Robert Fisk |
- Büyük
Medeniyet Savaşı kitabınız sonunda Türkçede yayınlandı. 2006’daki Angora
Yayınları’ndan yayınlanma girişiminde, birçok tevatüre sebep olan bazı sorunlar
yaşanmıştı. O süreç, gerçekte nasıl yaşandı?
Baştan söyleyeyim, Angora ile çok
iyi ilişkilerim var. Kitabımdaki “İlk Soykırım” bölümünün Türkçe çevirisini
esasen onlar yapmıştı ve çok iyi çeviriydi. Planlanan yayın tarihinden bir süre
önce, 301. maddeden yargılanabilecekleri endişelerini belirttiler, fakat
yabancı olduğum için benim yargılanmam, ancak ben talep edersem olabilirdi. Ben
de, böyle bir şey olursa, yargılanmayı kabul edeceğimi ve Ermeni Soykırımı’ndan
bahsetmek için mahkemeye geleceğimi söyledim. Daha sonra, ben
Irak’ın Amerikan işgaliyle meşgul olduğum için iletişimimizi kaybettik. Şu da
var ki, Büyük Medeniyet Savaşı’nın tüm yayın haklarını Londra merkezli
HarperCollins’te. İşle ilgili detayları, Angora’yla onlar görüştüler ve bana
biraz gecikme olacağını söylediler ama hiçbir gerekçe vermediler. Daha sonra,
kitabın haklarını İthaki’nin aldığını ve Kasım ayında yayınlayacağını duydum.
Yani Angora’yla aramda hiçbir şekilde husumet yok. Birkaç kez telefonda
görüştük ve her zaman çok arkadaşça davrandılar.
- 1915’in Soykırım
olduğu konusunda çok netsiniz. Sizin de ortaya koyduğunuz gibi ortada bu kadar
açık kanıtlar varken, Türkiye hükümetleri inkâr konusunda nasıl ısrar
edebiliyor?
Sizin de bildiğiniz gibi,
Türklerin Ermeni Soykırımı’nın gerçekleri hakkında şüphe duyduklarını
düşünmüyorum. Türkiye’yi her ziyaret ettiğimde, arkadaşlarımla konuşurken
konuyu soykırım sorununa getiririm ve hepsi olanları kabul ettiklerini
söylerler. 1999’daki korkunç deprem dolayısıyla Türkiye’deydim ve hem bilim
insanı olarak, hem de kurtarma ekibi olarak görev alan kıdemli devlet
memurlarından yardım aldım. İki hafta sonra, hepsini Boğaz’da güzel bir yemeğe
çıkardım ve gayet doğal bir şekilde sordum: “Ermeni soykırımı hakkında ne
düşünüyorsunuz?” Hepsini cevabı aynıydı: “Tabii ki yaşandı.” Üstüne
üstlük, bildiğiniz gibi, çoğu Türk, büyükannelerinin veya büyük
büyükannelerinin, Ermeni olduğunu keşfediyor. Onlar, 1915’te birer genç
kızdılar ve Müslüman olarak katliamlardan kurtuldular. Bu, binlerce Türk’ün bir
yanıyla Ermeni olduğu anlamına geliyor. Onların, bunları bilmeye ve atalarının
meydana getirdikleri ıstırabı, acıyı ve ölümü anlamaya hakları var. Bu
konuştuğumuz, sadece Ermeni tarihi değil, aynı zamanda Türk tarihi…
- Peki,
inkâr neden sürüyor?
Bu konuda üç gerekçem var. Birincisi,
Türkler gerçekten çok gururlu bir halk ve soykırımla ilgili gerçekleri
kabullenmenin, kendilerine katil damgası vuracağından korkuyorlar. Eğer durum
gerçekten böyleyse, bu biraz yanlış. Tarihi gerçekleri kabul etme kararı,
tarihlerindeki korkunç gerçekleri kabullenmiş diğer ülkelere getirdiğinden
başka hiçbir şey getirmeyecek. İngilizler, neredeyse 1915’te katledilen
Ermeniler kadar İrlandalı erkek, kadın ve çocuğun öldüğü 1850’lerdeki Büyük
İrlanda Kıtlığı’ndaki sorumluluğunu kabul ettiler. Almanlar 1939-1945
yıllarında işledikleri suçları, savaş suçu olarak tanıdılar. Kısa süre ön-ce,
Ukrayna’nın Polonya’dan, kendi halkının Nazi işgali sırasında Polonyalı
köylülere karşı işledikleri toplu katliamı da içeren korkunç suçlardan dolayı
özür dilediğini gördük. İkincisi, Mustafa Kemal Atatürk, Ermenilere karşı
işlenen suçların hiçbirisinin faili değilken, hatta kendisi hiçbir zaman böyle
nitelendirmese de, soykırımı tasvip etmediğinin kanıtları da yayımlanırken,
daha sonraki yıllarda yakın çalışma arkadaşları olacak insanlarınsa her ne
kadar dolaylı olsa da, soykırımla ilgileri var. Başka bir deyişle, bugünün
Türkiye’si, yani Atatürk’ün yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilgiden dolayı
zarar göreceğine dair korku duyuyor olabilirler. Son gerekçe ise, eğer Türkiye
soykırımı tanırsa, dünyadaki milyonlarca Ermeni’nin tazminat, hatta mallarının
iadesini uluslararası mahkemeler vasıtasıyla isteyebileceği korkusu... Bu
gerçekleşebilir. Elbette, eğer Türkiye, kişisel olarak desteklediğim bir süreç
sonucu AB’ye katılma başarısı gösterirse, Fransa’da, İngiltere’de veya AB’nin
herhangi bir yerinde yaşayan Ermenilerin tazminat veya mal iadesi dâhil her
türlü talepte bulunma hakları olacak. Bu, Türkiye’nin yüzleşmek zorunda olduğu
ve yüzleşmesi gereken bir gerçek… Fakat böyle talepler gelirse, eminim ki AB ve
ABD, tazminat hususunda yardımda bulunacaklardır. Bu, Türkiye’nin de parçası
olduğu Avrupa’nın çözmesi gereken bir problem olacaktır.
- Kitabınızda,
Holokost ile Ermeni Soykırımı arasındaki güçlü benzerlikleri işaret
ediyorsunuz. Fakat Türkiye’de Holokost için kullanılan Lemkin’in “soykırım”
tanımının hâlâ Ermeni Soykırımı için geçerli olamayacağı savunuluyor. Bunun
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence, Lemkin hakkındaki tez
tamamen yanlış. Lemkin Yahudi’ydi ve ‘soykırım’ terimini Ermeni Soykırımı için
kullanmıştı. Dolayısıyla, soykırım teriminin 1915’te var olmadığını söylemek
çok saçma. Balkan Savaşları sırasında yüz binlerce Müslümanın katledilmesinin
soykırım olabileceğini savunan Türkiye de bu konuda haklı. Peki, 1912’de
yaşanan toplu ölümler için kullanılabilecek bir kelime, nasıl oluyor da 1915
için uygun olmuyor? Bu ikiyüzlülüktür. Olayları, gerçekleştikleri tarihteki
kelime dağarcığıyla isimlendirmeye çalışmak da çok gülünç. 1939’a kadar, 1914-1918
Savaşı, İngiltere’de ‘Büyük Savaş’ olarak adlandırılırdı. Fakat 1945’ten sonra,
‘Birinci Dünya Savaşı’ demek zorunda kaldılar.
- Türkiye’de 1915 konusu açıldığında, “Batı” veya “emperyalist”
komplolarından bahsedilir. Hâlbuki siz, Batı’nın hiçbir zaman Türkiye’ye
soykırımı kabul ettirmek için siyasi etkisini ortaya koymadı diyorsunuz. Hatta
medya ve üniversitelerinde dürüst davranmadığını belirtiyorsunuz. Neden Batı
böyle bir tavır alıyor?
Batı, her zamanki gibi, tarihle
yüzleşmeyi reddediyor. Amerikalılar, her zaman NATO müttefikliğini ve
Türkiye’nin hava üslerini kullanmayı, tarihi gerçeklerin önüne koydukları için
özellikle suçlular. Öte yandan birkaç Avrupa Parlamentosu, şu an resmi olarak
Ermeni Soykırımı’nı tanımış durumda ve bunların devamının geleceğini
düşünüyorum.
- Türkiye,
soykırımı reddetmekte ısrarcıyken, atalarının da fail olduğu muhalif Kürt
hareketi, utangaç adımlar atıyor. Kürtlerin, soykırımı kabul etmeleri, neler
getirir?
Kuzey Irak’ta, nesillerdir yakın
arkadaş olan ve soykırımı bir gerçek olarak tartışan Kürtler ve Ermenileri
gördüğümde çok şaşırmıştım. Dolayısıyla ilişkileri Türk-Ermeni ilişkilerinden
daha farklı... Kürtlerin Ermeni Soykırımı’nı tanımaları kafamda tek soru
doğuruyor: Eğer soykırım suçuna gerçekten ziyadesiyle bulaşmış Kürtler, bunu
kabul edebiliyorsa, neden Türkiye yapamasın?
- 1915’te
yaşananları kabul eden Türkiye entelektüelleri, son yıllara kadar olaylarla
ilgili pek bilgileri olmadıklarını söylüyorlar. Siz, 1915’te yaşananları ne
zaman öğrendiniz?
I. Dünya Savaşı’nda Fransa’da
asker olan babam Bill, Ermeni Soykırımı’ndan bahsettiğinde, küçük bir çocuktum.
Tarihe çok meraklı bir insandı. Bana, Churchill’in Ermeni Soykırımı’nı
‘holokost’ olarak adlandırdığı I. Dünya Savaşı’nı anlatan kitabını vermişti.
Daha sonra, 1976’da Beyrut’a muhabir olarak geldiğimde, orada kendilerini İç
Savaş’ın dışında tutmaya çalışan büyük bir Ermeni toplumuyla karşılaştım.
Ermeni Soykırımı ile ilgili onlardan çok şey öğrendim. Sürekli Beyrut’ta en çok
yaşadıkları semt, Maraş’ı ziyaret ederdim. Elbette ki, Maraş ismini,
Türkiye’deyken dedelerinin yaşadığı Maraş şehrinden alıyor. Sonra Doğu
Lübnan’daki küçük kasaba olan Anjarlı birçok Ermeni’yle tanıştım. Anjarlılar,
İskenderun 1939’da Fransa’dan Türkiye’ye geçtiğinde, oradan kaçan Ermenilerdi.
Anne-babaları, “Musa Dağı kahramanları”nın kemiklerini de beraberinde getirmiş
ve Lübnan’a gömmüşlerdi. Fakat Anjar’ın Ermeni papazı, her sene tatilini
Türkiye’de geçirdiğini söyleyince çok şaşırmıştım.
- Bu
kitabı 2005 yılında yayınladınız. O zamandan bu yana, Türkiye bir yandan Hrant
Dink cinayeti ve davasındaki adaletsizlikleri, rahip ve misyoner cinayetlerini;
diğer yandan Vakıflar Yasası, vakıf mallarının iadesi gibi süreçler yaşadı.
Sizce bu açıdan, Türkiye şu anda nasıl bir noktada?
Hrant Dink öldürüldüğünde
Beyrut’taydım ve o gece gazetem Independent’a onu, soykırımın 1.500.001.
kurbanı olarak gördüğümü anlatan bir yazı yazdım. Sonrasında Türklerin
sokaklara dökülüp ‘Hepimiz Hrant’ız’ diye bağırmalarından müthiş etkilendim ve
bunun 1915’te yaşananların, Dink kadar masum olan yüz binlerce Ermeni’nin
Osmanlı Türkleri tarafından katledilmelerini hatırlamanın önündeki yolu
açacağını düşündüm. Fakat daha sonra, Türk polislerin, Dink’in katilinin
yanında gururla poz vererek, dünyaya eski nefretlerin hiç değişmeden yerinde
durduğunu hatırlattıkları iç karartıcı fotoğraf geldi. Ama şunu da ekleyeyim;
son zamanlarda azınlık vakıflarıyla ilgili gelişmeler çok umut verici.
- Son olarak, sizin tabirinizle, “yeni” Türkiye’nin, Ermeni Soykırımı’nı
tanıma başarısı gösterebileceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin şu anda bunu kabul
edebileceğini düşünüyorum. Türkiye, ilk kez ziyaret ettiğim yaklaşık 30 yıl
öncesine göre daha kendine güvenli ve daha enerjik bir ülke. Fakat ‘yapabilir’
demek, ‘yapacak’ demek değil!
‘İsrail’in 1915 ile ilgili tavrı
utanmazca’
- Kitabınızda,
Türkiye’nin Ermeni Soykırımı konusunda bir gelişme yaşanmasını engellemek
konusunda en büyük desteği İsrail’den aldığını söylüyorsunuz; fakat
Türkiye-İsrail ilişkileri bitme noktasına gelmiş görünüyor. Bu gelişme, 1915’in
tanınma sürecini nasıl etkiler?
Resmi olarak birçok kez
dillendirdiği gibi, İsrail, Ermenilere uygulanan katliamları soykırım olarak
kabul etmiyor. Bu, İsrail’in en ünlü soykırım uzmanı İsrael Charny’nin çok ağır
eleştirdiği bir siyasa. Hatta Simon Peres dışişleri bakanlığı döneminde Ermeni
Soykırımı’nı reddetmiş ve Charny’den şöyle bir mektup almıştı: “Bana öyle
geliyor ki… Siz ahlaki sınırın o kadar ötesine geçtiniz ki bu, hiçbir
Yahudi’nin işlememesi gereken bir günah… Bir Yahudi ve bir İsrailli olarak,
Holokost’un inkârıyla karşılaştırılabilecek bir olaya, Ermeni Soykırımı’nı
reddetmeye cüret etmenizden utandım.” Charny, soykırım tarihini anlattığı iki
ciltlik müthiş eserinde, Ermenilere 45 sayfa ayırır. İsrail’in
böylesi bir tavrı iki sebepten dolayı aldığını düşünüyorum: Türkiye’yle
mükemmel ilişkilerini sürdürmek ve 1915 Soykırımı’yla Holokost’un eşit
görülmesini engellemek ki, böylece Holokost, tüm ölümler içindeki ayrıcalıklı
konumunu koruyacaktı. Mavi Marmara saldırısı ve Türkiye’nin sert cevabından
sonra, İsrail’in sağ siyasetçileri bir anda, Ermeni katliamlarına dikkat
çekmeye ve bu korkunç suçtan kaynaklanan Türkiye’nin yaralarını açmayı denemeye
başladılar. Başka bir deyişle, Ermeni Soykırımı’nı bugüne kadar reddeden
İsrail, aniden bunu kabul etmenin siyaseten çıkarına olduğunun farkına vardı.
Toplu ölümlerden bahsederken, bundan daha utanmaz bir tavır alamazsınız.
* Bu röportajın kısaltılmış versiyonu, 18 Kasım 2011'de Agos gazetesinde
yayımlandı.
Sevag Beşiktaşlıyan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder