Mısır
Edebiyatı’nın da, Ortadoğu tarihi gibi “modernleşme” kavramı üzerinden yazılması,
koca bir külliyatı iki yüzyıllık görece kısa bir zaman dilimine ve belirli bir
kitap formuna hapsetmek anlamına gelir. Keza İslam öncesi Mısır’ın “Bilge
Edebiyatı” olarak anılan kıssalarından oluşan ve en bilinen örnekleri Sinuhe’nin
Hikâyesi, beş mucize öyküsü içeren Westcar Papirüsü ve ünlü Ölülerin
Kitabı olan bu edebiyat tarihi yaklaşık 5000 yıl öncesine dayanır. Aynı
zamanda, Mısır Edebiyatı’nın en kadim türü olan şiirin de, izini İslam öncesi
Mısır’a kadar sürmek mümkün. Aynı şekilde, teolojik edebiyat olarak
anılabilecek Kıpti manzumelerinin örnekleriyle dolu olan Nag Hammadi
Kütüphanesi’nin külliyatı da Mısır edebiyatının sayılı örneklerindendir.
İslam
Devleti, Abbasiler ve Emeviler döneminde, Arapça edebiyat, Mısır’ı da kapsayan
geniş coğrafya boyunca en verimli çağlarından birini yaşamıştır. Kitap
endüstrisinin başlangıç formu sayılabilecek dinamikler hareketlenmiş, Bağdatlı
kitap satıcısı İbni Nedim tarafından ilk kitap katalogu Fihrist 9.
yüzyılda hazırlanmış ve kitap tanıtımı olarak adlandırılabilecek takriz
isimli yazılar genişçe yazılmaya başlamıştır.
İslam dönemi Mısır da ise öne çıkan eser, Şark Edebiyatı külliyatının
şaheseri “Binbir Gece Masalları”dır. Esasen Hint ve Pers kültürü eseri olan
Masallar, Arapçada da “Arap Geceleri” ismi altında anlatılmış ve derlenmiştir.
Kafiyeli düz yazı denilen sej türü bu şiirlerin yanı sıra, makama
ve gazel türleri de ortaya çıkartarak şiir, edebi üretimi domine etmeye
devam etmiştir. 13. yüzyılda Mısır’da İbni Nefis tarafından yazılan Peygamber’in
Biyografisi üzerine Kamil’in Bilimsel İncelemesi (Theologus Autodidactus)
ilk teolojik ve bilim-kurgu roman olarak kabul edilmektedir.
16.
yüzyılda başlayan yaklaşık 400 yıllık Osmanlı hükümranlığı, sadece Mısır değil;
tüm Arap Edebiyatı’nı büyük bir düşüşe sürüklemiştir. Bunun en büyük faktörü,
“modernleşme”nin simgesi kabul edilen matbaanın gecikmesi değil, Arapçayı
kutsal dil olarak gören Şeyhülislamların Arapça kitap basılmasına izin vermemeleriydi.
Türkçe kitaba bile ilk izni 1727’de İbrahim Müteferrika alabilmişti. Keza matbaanın
Avrupa’da yaygınlaşmasıyla eş zamanlı olarak, İspanya’dan gelen Yahudi
sığınmacılar bu teknolojiyi Osmanlı’ya taşımışlardı. İbrahim Müteferrika,
1727’de İstanbul’da matbaayı kurduğunda, İstanbul’da gayrimüslimlere ait 10’a
yakın matbaa bulunmaktaydı. Bu sebepten
dolayı, sözel anlatılar ve şiir yaygın edebi ürünler olarak varlıklarını
sürdürmeye devam ettiler.
Mısır'ın "Kuzey'e Göç Mevsimi"
1798-1802
yılları arasındaki kısa süreli Fransız işgali, hiç şüphe yok ki, Mısır’a sadece
askeri bir miras bırakmadı. Çünkü Napolyon, Mısır’a sadece ordusuyla değil,
dönemin meşhur oryantalistlerini de içeren bir “rasyonel bilimler” grubuyla
gelmişti. Hatta işgalin ilk yılıyla birlikte, bu ekibin araştırmalarını
yürütmesi için Mısır Enstitüsü’nü (Institut d’Égypte) ve birlikleri için Mısır
Postası (Courier de l’Égypte) gazetesini kurdu. 1805’te Mısır valisi olan
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı kendi sultanlığını kurma çabaları
onu, bu mirası daha etkin kullanma yoluna itti. Bu dönem içinde
gerçekleştirilen Batılılaşma adımları, eğitim ve matbuat alanlarında da atıldı.
1809’da başlayan “Kuzey’e göç mevsimi”, bir süreliğine 1844’te sona erdi. Avrupa’dan
dönen Rifa Tahtavi önderliğindeki bu öğrenci grubu, Arap dünyasında Nahda
(Rönesans) denilen dönemi başlattı. Mehmet Ali Paşa tarafından kurulan Bulak
Matbaası’nda çoğunlukla Fransız yazarların çevirisi kitaplar basılmaya
başlandı. 1834’te Tahtavi’nin Fransa günlerini anlattığı Paris Gözlemleri (Ses
Yayınları, 1992), bu matbaada basılan ilk Arapça kitap olarak tarihte yerini
aldı. Bu kitap, Mısırlı gençleri o kadar çok etkiledi ki, 4 yıl sonra tekrar
basıldı ve 1839’da Türkçeye çevrildi.
“Mısır,
Mısırlılarındır”
1882’deki
İngiliz işgaliyle birlikte, Mısır’ı 1952 Darbesi’ne kadar etkileyecek
milliyetçiliğin bir varyantı olan Mısır ulusçuluğu, Nahda hareketinin devamı
niteliğinde doğmuştu artık. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası yükselişe geçen
Pan-Arabist akımdan farklı olarak, ülkedeki gayrimüslim nüfusu da kapsayan,
dine birleştirici bir etmen işlevi veren, Firavuna dayanan kadim Mısır tarihini
ön plana çıkaran, bağımsızlığı ana amaç olarak belirleyen ve Araplığı
dışlayarak Mısırlı kimliğini ortaya koyan bu ulusçuluk, bu dönem yetişen tüm
entelektüellerin yanı sıra, Sad Zağlul önderliğindeki liberal Vafd Partisi’nin
de ana düsturuydu. Benedict Anderson’ın belirttiği gibi “hayali cemaat”
inancının pekişmesinin kopmaz bir parçası olan günlük gazetelerin yükselişi de
ulusçuluğun yükselişiyle aynı dönem de başladı. I. Dünya Savaşı’na kadar, yayın
hayatını günümüze kadar sürdüren el-Ehram’ın da dâhil olduğu 283 gazete ve
dergi yayınlandı. Çoğu günlük yerel politik ve ekonomik olaylara yer verse de,
şiirler, tarihi öyküler ve kısa romanlara yer vererek edebi üretimin merkezinde
yer almaya başladı. Bu sayede, şiir ve sözel anlatı hâkimiyetinin en azından
form değiştirdiğini söyleyebiliriz. Okur-yazar oranının azlığından dolayı
ortaya çıkan ve kahvelerde veya köy meydanlarında hâlâ devam eden yüksek sesle
gazete okuma alışkanlığı, sözel anlatının yerini alırken, şiirler de gazete ve
dergilerdeki yerini almaya başladı. Batılılaşma dalgasının beraberinde
getirdiği merkezi düzen ve kentleşmenin etkilediği Bedeviler, yaşam
düzenlerinin değişmesini konu eden ağıtları da şiir geleneği içinde kendine yer
buldu.
20.
yüzyılın başından itibaren, tüm türlerdeki edebi üretim altın çağına girdi.
Lübnan’daki göç dalgasıyla Kahire’ye gelen Hıristiyan yazarlar Corci Zeydan ve
Farah Antun, çoğunlukla İslam tarihini konu alan tarihi öyküleriyle gazetelerin
en çok okunan yazarları haline geldiler. Saray yakınlığıyla bilinen ve hala
Mısır şiirinin en üst noktası olarak anılan “Şairlerin Şahı” Ahmet Şevki[1],
“Nil’in Şairi” Hafız İbrahim ve devamında gelen Mahmut el-Akad öncülüğündeki
Divan Okulu ile en ünlü temsilcisi Ahmet Zeki Ebu Şadi olan Apollo Grubu, Mısır
şiirinin en önemli temsilcileri olarak ön plana çıktılar. Drama da ise Mahmud
ve Muhammed Teymur kardeşlerin yoksulların hayatlarıyla ilgili ve Tevfik
el-Hakim[2]’in
sahneye konulmaktan çok okunmak için yazdığı tiyatro oyunları ön plana çıktı. Cemaleddin
Afgani’nin Musevi öğrencisi Yakub Sanu’nun satirik eserleri ve Lübnanlı Halil
Mutran’ın Sheakespeare çevirileri de tiyatro yazınına önemli katkılar yaptı. Ahmed
Lütfi Seyyid’in 1912 yılında çıkarmayan başladığı el-Ceride dergisi,
ulusçuluğun en etkili yayını olmanın yanı sıra, kısa öykü ve romanda çığır açan
bir kuşak yetiştirmesiyle ön plana çıktı. Yazarlığından çok, psikanaliz ve
sosyalizm konusunda öğretici yazılar yazdığı için “hocalığıyla” tanınan Kıpti
Selame Musa, bu derginin çevresindendi. Marksizm’den ziyade Bernard Shaw ve H.
G. Wells’in ılımlı sosyalizmini benimseyen Musa’nın en önemli öğrencisi, Necib
Mahfuz olacaktı. Batı romanlarının
dikkatli taklitleri üzerinden ilerleyen romana, daha sonra bakanlık da yapacak
olan bu dergi çevresinden Mahmud Hüseyin Heykel[3]
1914’te yayınladığı Zeynep romanıyla özgün bir duruş getirdi. Albert
Hourani tarafından kuşağının en etkin ismi olarak gösterilen Taha Hüseyin de,
el-Ceride sayfalarında yerini aldı. İslam Öncesi Şiir kitabıyla,
radikallerin şimşeklerini üzerine çeken Hüseyin, Keder Ağacı üçlemesiyle
Mısır Edebiyatı’nda kuşak romanlarının önünü açtı. 1952 Darbesi öncesi Eğitim
Bakanlığı da yapan Hüseyin, şöhretini otobiyografik eseri Günlerin Kitabı
(Belge Yayınları, 1994) ve Mısır Kültürü’nün Geleceği isimli gelecek üç kuşağında
zihniyetini etkileyecek kitabına borçludur.
“Nobel,
Necib Mahfuz’u kazandı”
1930’larda
yazmaya başlayan ve “Akademisyenler Kuşağı” olarak adlandırılan yeni bir grubu
sahneye çıkar. 1936’da gelen tam bağımsızlıkla yükselen umut dalgası,
sonrasında gelen II. Dünya Savaşı, İsrail devletinin kurulması ve İsrail
topraklarında yaşayan Filistinlilerin sürgün edildiği Nekbe gibi krizler
sebebiyle giderek törpülenecektir. Bu siyasi ortamda, edebi ürün verenlerse bir
önceki kuşağa göre, daha farklı denemeler yapacaklardır.
Bu
kuşağın en önemli temsilcisiyse elbette ki Necib Mahfuz[4]’dur.
1930’larda başlayarak 20. yüzyılın bütününe yayılan kariyerinde Mahfuz, birkaç
kez üslup değiştirse de, romanlarının merkezinde hep Mısır orta sınıfı vardır.
İlk kuşaktan farklı olarak, Avrupalı bakışıyla ve bizzat Avrupa yazılan
romanları değil, içinde yaşadığı insanların hikâyelerini yazar. İlk romanları
baskın bir şekilde, bir önceki kuşağın ulusçuluğundan etkisiyle kadim Mısır
üzerine olsa da, daha sonra ciddi boyutta siyasi, dini ve toplumsal
eleştirilere yer verecek ve radikallerle yıldızı hiç barışmayacaktır[5].
Mahfuz, Arap edebiyatında pek ilgi gösterilmeyen roman türünde çığır açmış ve
1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne uzanmıştır. Arap Yazarlar Birliği’nin yaptığı
“En İyi 105 Roman Listesi”nde Kahire Üçlemesi’yle ilk sırada yer almış
ve Arap Edebiyatı’nın tepe noktası olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Nobel’i
aldığı gün el-Ehram’ın attığı Mahfuz’un değerini tam olarak tarif eder: “Nobel,
Necib Mahfuz’u kazandı.”
Akademisyenler
Kuşağı’nın diğer önemli temsilcileriyse, Fuşa (edebi Arapça) ile Amiyye’yi
(günlük Arapça) başarılı bir biçimde harmanlayan ve sağlam bir modernleşme
eleştirisi sayılan Dağ romanının yazarı Fethi Ganem, fellah-ağa
ilişkilerini konu alan Dünya ve darbe öncesi toplumun bir eleştirisi
olan Yeni Kahire kitaplarının yazarı Abdurrahman Şarkavi[6],
melodramlarıyla çok popüler olan, fakat edebi açıdan çok değer verilmeyen Yusuf
Sibai ve Türkiye’de daha çok muhafazakâr kesim tarafından tanınan “Asr-ı Saadet
romancısı” Abdülhamit Cevde es-Sahhar[7]’dır.
Bir
Müjdeci ve Aykırılar
Mısır
Edebiyatı’nda üçüncü kuşak olarak ortaya çıkacak olan “Altmışlar Kuşağı”nı
gelişini müjdeleyen Yusuf İdris, 1950’lerde yazmaya başlar. Ganem gibi, dili
harmanlama ve kullanma konusunda çok usta olan ve darbe sonrası içeri giren
siyasi mahkûmlar üzerine yazdığı Siyah Polis, Beyaz ve Aşk ve
Küller Şehri romanlarıyla tanınan İdris, Mahfuz’dan da büyük övgüler almış
ve birkaç kez Nobel’e aday gösterilmiştir.
Altmışlar
Kuşağı’nın çoğu, 1952 Darbesi’ni ve Nasır’la birlikte yükselen Pan-Arabizm’in
destekçisi olsa da, yaşanan heyecanın 1967’de İsrail’e karşı alınan son
yenilgiyle kesin olarak ölüşü ve tüm Arap toplumlarının Nekse (Nekahat)
dönemine girmesine tanık olduklarında sert eleştirilerden çekinmezler. Genelde
sol-milliyetçi eğilimleriyle politik aktivizmin içine girmiş ve çoğu bu
sebepten dolayı hapis yatmıştır. Arapçayı yeniden icat eden ve önceki edebi
formları sorunsallaştırarak yeni bir yapı kurmaya çalışan bu kuşağın en önemli
ustaları, Şeref adlı romanıyla ismini Arap Edebiyatı’nın en büyük
ustaları arasına yazdıran Sunallah İbrahim; Nasır’ın ölümünün ardından, ona
karşı çok ciddi eleştiriler içeren ama Mısırlı yetkililerin tepkisinden
çekinerek Şam’da bastırdığı Zeyni Bereket’in (Kahire’nin Mücevheri,
Can Yayınları) yazarı ve Necib Mahfuz’un manevi oğlu Cemal Gitani[8];
tıka basa yiyen Mısır’la aç ve sefil kalan Mısır arasındaki farkı anlatan
kitabı Mısır Toprakları’nda Savaş (Kanat Kitap) iki yıl Mısır’da
yasaklanan Yusuf el-Kaid; Nasır döneminde 4 yıl hapis yatan, Sedat döneminde de
11 yıl sürgün hayatı yaşayan ve Adamın Yedi Günü romanıyla ünlenen Abdülhakim
Kasım; köyün gerçekçi romancısı Yahya Tahir Abdullah; Aşağı-Yukarı Mısır,
Kıpti-Müslüman ve erkek-kadın arasındaki kadim çatışmaları romanlarına yansıtan
ve Rama ile Dragon romanıyla ünlenen Edwar el-Harad, İskenderiye’de
Kimse Uyumaz romanıyla tarihi Mısır’ı gözler önüne seren İbrahim
Abdülmecid, Heron romanıyla “En İyi 105 Roman” listesine dahil olan
İbrahim Aslan ve yazmaya daha geç başlasa da, zihnen bu kuşağa ait olan meşhur Sürgünde
Günbatımı’nın (Doğan Yayınları) yazarı Baha Tahir’dir. Bu kuşak aynı
zamanda, feminizmi en güçlü biçimde dile getiren kadın yazarlar da çıkarmıştır:
Türkçede bir dönem çok tanınan ve kadın/erkek sünneti karşıtı aktivizmle ön
plana çıkan Neval el Seddavi[9],
kadınların hayatını kadınlar yazdıkça bir değişim olabileceğine inan Selva Bekr
ve erkek egemenliği karşıtı protestolar yüzünden hapse giren ve Açık Kapı
romanı filme de çevrilen Latife Zeyyat.
Devrim,
“Geliyorum” Diyor
Mısır
Edebiyatı, Sedat’ın öldürülmesinin ardından başa gelen Hüsnü Mübarek’in
yönetimi altında üretim yapmakta uzun bir süre zorlandı. Yenilgiler ve
umutların boşa çıkışıyla yaşanan hayal kırıklıkları, edebiyatçıları da toplum
gibi bunalıma sürükledi. Bu açıdan, yeni edebiyat patlamasının da, 2001’de
filizlenmeye başlayan sosyal hareketlenmelerle aynı zamana denk düşmesi
şaşırtıcı değil. Kitap yayınlarında ve satışlarında yaşanan patlama, bağımsız
kitapevlerinin ortaya çıkışı ve sosyal medyanın yaygınlaşması, edebiyat
ortamının tekrar etkin günlerine dönmesini sağladı. İslam’a yönelik tavrı nedeniyle
radikaller tarafından çok eleştirilen Ala el-Asvani’nin 2002’de çıkardığı Yakupyan
Apartmanı (Turkuvaz Kitap) kıvılcımı ilk çakanlardan. Booker Ödülü’ne Aşkın
Haritası romanıyla aday olan ve Mısır Devrimi’ni günbegün Guardian’da
aktaran Ahdaf Soueif, Bedevi toplumunu, özellikle kadınını romanlarına konu
eden Miral el-Tahavi, Arapça Edebiyat’ta kendine çok yer bulamayan
polisiye/aksiyon türünde usta olan Yusuf Zeydan ve 2011 Devrimi’nin
altyapısındaki toplumsal kaynamayı Kahire’deki taksicilerle yaptığı
konuşmalarla adeta önceden haber veren ve bu konuşmaları topladığı Taksi
kitabı rekor düzeyde satan Halid el-Hamisi, bu kuşağın öne çıkan isimleri.
Bu yazı, Agos Kirk/Kitap Kasım ayı sayısında yayınlandı.
Sevag Beşiktaşlıyan
[1] Hakkında detaylı bilgi için bkz. 1868-1932
Mısır'da Bir Türk Şair Ahmet Şevki, Ahmet Kazım Ürün, Kaknüs Yayınları,
2002
[2] Türkçeye çevrilen kitapları: Asa ile
Sohbetler (Elif Yayınları), Gezegenle Sohbet (Birey Yayıncılık), İzis
(Pınar Yayınları), Sanat Üzerine (Kaknüs Yayınları), Trendeki Derviş
(Mavi Yayıncılık), Şeytanın Vaadi (Şule Yayınları), Ashab-Kehf/Mağara
Arkadaşları (Kayıhan Yayınları), Bir Taşra Savcısının Günlüğü (Belge
Yayınları), Şarkın Serçesi (Kaynak Kültür)
[3] Türkçedeki tek kitabı: Hz. Muhammed’in
Hayatı (Kitabevi)
[4] Son yıllarda, neredeyse tüm kitapları
Türkçeye çevrilmiştir: Kahire Üçlemesi: Saray Gezisi, Şevk Sarayı,
Şeker Sokağı, Aynalar, Başlangıç ve Son, Dilenci, Han
el Halili, Serap (Hit Kitap), Aşk Zamanı, Başkanın
Öldürüldüğü Gün, Cebelavi Sokağı’nın Çocukları, Midak Sokağı
(Kırmızı Kedi), Bıldırcın ve Sonbahar (Kaknüs Yayınları), Binbirinci
Geceden Sonra (Oğlak Yayınları), Savrulan Kahire (Meneviş
Kitapları), Düğün Evi, Hırsız ve Köpekler, Karnak Kafe, Miramar
(Turkuvaz Kitap)
[5] 1959’da yazdığı Cebelavi Sokağı’nın
Çocukları ile başlayan tepki dalgası, Başkan Enver Sedat’ın öldürülmesine
sebep olacak Arap-İsrail Barışı’nı desteklemesi ve Salman Rüşdi’nin Şeytan
Ayetleri’yle İslam’a hakaret ettiğini ama fikrini söylemek özgür olduğunu
belirtmesiyle 1994’te boynuna vurulan bir bıçak darbesine dönüşecektir. Mahfuz,
ölmez; fakat sağ tarafı felçli kalır ve ömrünün son 12 yılında çok az edebi
üretim yapabilir. Ayrıca bu roman, el-Ehram gazetesinde yayınlansa da, Arapça ilk ve tek baskısı 1967’de Lübnan’da
yapılmıştır. Aynı roman, 2008’de ilk olarak Turkuvaz Kitap tarafından Türkçede
yayınlansa da, daha sonra sebep gösterilmeden yayınevi tarafından
toplatılmıştı. Allah, Şeytan, Kabil, Habil ve dört resulün birer karakterle
temsil edildiği kitap, Kuran gibi 114 bölümden oluşur ve kutsal
kitaplardaki tüm efsaneleri 1950’lerde geçiyormuş gibi kurgular.
[6] Türkçedeki tek kitabı: Özgürlük
Peygamberi (Düşün Yayıncılık)
[7] Türkçeye çevrilen kitapları: Anayurt
Mekke-Adnaniler, Ey Ateş Serin Ol, Faraklit’i Beklerken-Kureyş,
Hz. Bilal-Peygamber Müezzini, İbrahim Milleti-İsmailoğulları, Mısırlı
Hacer, O Bir Yetimdi, Rahmetin Gelişi, Siyah İnci-Bilal-i
Habeşi, Yalnız Sahabi-Ebu Zer (İnkılab Yayınları), Dört
Halife’nin Hayatı (Kahraman Yayınları)
[8] Mısır lehçesindeki cim harfinin yerine g harfinin kullanılması sebebiyle Mısır’da ismi Gamal Gitani diye telaffuz edilir ve Türkçeye de bu şekilde çevrilmiştir. Türkçedeki diğer kitabı: Günbatımının Çağrısı (Can
Yayınları)
[9] Türkçeye daha once çevrilen 6 kitabı
olmasına rağmen, hâlihazırda ulaşılabilen kitapları: Kadının Cennette Yeri Yok,
Kahire Saçlarımı Geri Ver, Şeytanın Masumiyeti (Everest Yayınları), Sıfır
Noktasındaki Kadın (Metis Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder