2 Aralık 2011 Cuma

Kadim Bir Geleneğin Külliyatı: Mısır Edebiyatı


Mısır Edebiyatı’nın da, Ortadoğu tarihi gibi “modernleşme” kavramı üzerinden yazılması, koca bir külliyatı iki yüzyıllık görece kısa bir zaman dilimine ve belirli bir kitap formuna hapsetmek anlamına gelir. Keza İslam öncesi Mısır’ın “Bilge Edebiyatı” olarak anılan kıssalarından oluşan ve en bilinen örnekleri Sinuhe’nin Hikâyesi, beş mucize öyküsü içeren Westcar Papirüsü ve ünlü Ölülerin Kitabı olan bu edebiyat tarihi yaklaşık 5000 yıl öncesine dayanır. Aynı zamanda, Mısır Edebiyatı’nın en kadim türü olan şiirin de, izini İslam öncesi Mısır’a kadar sürmek mümkün. Aynı şekilde, teolojik edebiyat olarak anılabilecek Kıpti manzumelerinin örnekleriyle dolu olan Nag Hammadi Kütüphanesi’nin külliyatı da Mısır edebiyatının sayılı örneklerindendir.

İslam Devleti, Abbasiler ve Emeviler döneminde, Arapça edebiyat, Mısır’ı da kapsayan geniş coğrafya boyunca en verimli çağlarından birini yaşamıştır. Kitap endüstrisinin başlangıç formu sayılabilecek dinamikler hareketlenmiş, Bağdatlı kitap satıcısı İbni Nedim tarafından ilk kitap katalogu Fihrist 9. yüzyılda hazırlanmış ve kitap tanıtımı olarak adlandırılabilecek takriz isimli yazılar genişçe yazılmaya başlamıştır.  İslam dönemi Mısır da ise öne çıkan eser, Şark Edebiyatı külliyatının şaheseri “Binbir Gece Masalları”dır. Esasen Hint ve Pers kültürü eseri olan Masallar, Arapçada da “Arap Geceleri” ismi altında anlatılmış ve derlenmiştir. Kafiyeli düz yazı denilen sej türü bu şiirlerin yanı sıra, makama ve gazel türleri de ortaya çıkartarak şiir, edebi üretimi domine etmeye devam etmiştir. 13. yüzyılda Mısır’da İbni Nefis tarafından yazılan Peygamber’in Biyografisi üzerine Kamil’in Bilimsel İncelemesi (Theologus Autodidactus) ilk teolojik ve bilim-kurgu roman olarak kabul edilmektedir.

16. yüzyılda başlayan yaklaşık 400 yıllık Osmanlı hükümranlığı, sadece Mısır değil; tüm Arap Edebiyatı’nı büyük bir düşüşe sürüklemiştir. Bunun en büyük faktörü, “modernleşme”nin simgesi kabul edilen matbaanın gecikmesi değil, Arapçayı kutsal dil olarak gören Şeyhülislamların Arapça kitap basılmasına izin vermemeleriydi. Türkçe kitaba bile ilk izni 1727’de İbrahim Müteferrika alabilmişti. Keza matbaanın Avrupa’da yaygınlaşmasıyla eş zamanlı olarak, İspanya’dan gelen Yahudi sığınmacılar bu teknolojiyi Osmanlı’ya taşımışlardı. İbrahim Müteferrika, 1727’de İstanbul’da matbaayı kurduğunda, İstanbul’da gayrimüslimlere ait 10’a yakın matbaa bulunmaktaydı.  Bu sebepten dolayı, sözel anlatılar ve şiir yaygın edebi ürünler olarak varlıklarını sürdürmeye devam ettiler.

Mısır'ın "Kuzey'e Göç Mevsimi"
1798-1802 yılları arasındaki kısa süreli Fransız işgali, hiç şüphe yok ki, Mısır’a sadece askeri bir miras bırakmadı. Çünkü Napolyon, Mısır’a sadece ordusuyla değil, dönemin meşhur oryantalistlerini de içeren bir “rasyonel bilimler” grubuyla gelmişti. Hatta işgalin ilk yılıyla birlikte, bu ekibin araştırmalarını yürütmesi için Mısır Enstitüsü’nü (Institut d’Égypte) ve birlikleri için Mısır Postası (Courier de l’Égypte) gazetesini kurdu. 1805’te Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı kendi sultanlığını kurma çabaları onu, bu mirası daha etkin kullanma yoluna itti. Bu dönem içinde gerçekleştirilen Batılılaşma adımları, eğitim ve matbuat alanlarında da atıldı. 1809’da başlayan “Kuzey’e göç mevsimi”, bir süreliğine 1844’te sona erdi. Avrupa’dan dönen Rifa Tahtavi önderliğindeki bu öğrenci grubu, Arap dünyasında Nahda (Rönesans) denilen dönemi başlattı. Mehmet Ali Paşa tarafından kurulan Bulak Matbaası’nda çoğunlukla Fransız yazarların çevirisi kitaplar basılmaya başlandı. 1834’te Tahtavi’nin Fransa günlerini anlattığı Paris Gözlemleri (Ses Yayınları, 1992), bu matbaada basılan ilk Arapça kitap olarak tarihte yerini aldı. Bu kitap, Mısırlı gençleri o kadar çok etkiledi ki, 4 yıl sonra tekrar basıldı ve 1839’da Türkçeye çevrildi.

“Mısır, Mısırlılarındır”
1882’deki İngiliz işgaliyle birlikte, Mısır’ı 1952 Darbesi’ne kadar etkileyecek milliyetçiliğin bir varyantı olan Mısır ulusçuluğu, Nahda hareketinin devamı niteliğinde doğmuştu artık. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası yükselişe geçen Pan-Arabist akımdan farklı olarak, ülkedeki gayrimüslim nüfusu da kapsayan, dine birleştirici bir etmen işlevi veren, Firavuna dayanan kadim Mısır tarihini ön plana çıkaran, bağımsızlığı ana amaç olarak belirleyen ve Araplığı dışlayarak Mısırlı kimliğini ortaya koyan bu ulusçuluk, bu dönem yetişen tüm entelektüellerin yanı sıra, Sad Zağlul önderliğindeki liberal Vafd Partisi’nin de ana düsturuydu. Benedict Anderson’ın belirttiği gibi “hayali cemaat” inancının pekişmesinin kopmaz bir parçası olan günlük gazetelerin yükselişi de ulusçuluğun yükselişiyle aynı dönem de başladı. I. Dünya Savaşı’na kadar, yayın hayatını günümüze kadar sürdüren el-Ehram’ın da dâhil olduğu 283 gazete ve dergi yayınlandı. Çoğu günlük yerel politik ve ekonomik olaylara yer verse de, şiirler, tarihi öyküler ve kısa romanlara yer vererek edebi üretimin merkezinde yer almaya başladı. Bu sayede, şiir ve sözel anlatı hâkimiyetinin en azından form değiştirdiğini söyleyebiliriz. Okur-yazar oranının azlığından dolayı ortaya çıkan ve kahvelerde veya köy meydanlarında hâlâ devam eden yüksek sesle gazete okuma alışkanlığı, sözel anlatının yerini alırken, şiirler de gazete ve dergilerdeki yerini almaya başladı. Batılılaşma dalgasının beraberinde getirdiği merkezi düzen ve kentleşmenin etkilediği Bedeviler, yaşam düzenlerinin değişmesini konu eden ağıtları da şiir geleneği içinde kendine yer buldu.

20. yüzyılın başından itibaren, tüm türlerdeki edebi üretim altın çağına girdi. Lübnan’daki göç dalgasıyla Kahire’ye gelen Hıristiyan yazarlar Corci Zeydan ve Farah Antun, çoğunlukla İslam tarihini konu alan tarihi öyküleriyle gazetelerin en çok okunan yazarları haline geldiler. Saray yakınlığıyla bilinen ve hala Mısır şiirinin en üst noktası olarak anılan “Şairlerin Şahı” Ahmet Şevki[1], “Nil’in Şairi” Hafız İbrahim ve devamında gelen Mahmut el-Akad öncülüğündeki Divan Okulu ile en ünlü temsilcisi Ahmet Zeki Ebu Şadi olan Apollo Grubu, Mısır şiirinin en önemli temsilcileri olarak ön plana çıktılar. Drama da ise Mahmud ve Muhammed Teymur kardeşlerin yoksulların hayatlarıyla ilgili ve Tevfik el-Hakim[2]’in sahneye konulmaktan çok okunmak için yazdığı tiyatro oyunları ön plana çıktı. Cemaleddin Afgani’nin Musevi öğrencisi Yakub Sanu’nun satirik eserleri ve Lübnanlı Halil Mutran’ın Sheakespeare çevirileri de tiyatro yazınına önemli katkılar yaptı. Ahmed Lütfi Seyyid’in 1912 yılında çıkarmayan başladığı el-Ceride dergisi, ulusçuluğun en etkili yayını olmanın yanı sıra, kısa öykü ve romanda çığır açan bir kuşak yetiştirmesiyle ön plana çıktı. Yazarlığından çok, psikanaliz ve sosyalizm konusunda öğretici yazılar yazdığı için “hocalığıyla” tanınan Kıpti Selame Musa, bu derginin çevresindendi. Marksizm’den ziyade Bernard Shaw ve H. G. Wells’in ılımlı sosyalizmini benimseyen Musa’nın en önemli öğrencisi, Necib Mahfuz olacaktı.  Batı romanlarının dikkatli taklitleri üzerinden ilerleyen romana, daha sonra bakanlık da yapacak olan bu dergi çevresinden Mahmud Hüseyin Heykel[3] 1914’te yayınladığı Zeynep romanıyla özgün bir duruş getirdi. Albert Hourani tarafından kuşağının en etkin ismi olarak gösterilen Taha Hüseyin de, el-Ceride sayfalarında yerini aldı. İslam Öncesi Şiir kitabıyla, radikallerin şimşeklerini üzerine çeken Hüseyin, Keder Ağacı üçlemesiyle Mısır Edebiyatı’nda kuşak romanlarının önünü açtı. 1952 Darbesi öncesi Eğitim Bakanlığı da yapan Hüseyin, şöhretini otobiyografik eseri Günlerin Kitabı (Belge Yayınları, 1994) ve Mısır Kültürü’nün Geleceği isimli gelecek üç kuşağında zihniyetini etkileyecek kitabına borçludur.

“Nobel, Necib Mahfuz’u kazandı”
1930’larda yazmaya başlayan ve “Akademisyenler Kuşağı” olarak adlandırılan yeni bir grubu sahneye çıkar. 1936’da gelen tam bağımsızlıkla yükselen umut dalgası, sonrasında gelen II. Dünya Savaşı, İsrail devletinin kurulması ve İsrail topraklarında yaşayan Filistinlilerin sürgün edildiği Nekbe gibi krizler sebebiyle giderek törpülenecektir. Bu siyasi ortamda, edebi ürün verenlerse bir önceki kuşağa göre, daha farklı denemeler yapacaklardır.

Bu kuşağın en önemli temsilcisiyse elbette ki Necib Mahfuz[4]’dur. 1930’larda başlayarak 20. yüzyılın bütününe yayılan kariyerinde Mahfuz, birkaç kez üslup değiştirse de, romanlarının merkezinde hep Mısır orta sınıfı vardır. İlk kuşaktan farklı olarak, Avrupalı bakışıyla ve bizzat Avrupa yazılan romanları değil, içinde yaşadığı insanların hikâyelerini yazar. İlk romanları baskın bir şekilde, bir önceki kuşağın ulusçuluğundan etkisiyle kadim Mısır üzerine olsa da, daha sonra ciddi boyutta siyasi, dini ve toplumsal eleştirilere yer verecek ve radikallerle yıldızı hiç barışmayacaktır[5]. Mahfuz, Arap edebiyatında pek ilgi gösterilmeyen roman türünde çığır açmış ve 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne uzanmıştır. Arap Yazarlar Birliği’nin yaptığı “En İyi 105 Roman Listesi”nde Kahire Üçlemesi’yle ilk sırada yer almış ve Arap Edebiyatı’nın tepe noktası olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Nobel’i aldığı gün el-Ehram’ın attığı Mahfuz’un değerini tam olarak tarif eder: “Nobel, Necib Mahfuz’u kazandı.”


Akademisyenler Kuşağı’nın diğer önemli temsilcileriyse, Fuşa (edebi Arapça) ile Amiyye’yi (günlük Arapça) başarılı bir biçimde harmanlayan ve sağlam bir modernleşme eleştirisi sayılan Dağ romanının yazarı Fethi Ganem, fellah-ağa ilişkilerini konu alan Dünya ve darbe öncesi toplumun bir eleştirisi olan Yeni Kahire kitaplarının yazarı Abdurrahman Şarkavi[6], melodramlarıyla çok popüler olan, fakat edebi açıdan çok değer verilmeyen Yusuf Sibai ve Türkiye’de daha çok muhafazakâr kesim tarafından tanınan “Asr-ı Saadet romancısı” Abdülhamit Cevde es-Sahhar[7]’dır.

Bir Müjdeci ve Aykırılar
Mısır Edebiyatı’nda üçüncü kuşak olarak ortaya çıkacak olan “Altmışlar Kuşağı”nı gelişini müjdeleyen Yusuf İdris, 1950’lerde yazmaya başlar. Ganem gibi, dili harmanlama ve kullanma konusunda çok usta olan ve darbe sonrası içeri giren siyasi mahkûmlar üzerine yazdığı Siyah Polis, Beyaz ve Aşk ve Küller Şehri romanlarıyla tanınan İdris, Mahfuz’dan da büyük övgüler almış ve birkaç kez Nobel’e aday gösterilmiştir.

Altmışlar Kuşağı’nın çoğu, 1952 Darbesi’ni ve Nasır’la birlikte yükselen Pan-Arabizm’in destekçisi olsa da, yaşanan heyecanın 1967’de İsrail’e karşı alınan son yenilgiyle kesin olarak ölüşü ve tüm Arap toplumlarının Nekse (Nekahat) dönemine girmesine tanık olduklarında sert eleştirilerden çekinmezler. Genelde sol-milliyetçi eğilimleriyle politik aktivizmin içine girmiş ve çoğu bu sebepten dolayı hapis yatmıştır. Arapçayı yeniden icat eden ve önceki edebi formları sorunsallaştırarak yeni bir yapı kurmaya çalışan bu kuşağın en önemli ustaları, Şeref adlı romanıyla ismini Arap Edebiyatı’nın en büyük ustaları arasına yazdıran Sunallah İbrahim; Nasır’ın ölümünün ardından, ona karşı çok ciddi eleştiriler içeren ama Mısırlı yetkililerin tepkisinden çekinerek Şam’da bastırdığı Zeyni Bereket’in (Kahire’nin Mücevheri, Can Yayınları) yazarı ve Necib Mahfuz’un manevi oğlu Cemal Gitani[8]; tıka basa yiyen Mısır’la aç ve sefil kalan Mısır arasındaki farkı anlatan kitabı Mısır Toprakları’nda Savaş (Kanat Kitap) iki yıl Mısır’da yasaklanan Yusuf el-Kaid; Nasır döneminde 4 yıl hapis yatan, Sedat döneminde de 11 yıl sürgün hayatı yaşayan ve Adamın Yedi Günü romanıyla ünlenen Abdülhakim Kasım; köyün gerçekçi romancısı Yahya Tahir Abdullah; Aşağı-Yukarı Mısır, Kıpti-Müslüman ve erkek-kadın arasındaki kadim çatışmaları romanlarına yansıtan ve Rama ile Dragon romanıyla ünlenen Edwar el-Harad, İskenderiye’de Kimse Uyumaz romanıyla tarihi Mısır’ı gözler önüne seren İbrahim Abdülmecid, Heron romanıyla “En İyi 105 Roman” listesine dahil olan İbrahim Aslan ve yazmaya daha geç başlasa da, zihnen bu kuşağa ait olan meşhur Sürgünde Günbatımı’nın (Doğan Yayınları) yazarı Baha Tahir’dir. Bu kuşak aynı zamanda, feminizmi en güçlü biçimde dile getiren kadın yazarlar da çıkarmıştır: Türkçede bir dönem çok tanınan ve kadın/erkek sünneti karşıtı aktivizmle ön plana çıkan Neval el Seddavi[9], kadınların hayatını kadınlar yazdıkça bir değişim olabileceğine inan Selva Bekr ve erkek egemenliği karşıtı protestolar yüzünden hapse giren ve Açık Kapı romanı filme de çevrilen Latife Zeyyat.

Devrim, “Geliyorum” Diyor
Mısır Edebiyatı, Sedat’ın öldürülmesinin ardından başa gelen Hüsnü Mübarek’in yönetimi altında üretim yapmakta uzun bir süre zorlandı. Yenilgiler ve umutların boşa çıkışıyla yaşanan hayal kırıklıkları, edebiyatçıları da toplum gibi bunalıma sürükledi. Bu açıdan, yeni edebiyat patlamasının da, 2001’de filizlenmeye başlayan sosyal hareketlenmelerle aynı zamana denk düşmesi şaşırtıcı değil. Kitap yayınlarında ve satışlarında yaşanan patlama, bağımsız kitapevlerinin ortaya çıkışı ve sosyal medyanın yaygınlaşması, edebiyat ortamının tekrar etkin günlerine dönmesini sağladı. İslam’a yönelik tavrı nedeniyle radikaller tarafından çok eleştirilen Ala el-Asvani’nin 2002’de çıkardığı Yakupyan Apartmanı (Turkuvaz Kitap) kıvılcımı ilk çakanlardan. Booker Ödülü’ne Aşkın Haritası romanıyla aday olan ve Mısır Devrimi’ni günbegün Guardian’da aktaran Ahdaf Soueif, Bedevi toplumunu, özellikle kadınını romanlarına konu eden Miral el-Tahavi, Arapça Edebiyat’ta kendine çok yer bulamayan polisiye/aksiyon türünde usta olan Yusuf Zeydan ve 2011 Devrimi’nin altyapısındaki toplumsal kaynamayı Kahire’deki taksicilerle yaptığı konuşmalarla adeta önceden haber veren ve bu konuşmaları topladığı Taksi kitabı rekor düzeyde satan Halid el-Hamisi, bu kuşağın öne çıkan isimleri.

Bu yazı, Agos Kirk/Kitap Kasım ayı sayısında yayınlandı.

Sevag Beşiktaşlıyan

[1] Hakkında detaylı bilgi için bkz. 1868-1932 Mısır'da Bir Türk Şair Ahmet Şevki, Ahmet Kazım Ürün, Kaknüs Yayınları, 2002
[2] Türkçeye çevrilen kitapları: Asa ile Sohbetler (Elif Yayınları), Gezegenle Sohbet (Birey Yayıncılık), İzis (Pınar Yayınları), Sanat Üzerine (Kaknüs Yayınları), Trendeki Derviş (Mavi Yayıncılık), Şeytanın Vaadi (Şule Yayınları), Ashab-Kehf/Mağara Arkadaşları (Kayıhan Yayınları), Bir Taşra Savcısının Günlüğü (Belge Yayınları), Şarkın Serçesi (Kaynak Kültür)
[3] Türkçedeki tek kitabı: Hz. Muhammed’in Hayatı (Kitabevi)
[4] Son yıllarda, neredeyse tüm kitapları Türkçeye çevrilmiştir: Kahire Üçlemesi: Saray Gezisi, Şevk Sarayı, Şeker Sokağı, Aynalar, Başlangıç ve Son, Dilenci, Han el Halili, Serap (Hit Kitap), Aşk Zamanı, Başkanın Öldürüldüğü Gün, Cebelavi Sokağı’nın Çocukları, Midak Sokağı (Kırmızı Kedi), Bıldırcın ve Sonbahar (Kaknüs Yayınları), Binbirinci Geceden Sonra (Oğlak Yayınları), Savrulan Kahire (Meneviş Kitapları), Düğün Evi, Hırsız ve Köpekler, Karnak Kafe, Miramar (Turkuvaz Kitap)
[5] 1959’da yazdığı Cebelavi Sokağı’nın Çocukları ile başlayan tepki dalgası, Başkan Enver Sedat’ın öldürülmesine sebep olacak Arap-İsrail Barışı’nı desteklemesi ve Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri’yle İslam’a hakaret ettiğini ama fikrini söylemek özgür olduğunu belirtmesiyle 1994’te boynuna vurulan bir bıçak darbesine dönüşecektir. Mahfuz, ölmez; fakat sağ tarafı felçli kalır ve ömrünün son 12 yılında çok az edebi üretim yapabilir. Ayrıca bu roman, el-Ehram gazetesinde yayınlansa da,  Arapça ilk ve tek baskısı 1967’de Lübnan’da yapılmıştır. Aynı roman, 2008’de ilk olarak Turkuvaz Kitap tarafından Türkçede yayınlansa da, daha sonra sebep gösterilmeden yayınevi tarafından toplatılmıştı. Allah, Şeytan, Kabil, Habil ve dört resulün birer karakterle temsil edildiği kitap, Kuran gibi 114 bölümden oluşur ve kutsal kitaplardaki tüm efsaneleri 1950’lerde geçiyormuş gibi kurgular.
[6] Türkçedeki tek kitabı: Özgürlük Peygamberi (Düşün Yayıncılık)
[7] Türkçeye çevrilen kitapları: Anayurt Mekke-Adnaniler, Ey Ateş Serin Ol, Faraklit’i Beklerken-Kureyş, Hz. Bilal-Peygamber Müezzini, İbrahim Milleti-İsmailoğulları, Mısırlı Hacer, O Bir Yetimdi, Rahmetin Gelişi, Siyah İnci-Bilal-i Habeşi, Yalnız Sahabi-Ebu Zer (İnkılab Yayınları), Dört Halife’nin Hayatı (Kahraman Yayınları)
[8] Mısır lehçesindeki cim harfinin yerine g harfinin kullanılması sebebiyle Mısır’da ismi Gamal Gitani diye telaffuz edilir ve Türkçeye de bu şekilde çevrilmiştir. Türkçedeki diğer kitabı: Günbatımının Çağrısı (Can Yayınları) 
[9] Türkçeye daha once çevrilen 6 kitabı olmasına rağmen, hâlihazırda ulaşılabilen kitapları: Kadının Cennette Yeri Yok, Kahire Saçlarımı Geri Ver, Şeytanın Masumiyeti (Everest Yayınları), Sıfır Noktasındaki Kadın (Metis Yayınları)

Hiç yorum yok: