda, biz Ankara'ya Süleyman Bağcıoğlu'nu dinlemeye geliyorduk demişti. Türkiye rock camiasında sizin çok önemli bir yeriniz ve internette bir Süleyman Bağcıoğlu miti var. Sizin bu konu hakkında bir düşünceniz var mı?
SB: Eyvallah, abi yeni duydum bunu. Çünkü benim internet falan alakam yok, mail adresim bile yok. İnternete karşı böyle düşmanlık değil de, youtube ile biraz alakam var. Müzik ile konularda interneti kullanıyorum genelde. Facebook vesaire bana çok yanlış geliyor, insan ilişkiler bakımından. İlgimi çekmiyor, bir duruş yapayım diye değil, harbiden ilgimi çekmiyor. Teoman'ın bahsettiği  zamanlar, A bar'ın ilk açtığı zamanlardı. O zaman zaten, İstanbul’da da yoktu böyle canlı müzik barı. Ankara’da A Bar tekti o zamanlar. A Bar’ın açıldığı ilk iki sene, inanılmazdı Ankara. İngiltere falan halt etmişti, çok ciddi söylüyorum, acayipti. İki sene öyle gitti. Ondan sonra bar olayları Türkiye'nin geneline yayılmaya başladı. Bazı insanlar bu rockta iyi para var, biz de açalım dedi. O andan itibaren olay boku yedi. 

- Hard Rock Café Ankara da bu yüzden mi kapandı?
FK: Hard Rock cafenin kapanması saçma sapan bir sebep yüzündendi galiba...
SB: Dünyanın hiç bir yerinde Hard Rock kafe açılıp kapanmaz. Hatta t-shirtler vardır, Hard Rock Cafe Endonezya bile vardır. Oralarda bile asırlarca devam eder. Ama yani çok normal bir şekilde Ankara'da açıldı ve iki sene içinde kapandı.
FK: O işte başka bir hıyarlık vardı. 
SB: Belki kapandığı iyi oldu, kapanmamış olsaydı başka bir taraftan iyice boku çıkacaktı. Hard Rock kafede gün gelip Hande Yener'i izliyor olabilirdik. Hande Yener'i aşağılamak için demiyorum inanın her şeyin bir durumu var, her şey bir şeyin içinde olmalı. Her şey bir şeyin içinde olamaz. Böyle bir durumu neden Hard Rock kafenin içerisinde sergiliyorsun abi! Ne biliyim bir bar varsay, içeride İbrahim Tatlıses resimleri var orada böyle bir durum var. Şimdi oraya getirip de bir rock grubu çaldırılır mı? Bu ne kadar saçmaysa, öteki de o kadar saçma.

- Burada sorun aslında işletmecilerdeydi değil mi? Zihin yapılarında ki karmaşada kaynaklanıyordu. Para neredeyse oradayız zihniyeti?
FK: Aynen.
SB: Evet durum o tarafa doğru gidiyor galiba.
FK: Daha doğrusu ne müziği biliyorlar, ne de işi.
SB: Rock sana para getirmiyor diyorsun, eyvallah isteyen bu şekilde düşünebilir. Peki, onu diyorsan bir yeri açıp, içeriyi rock havasına büründürüp, Hendrix'ler, orjinal gitarlar koyup, onlar bunlar süsleyip, neden pop çalıyorsun? Bunu istiyorsan git, pop bar aç!
FK: Adam o zaman bilmiyor ne yaptığının. Adamın şuuru kapalı…
SB: Hiç kimse neyi niye yaptığının farkında değil. Dinleyenler ne olduğunun farkında değil, nasıl yaşadığının farkında değil. Bir de eğlence kavramı çok acayip bir durum. Eğlence kavramı tek tip değildir. Adam çok garip şeylere eğleniyordur. Kimisi bununla eğleniyordur, kimisi farklı bir şeyle eğleniyordur. Kavram kargaşası getirip de bu olaya, “eğlence budur, müzik budur” demek; yok öyle bir şey ya! Adam belki Pink Floyd'un en ağır şarkısıyla acayip eğleniyordur.
FK: Eğlenmek sadece tepinmek değildir.
SB: Eğlenmek illa “haydi arkadaşlar, hobaa eller” falan demek değildir. Ha bununla eğleniyorsan o ayrı bir durum, oradakiler orada eğlensin, buradakiler burada eğlensin. Bu üç dört beş şey bir araya geldiği zaman, çok kötü oluyor.

- Sizin yaptığınız müziğin bir geleceği var mı? İşte mekânda bunu çalmayın falan diyen oluyor mu?
FK: Bize birileri bunu derse biz zaten gidiyoruz. Zamanında  neler dendi? Ama çoğu zaman, çok şükür çok rahat ettik. Ama şu anda, en çok rahat olduğumuz dönemlerden birisi.
SB: Bizi hiç bilmeyen bir yerden teklif geldiği zaman diyoruz ki, “Bak arkadaş bizim çaldığımız müzik türü şu. Biz şu şu parçaları çalıyoruz. Biz çaldığımız müzik konusunda bize herhangi bir yaptırım getirilmesine karşıyız. Haberiniz olsun, biz böyleyiz”, diyoruz. 
FK: Yani hiç çalmasak da olur. Bu saaten sonra kimseye boynumu eğemem açıkçası.

- Peki, sizin grubun bir geleceği var mı?
FK: İşte devam ediyoruz, bu şekilde. Zaten hiç öyle bir planla da gitmedik. Çalıyoruz işte. Benim bildiğim başka bir iş yok, manav, memur olamam. 
SB: Çalarken bir arada olmaktan zevk duyuyoruz. Çaldığımız şeylerde zevk duyuyoruz. Gerisi zaten önem taşımıyor. 
FK: Her grupta olabilecek acayip kavga mavga yüzünden grup dağılması gibi bir ihtimal, bizde çok düşüktür. Onların dışında biz devam ediyoruz. Her grupta olabilecek sorunlar olabilir. 

- Siz belli seviyeye geldiniz, belli bir kitle yarattınız. Normalde Türkiye müzik endüstrisinde böyle bir olayla karşılaşıldığında, tüccar kafasıyla hemen tası tarağa toplayıp İstanbul'a gidilir. Sizin böyle İstanbul ile mesafeniz var gibi gözüküyor, doğru mudur? 
SB: Hani İstanbul'da güzel bir yer, bizim müziği kaldıracak bir yer olursa da çalarız. Öyle bir tavrımız yok, İstanbul'a karşı. İstanbul, Ankara'a göre hardcore olmasına rağmen, İstanbul'da da bu müziği dinlemekten acayip zevk alan bir sürü kitle var.

- Size daha once teklif geldi mi İstanbul’dan?
FK: Evet, çaldık bir zamanında.
SB: Evet, ama son iki üç senedir çalabileceğimiz bir yer de yok.
FK: Ben İstanbul'a gittiğimde şöyle bir bakıyorum, bizim çalabileceğimiz bir yerde yok yani. İstanbul'da olayın hep patladığını acayip cover gruplarının manyak manyak şeyler çaldığı bir durum var gibi zannedilir. Bana sorarsan bence öyle bir durum yok. Ama başka bir durum var: underground yerler var, en önemlisi Peyote mesela. İstanbul da biraz kültür değişti. Alternatif gruplar, Türkçe çalan, beste çalan gruplar var, onlara kimi mekanlar şans tanıyor, onlar çalıyor. Yani bizim çaldığımız müzikleri öyle rahat rahat çalabileceğimiz bir yer yok. Millet öyle zannediyor ama yok abi benim gördüğüm yok. Hayal Kahvesi’nde mi çalacağız? Adamlar da istemiyor zaten. 

- Eskişehir sizce nasıl?
FK: Eskişehir’de çaldık canım, biz çok gittik. Ama bu sorun aslında bu işi organize eden adamlara bağlı, orada bizim hem yolumuzu hem masraflarımı karşılayıp, bizi rahat ettirecek şekilde ağırlayacak bir adam gerekiyor. Orada da öyle bir mekân gerekiyor. Yoksa Eskişehir de acayip bir potansiyel var, orada çok acayip geceler yaşadık. 
SB: Aslında her yerde böyle bir potansiyel var aslında. Dünyada rock potansiyeli taa asırlar öncesinden itibaren var, dünya bitinceye kadar olacak. Rock öldü falan diyenlere gülüyorum. 
FK: İstanbul'da bizim çaldığımız parçaları acayip keyifle dinleyecek binlerce insan vardır. Ama onları bir araya getirip öyle bir mekân olacak, işte şartları uygun olacak. Biz gidecez çalacaz, şartları uygun olacak falan. Bunlar zor işler tabi, (orada) çok fazla grup var. Ankara bizim evimiz biz burada rahat ediyoruz. İstanbul’dan teklif gelirse şartlar da uygun olursa gideriz niye gitmeyelim ki? Aman abi kesinlikle İstanbul'da çalmayız gibi bir durumumuz yok manyak değilim çalarız yani. 

- İstanbul müzik endüstrsinin kalesi ya, bu yüzden dedim…
FK: Başka bir kafada kale orası. Bana göre değil.

- Arabesk bir parçayı coverlayayım, hemen piyasaya gireyim kafasında gruplarda var?
FK: O dönemde değişiyor. Bir dönem herkes Duman olmak istiyordu, bir sürü Duman klonu çıktı ortaya, hepsi kötü drive sound gitarlar ile çok kötü arabesk parçaları coverladılar. Ben ona korkak gitar soundu diyorum, yani hala öyle gruplar var. Delikanlı gibi, korkusuzca o soundu oturtan çok az grup var, benim bildiğim Kurban var mesela. Bu tip Duman klonu gruplar azalıyor ve özgün gruplar ortaya çıkıyor. Beste yapan herkese göre olmayan adamlar, artık kafasına uygun bir müzik yapabiliyor. Şartlar artık daha uygun, gidip Peyote'de çalabiliyor. Başka bir tripte olay ilerliyor orada ama ben buna hala müzik endüstrisinin kalesi diyemem; underground bir şey, yer altından ilerliyor. Paranın pulun şaşanın dönüp durduğu durumlar zaten beni ilgilendirmiyor. Acayip albümler, prodüksiyonlar, klipler bana ne! Ben o tripleri ciddiye almıyorum, bana çok uzak kafalar, ilgilenmiyorum.
SB: Ama yer altında artık cesaretlendi çocuklar. Grup kuruyorlar ve hemen beste yapmaya başlıyorlar. Artık böyle bir güzellik var, faydalı bir şey bu. Böyle devam etmesi gerekiyor.

Can Öktemer-Sertan Şentürk

Hiç yorum yok: