27 Ocak 2012 Cuma

Belgin Uğursu-By’B: 'Ankara müzisyeni yaftasıyla gurur duyuyorum'

Kısaca kendinizden ve müziğinizden biraz bahseder misiniz?
Kısaca By’B derler ya da Tek kişilik Orkestra Belgin diye anılırım. “Tek kişilik orkestra” projemle bütün enstrümanları tek tek ve üst üste kaydedip onlardan bir orkestrasyon müzik yaratmaya çalışıp, bunu da sahnede sergilemeye çalışıyorum. Kullandığım pedallar sayesinde bütün enstrüman seslerini verebiliyorum. Biraz teknolojiyle alakalı bir proje…

Bu projeye ne zaman ve nasıl başladınız?
Projeye başlayalı üç yıl oldu.  Müzik teknolojileriyle çok ilgili bir insandım; hatta sırf müzik teknolojilerini ve pedallarını öğrenmek için müzik mağazasında çalıştığım bile olmuştur. Üç yıl önce, müzik grubumdan ayrıldıktan sonra, kendi başıma bir şeyler yapmak istedim. Sesleri üst üste kaydederek o anda bir şeyler üretmek, o anda müzik üretmek ve onu sergilemek istiyordum. Loop station diye bir pedalla başladım. Loop station denilen cihaz, ne çalarsanız çalın kaydeden ve o zamanlar Türkiye’de pek fazla bilinmeyen bir cihazdı. Fakat kulağım grup müziğine çok alıştığı için kendi müziğimde sesler zamanla yetmemeye başladı. Tek gitar tarzda çalıp vokal yapmak beni tatmin etmemeye başladı. Davul sesi olsun, gitar sesi olsun, basgitar sesi olsun; özellikle bas gitar sesi çok arzuladığım bir şeydi. Her şeyi kaydedebileceğimi biliyordum, basit bir anahtarlık ya da bir kutu bozuk para sesini bile kaydedip bunu canlı bir performansa dönüştürebileceğimi.

Sonuçta bu şekilde başladı tek başıma müzik yapma çabasıyla başladı. Sonra bir gün bir baktım, 2,5 sene geçmiş ve etrafım cihazlarla dolu, artık taşıyamıyorum. Yaptığım müzik giderek karmaşıklaşıyor. O noktada durdum ve ‘ben ne yapıyorum?’ dedim. Cihazlarım eksik olduğu için fazla elektronik sesleri kullanamadığımdan “All in One Show” ismini koyduğum şovumu, sound olarak çok geliştirdiğimi fark ettim ve cihazlarımın toplam 80 kiloya ulaştığını da. Bu nedenle projenin adını “Full Sound Show” olarak değiştirdim. Bu yaptığım şeye ben, “Canlı Altyapılı Şov” diyorum. Bunu, bu şekilde benim tarzımda olduğu gibi sahnede sergileyen yok. Bunu ben kendim kafamdan ürettim. Cihazların hepsini de kendi başıma kullanmayı öğrendim ,geriye bir tek sound hakimiyeti ve sıkı aranjeler yapmak kaldı. Bir altyapı var ama o altyapıyı canlı olarak ben o anda icra ediyorum.O nedenle bu tarz canlı müzik yapmaya “Canlı Altyapılı Şov’’ adını taktım. Aslında birçok kişiye de ön ayak oluyorum ama insanlar henüz böyle bir iş yapmaya uzak bakıyorlar. Eğer yaparlarsa buna “Canlı Altyapılı Şov’’ diyebilirler.  Fakat şu anlık Türkiye’de tekim.


Peki, grup müziğini kısıtlayıcı mı buluyorsunuz?
Aslına bakarsanız tek başıma yaptığım müzik daha kısıtlayıcı, çünkü bütün o sounda hâkim olmak zorundayım. Aynı anda dört beş pedala basıyorum ve soundu sürekli kontrol ediyorum. Kendi sistemin içinde mikserlerim ve ekolayzırlarım var. Bu yüzden, her parçayı da coverlayamıyorum. Parçanın coverlanması için üst üste tekrar eden ritimler içermesi gerekiyor. En azından ritm tekrar etmesi ve bir anda alakasız bir ritme geçmemesi lazım. Rock müzik parçalarını biraz zor coverlayabiliyorum, çünkü ritimler sürekli değişiyor ve bir anda başka bir ritme geçebiliyorlar. O enerjiyi de ben veremiyorum. Rock müziği de çok seviyorum ve o enerjiyi kirletmek istemiyorum. Tabii ki yinede çabalıyorum Rock müzik coverlamaya ama daha çok yabancı pop müzik parçaları coverlıyorum. Fakat Süleyman Bağcıoğlu ve In Rock grubuyla bu tarz bir şey yapmak istiyorum, çok güzel olacağını düşünüyorum. Henüz bu projemden bahsetmedim kendilerine, Pink Floyd- Money parçasını onlarla ortak bir şekilde coverlamak ve dünyaya duyurmak isterim.

Dünyada başka bir örneği var mı? Tek başına müzik yapan birileri?
KT Tunstall var.  Gitarla birkaç akort kaydediyor ve üzerine birkaç dizi vokali efektsiz olarak kaydederek, ayağıyla da ritim tutuyor. Müziği bu kadar yani, fazla değil. Imogen Heap var, o da sadece vokalini kaydediyor. Dub Fx var mesela; Dub Fx en iyi örneği, sadece kendi sesini kullanarak üst üste tekrar ederek loop stationda bunu yapıyor. Onunla benzer sistemi kullanıyoruz. Örnekler çoğaltılabilir elbette.

Ritim tekrarlaması dışında parça seçerken başka kaygılarınızda oluyor mu?
Aslında pek yok. Çünkü her parçayı coverlayabildiğimi gördüm. Ritim tekrar etmese bile, ben o parçayı farklı bir formatla, başka bölümleri tekrar edecek şekilde, ritmi katmayarak işin içine dâhil edebilirim. Kendi istediğim şeyleri çalmaya çalışsam da şöyle eleştirilerle karşılaşıyorum: Pink Floyd - The Wall parçasının coverı, biraz elektronik gibi olmuş veya uymamış diyenler oluyor. Yani bu yönde tek kaygım, insanların beğenip beğenmesi…

Artık Gökhan Kırdar ile çalışmaya başladınız. Bir araya gelmeniz nasıl oldu?
Gökhan Bey, beni internette görmüş. Facebook’taki sayfama üye olmuş. Daha sonra bana mail attı. Gerçekten Gökhan Kırdar olduğundan emin olamamıştım başlangıçta, beni incelemiş ve benimle ne tür çalışmalar yapabileceğine dair planlar yapmış. Beni müziklerini yaptığı bir dizide çıkardı, ardından konserlerinde sahne almaya başladım. En çok dikkatini çeken şeyin, canlı olarak elektronik bir şeyler yapmaya çalışmam olduğunu söyledi ve bu anlamda beni yetenekli bulduğunu söylüyor. ‘Can’t Love Anyone’, Gökhan Kırdar’ın 2012 de başlattığı bir film projesi, bu projede de bulunacağım, fakat özellikle Seven Stars projesi kapsamında ele alınıyorum şu an.

Peki bu bir albüm projesi mi? Yoksa konser projesi mi?
Seven Stars projesi LooPus adı altında Gökhan Kırdar’ın prodüktörlüğünde yurt dışına yönelik elektronik vb müzik alanlarında bir star-name yaratma projesi. Bu kısmı direkt benim imajımı, benim şarkılarımı ve Gökhan Bey’in bana oluşturacağı soundun benimkiyle karışımını ilgilendiriyor. Bunun dışında, Gökhan Kırdar’ın konserlerinde çıkıyorum ama haftalık programımıza da bakacağız.

İstanbul’da nerede çalıyorsunuz?
İstanbul’da birçok yerde sahne aldım. Mayotte’de haftalık program şeklinde sahne aldım. Alt, Pulp, Factory Balans Brau, Line gibi mekânlarda ise konserlerim oldu. Hayal Kahvesi Bistro’da tekrar konserlere başlıyoruz. Artık tamamen İstanbul’a taşındığım için konserlerim de sıklaşacak tabi ki.

Pazartesi günleri, Ankara Twister’dasınız değil mi?
Evet, pazartesileri Twister’dayım. İstanbul’a taşınsam dahi burayı bırakmayı düşünmüyorum, burada kendi projemi çalmaya devam edeceğim. Çünkü bu işi ben burada geliştirdim ve üç senedir burada çalıyorum. Neredeyse burada başladım diyebilirim. Aslında Yolcu Rock Bar’da başladım. Bana en çok fırsat veren mekân ise burası oldu, kendimi en çok burada geliştrdim.

Fatih Korkmaz, “Ankara’da yaşamak biraz evde yaşamak“ demişti onunla yaptığımız röportajda. Siz katılıyor musunuz bu tanıma?
Tabii ki katılıyorum. Ben burayı hep şöyle gördüm, ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm, sonra okul için buraya geldim. Amacım okul değildi, amacım müzik yapmaktı. Sadece farklı bir şehir olsun, ben istediğim müziği yapayım özgürce diye düşündüm ve daha sonra bir dönem burasının gerçekten evim olduğunu hissetmeye başladım. Fakat her kişinin evden çıkıp bir dışarıya çıkıp piyasaya atılma vakti gelir. Benim de o vaktim geldi bu sene,  o yüzden geri dönüyorum İstanbul’a ve biraz da üzülüyorum döndüğüm için. Bütün çevrem, bütün arkadaşlarım, önemli müzisyen abilerim var burada. Hepsini çok seviyorum, bu yüzden, Ankara biraz evim gibiydi.

Ankara’nın Rock müziği açısından canlı bar performansı açısından merkez olduğu söylenir. Elektronik müzik için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Tam olarak bununla alakalı bir şey diyemem. Fakat şöyle bir şey var burada, elektronik müzik yapma şansınız hâlâ pek yok. Burada insanlar bu tip müzik çalan yerlere gitmiyorlar. Saklıkent’te elektronik müzik anlamında öyle güzel etkinlikler düzenleniyor ama insanlar gitmiyorlar. Daha eğlenceli şeylere gidiyorlar. Ama Rock müzik için bence kesinlikle Ankara. Elektronik için bilemiyorum henüz İstanbul’u görmedim. Oraya gittiğimde de, bana hep şüphe ile bakıyorlar. Bir kız çocuğu Ankara’dan çıkmış geçmiş, ne yapabilir ki diyorlar, sonra gerçekten iyiymiş diyorlar. Ankara müzisyeni yaftasını yiyorsunuz ve bu çok güzel bir şey, bununla çok gurur duyuyorum. 


Gökhan Kırdar gibi yenilikler dışında, başka bir yenilik var mı müziğinize dair? Ne yöne doğru kendinizi geliştirmeye çalışacaksınız?
DJlik projem var ama henüz maddi olarak altyapısını sağlayamadım. Bunun adını da “Full Up Show” koydum. Bütün herşeyi kafamda tasarladım. Bu iş olursa, dünya çapında bir DJ olma ihtimalim var ama bunu şimdilik rafa kaldırıyorum, çünkü Türkçe parçalar yazmaya başladım. Gerçekten tutacak şeyler yapabileceğime inanıyorum. Dönem dönem yaşıma göre yaptığım farklı işlerle adımı duyuracağım. Ayrıca bilgisayar ortamında yaptığım ürettiğim müzikler konusunda kendimi geliştiriyorum bir yandan. Şu an bilişim sektöründe cep telefonu oyunları için müzik besteciliği yapıyorum, ileride ise hiç ara işlere dalmadan jingle, belgesel müziği vs değil de, direkt film müziği yapmak istiyorum. Fakat Türkiye’de alışılagelmiş filmlerden ziyade, özellikle fantastik bilim kurgu ya da korku filmleri müzikleri yazmak istiyorum. Kaldı ki, şu an ürettiğim oyun müziklerimin çoğunda bu havayı estiriyorum. Kafamdaki bir diğer proje ise Türkiye’de ün yapmış bir metal grubuna senfonik altyapılar hazırlayıp parçalarını yeniden arkalarında bir senfoni orkestrası varmışçasına aranje etmek. Tabi bunun için öncelikle çalışmalarımın ilerlemesi ismimin de kanıtlanması gerekir. İstediğim şey yalnızca sahnede ve göz önünde olmak değil, zaman zaman müzikal anlamda arkadaki insan olmak...

Yetenek Sizsiniz programına neden çıkmak istediniz?
Yetenek Sizsiniz’e çıkmamı isteyen genellikle çevremdi. Ben de, madem bu işi tek başıma yapıyorum, bunu bir belgeleyeyim diye düşündüm. Başkasının gelip “bu işte tekim” demesini engellemek istedim aslında. Çıktım oraya ve “bakın bunlar benim eserim, bu müzik benim” dedim. Bu formatı imzaladım bir bakıma.

Size bir kapı açtı mı program?
Şöyle bir kapı açtı, böyle bir süre boyunca konserlerimiz dolup taştı. Konser teklifleri gelmeye başladı.  Afişlerime “Yetenek Sizsiniz Belgin” yazılmaya başladı. Bu benim çok da hoşuma gitmedi açıkçası. Çünkü benim bir müzisyen çevrem vardı. Ankara’da birebir tanıdığım bu önemli müzisyenler, “bu kızın burada ne işi var?” gibi düşünmüş de olabilirler belki. Böyle bir eksisi de oldu sanırım.

Ankara’da sizin özel bir dinleyici kitleniz oluştu mu?
Evet oluştu, çok güzel bir dinleyici kitlem var. Ve zaten beni İstanbul’da en çok üzen şeylerden biri de bu. Geliyorlar ama henüz bana ait bir kitle yok. Ama burada hemen böyle bir kitleyi oluşturduk. Burada müzikten anlayan bir kitle var. İstanbul’daki durum daha farklı orada daha çok eğlencelik müzik arıyorlar. Çok eğlenceli olmadığı takdirde, farklı işleri sindirmeleri daha zor.

Yanılmıyorsam Eskişehir’de ve Antakya’da da sahne aldınız. En iyi seyirci kitlesi nerede?
Eskişehir’de inanılmaz bir seyirci vardı. Hiç unutmuyorum orayı, çok ilgiliydiler, oradaki insanlar. İki ay önce Antakya’ya gittiğimde, orada da inanılmaz bir kalabalık vardı. Ama “Yetenek Sizsiniz Belgin” şeklinde bir ilgi vardı. Teyzeler bile duyup gelmişti.

En yakın konseriniz ne zaman?
3 Şubat İstanbul Hayal Kahvesi Bistro‘da. 8 Şubat Taksim Nina Bar’da. 15  Şubat’ta İzmir’de konserimiz olacak. “Tek kişilik orkestra” olarak... 

Can Öktemer-Emre Can Dağlıoğlu

Hiç yorum yok: