Kısaca kendinizden
ve müziğinizden biraz bahseder misiniz?
Kısaca By’B derler ya da Tek kişilik
Orkestra Belgin diye anılırım. “Tek
kişilik orkestra” projemle bütün enstrümanları tek tek ve üst üste kaydedip
onlardan bir orkestrasyon müzik yaratmaya çalışıp, bunu da sahnede sergilemeye
çalışıyorum. Kullandığım pedallar sayesinde bütün enstrüman seslerini
verebiliyorum. Biraz teknolojiyle alakalı bir proje…
Bu projeye ne zaman
ve nasıl başladınız?
Projeye başlayalı üç yıl oldu. Müzik teknolojileriyle çok ilgili bir insandım;
hatta sırf müzik teknolojilerini ve pedallarını öğrenmek için müzik mağazasında
çalıştığım bile olmuştur. Üç yıl önce, müzik grubumdan ayrıldıktan sonra, kendi
başıma bir şeyler yapmak istedim. Sesleri üst üste kaydederek o anda bir şeyler
üretmek, o anda müzik üretmek ve onu sergilemek istiyordum. Loop station
diye bir pedalla başladım. Loop station denilen cihaz, ne çalarsanız
çalın kaydeden ve o zamanlar Türkiye’de pek fazla bilinmeyen bir cihazdı. Fakat
kulağım grup müziğine çok alıştığı için kendi müziğimde sesler zamanla
yetmemeye başladı. Tek gitar tarzda çalıp vokal yapmak beni tatmin etmemeye
başladı. Davul sesi olsun, gitar sesi olsun, basgitar sesi olsun; özellikle bas
gitar sesi çok arzuladığım bir şeydi. Her şeyi kaydedebileceğimi biliyordum,
basit bir anahtarlık ya da bir kutu bozuk para sesini bile kaydedip bunu canlı
bir performansa dönüştürebileceğimi.
Sonuçta bu şekilde başladı tek başıma
müzik yapma çabasıyla başladı. Sonra bir gün bir baktım, 2,5 sene geçmiş ve
etrafım cihazlarla dolu, artık taşıyamıyorum. Yaptığım müzik giderek
karmaşıklaşıyor. O noktada durdum ve ‘ben ne yapıyorum?’ dedim. Cihazlarım
eksik olduğu için fazla elektronik sesleri kullanamadığımdan “All in One Show”
ismini koyduğum şovumu, sound olarak çok geliştirdiğimi fark ettim ve
cihazlarımın toplam 80 kiloya ulaştığını da. Bu nedenle projenin adını “Full
Sound Show” olarak değiştirdim. Bu yaptığım şeye ben, “Canlı Altyapılı Şov”
diyorum. Bunu, bu şekilde benim tarzımda olduğu gibi sahnede sergileyen yok.
Bunu ben kendim kafamdan ürettim. Cihazların hepsini de kendi başıma kullanmayı
öğrendim ,geriye bir tek sound hakimiyeti ve sıkı aranjeler yapmak kaldı. Bir
altyapı var ama o altyapıyı canlı olarak ben o anda icra ediyorum.O nedenle bu
tarz canlı müzik yapmaya “Canlı Altyapılı Şov’’ adını taktım. Aslında
birçok kişiye de ön ayak oluyorum ama insanlar henüz böyle bir iş yapmaya uzak
bakıyorlar. Eğer yaparlarsa buna “Canlı Altyapılı Şov’’ diyebilirler. Fakat şu anlık Türkiye’de tekim.
Peki, grup müziğini
kısıtlayıcı mı buluyorsunuz?
Aslına bakarsanız tek başıma
yaptığım müzik daha kısıtlayıcı, çünkü bütün o sounda hâkim olmak zorundayım. Aynı
anda dört beş pedala basıyorum ve soundu sürekli kontrol ediyorum. Kendi
sistemin içinde mikserlerim ve ekolayzırlarım var. Bu yüzden, her parçayı da coverlayamıyorum.
Parçanın coverlanması için üst üste tekrar eden ritimler içermesi gerekiyor. En
azından ritm tekrar etmesi ve bir anda alakasız bir ritme geçmemesi lazım. Rock
müzik parçalarını biraz zor coverlayabiliyorum, çünkü ritimler sürekli
değişiyor ve bir anda başka bir ritme geçebiliyorlar. O enerjiyi de ben
veremiyorum. Rock müziği de çok seviyorum ve o enerjiyi kirletmek
istemiyorum. Tabii ki yinede çabalıyorum Rock müzik coverlamaya
ama daha çok yabancı pop müzik parçaları coverlıyorum. Fakat Süleyman
Bağcıoğlu ve In Rock grubuyla bu tarz bir şey yapmak istiyorum, çok
güzel olacağını düşünüyorum. Henüz bu projemden bahsetmedim kendilerine, Pink
Floyd- Money parçasını onlarla ortak bir şekilde coverlamak ve dünyaya
duyurmak isterim.
Dünyada başka bir
örneği var mı? Tek başına müzik yapan birileri?
KT Tunstall var. Gitarla birkaç akort kaydediyor ve üzerine
birkaç dizi vokali efektsiz olarak kaydederek, ayağıyla da ritim tutuyor.
Müziği bu kadar yani, fazla değil. Imogen Heap var, o da sadece vokalini
kaydediyor. Dub Fx var mesela; Dub Fx en iyi örneği, sadece kendi
sesini kullanarak üst üste tekrar ederek loop stationda bunu yapıyor.
Onunla benzer sistemi kullanıyoruz. Örnekler çoğaltılabilir elbette.
Ritim tekrarlaması
dışında parça seçerken başka kaygılarınızda oluyor mu?
Aslında pek yok. Çünkü her parçayı
coverlayabildiğimi gördüm. Ritim tekrar etmese bile, ben o parçayı farklı bir
formatla, başka bölümleri tekrar edecek şekilde, ritmi katmayarak işin içine dâhil
edebilirim. Kendi istediğim şeyleri çalmaya çalışsam da şöyle eleştirilerle
karşılaşıyorum: Pink Floyd - The
Wall parçasının coverı, biraz elektronik gibi olmuş veya uymamış
diyenler oluyor. Yani bu yönde tek kaygım, insanların beğenip beğenmesi…
Artık Gökhan Kırdar
ile çalışmaya başladınız. Bir araya gelmeniz nasıl oldu?
Gökhan Bey, beni internette görmüş. Facebook’taki
sayfama üye olmuş. Daha sonra bana mail attı. Gerçekten Gökhan Kırdar
olduğundan emin olamamıştım başlangıçta, beni incelemiş ve benimle ne tür
çalışmalar yapabileceğine dair planlar yapmış. Beni müziklerini yaptığı bir
dizide çıkardı, ardından konserlerinde sahne almaya başladım. En çok dikkatini
çeken şeyin, canlı olarak elektronik bir şeyler yapmaya çalışmam olduğunu
söyledi ve bu anlamda beni yetenekli bulduğunu söylüyor. ‘Can’t Love Anyone’, Gökhan
Kırdar’ın 2012 de başlattığı bir film projesi, bu projede de bulunacağım, fakat
özellikle Seven Stars projesi kapsamında ele alınıyorum şu an.
Peki bu bir albüm
projesi mi? Yoksa konser projesi mi?
Seven Stars projesi LooPus adı altında Gökhan
Kırdar’ın prodüktörlüğünde yurt dışına yönelik elektronik vb müzik alanlarında
bir star-name
yaratma projesi. Bu kısmı direkt benim imajımı, benim şarkılarımı ve Gökhan Bey’in
bana oluşturacağı soundun benimkiyle karışımını
ilgilendiriyor. Bunun dışında, Gökhan Kırdar’ın konserlerinde çıkıyorum ama haftalık
programımıza da bakacağız.
İstanbul’da nerede
çalıyorsunuz?
İstanbul’da birçok yerde sahne
aldım. Mayotte’de haftalık program şeklinde sahne aldım. Alt, Pulp, Factory
Balans Brau, Line gibi mekânlarda ise konserlerim oldu. Hayal Kahvesi Bistro’da
tekrar konserlere başlıyoruz. Artık tamamen İstanbul’a taşındığım için
konserlerim de sıklaşacak tabi ki.
Pazartesi günleri,
Ankara Twister’dasınız değil mi?
Evet, pazartesileri Twister’dayım.
İstanbul’a taşınsam dahi burayı bırakmayı düşünmüyorum, burada kendi projemi
çalmaya devam edeceğim. Çünkü bu işi ben burada geliştirdim ve üç senedir
burada çalıyorum. Neredeyse burada başladım diyebilirim. Aslında Yolcu Rock Bar’da
başladım. Bana en çok fırsat veren mekân ise burası oldu, kendimi en çok burada
geliştrdim.
Fatih Korkmaz, “Ankara’da
yaşamak biraz evde yaşamak“ demişti onunla yaptığımız röportajda. Siz katılıyor
musunuz bu tanıma?
Tabii ki katılıyorum. Ben burayı hep
şöyle gördüm, ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm, sonra okul için buraya geldim.
Amacım okul değildi, amacım müzik yapmaktı. Sadece farklı bir şehir olsun, ben
istediğim müziği yapayım özgürce diye düşündüm ve daha sonra bir dönem
burasının gerçekten evim olduğunu hissetmeye başladım. Fakat her kişinin evden
çıkıp bir dışarıya çıkıp piyasaya atılma vakti gelir. Benim de o vaktim geldi
bu sene, o yüzden geri dönüyorum
İstanbul’a ve biraz da üzülüyorum döndüğüm için. Bütün çevrem, bütün arkadaşlarım,
önemli müzisyen abilerim var burada. Hepsini çok seviyorum, bu yüzden, Ankara biraz
evim gibiydi.
Ankara’nın Rock
müziği açısından canlı bar performansı açısından merkez olduğu söylenir.
Elektronik müzik için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Tam olarak bununla alakalı bir şey
diyemem. Fakat şöyle bir şey var burada, elektronik müzik yapma şansınız hâlâ
pek yok. Burada insanlar bu tip müzik çalan yerlere gitmiyorlar. Saklıkent’te
elektronik müzik anlamında öyle güzel etkinlikler düzenleniyor ama insanlar
gitmiyorlar. Daha eğlenceli şeylere gidiyorlar. Ama Rock müzik için bence
kesinlikle Ankara. Elektronik için bilemiyorum henüz İstanbul’u görmedim. Oraya
gittiğimde de, bana hep şüphe ile bakıyorlar. Bir kız çocuğu Ankara’dan çıkmış
geçmiş, ne yapabilir ki diyorlar, sonra gerçekten iyiymiş diyorlar. Ankara
müzisyeni yaftasını yiyorsunuz ve bu çok güzel bir şey, bununla çok gurur
duyuyorum.
Gökhan Kırdar gibi
yenilikler dışında, başka bir yenilik var mı müziğinize dair? Ne yöne doğru
kendinizi geliştirmeye çalışacaksınız?
DJlik projem var ama henüz maddi
olarak altyapısını sağlayamadım. Bunun adını da “Full Up Show” koydum.
Bütün herşeyi kafamda tasarladım. Bu iş olursa, dünya çapında bir DJ olma
ihtimalim var ama bunu şimdilik rafa kaldırıyorum, çünkü Türkçe parçalar
yazmaya başladım. Gerçekten tutacak şeyler yapabileceğime inanıyorum. Dönem
dönem yaşıma göre yaptığım farklı işlerle adımı duyuracağım. Ayrıca bilgisayar
ortamında yaptığım ürettiğim müzikler konusunda kendimi geliştiriyorum bir
yandan. Şu an bilişim sektöründe cep telefonu oyunları için müzik besteciliği
yapıyorum, ileride ise hiç ara işlere dalmadan jingle, belgesel müziği
vs değil de, direkt film müziği yapmak istiyorum. Fakat Türkiye’de
alışılagelmiş filmlerden ziyade, özellikle fantastik bilim kurgu ya da korku
filmleri müzikleri yazmak istiyorum. Kaldı ki, şu an ürettiğim oyun
müziklerimin çoğunda bu havayı estiriyorum. Kafamdaki bir diğer proje ise
Türkiye’de ün yapmış bir metal grubuna senfonik altyapılar hazırlayıp
parçalarını yeniden arkalarında bir senfoni orkestrası varmışçasına aranje
etmek. Tabi bunun için öncelikle çalışmalarımın ilerlemesi ismimin de
kanıtlanması gerekir. İstediğim şey yalnızca sahnede ve göz önünde olmak değil,
zaman zaman müzikal anlamda arkadaki insan olmak...
Yetenek Sizsiniz
programına neden çıkmak istediniz?
Yetenek Sizsiniz’e çıkmamı
isteyen genellikle çevremdi. Ben de, madem bu işi tek başıma yapıyorum, bunu
bir belgeleyeyim diye düşündüm. Başkasının gelip “bu işte tekim” demesini engellemek
istedim aslında. Çıktım oraya ve “bakın bunlar benim eserim, bu müzik benim”
dedim. Bu formatı imzaladım bir bakıma.
Size bir kapı açtı
mı program?
Şöyle bir kapı açtı, böyle bir süre
boyunca konserlerimiz dolup taştı. Konser teklifleri gelmeye başladı. Afişlerime “Yetenek Sizsiniz Belgin”
yazılmaya başladı. Bu benim çok da hoşuma gitmedi açıkçası. Çünkü benim bir
müzisyen çevrem vardı. Ankara’da birebir tanıdığım bu önemli müzisyenler, “bu
kızın burada ne işi var?” gibi düşünmüş de olabilirler belki. Böyle bir eksisi
de oldu sanırım.
Ankara’da sizin
özel bir dinleyici kitleniz oluştu mu?
Evet oluştu, çok güzel bir dinleyici
kitlem var. Ve zaten beni İstanbul’da en çok üzen şeylerden biri de bu. Geliyorlar
ama henüz bana ait bir kitle yok. Ama burada hemen böyle bir kitleyi
oluşturduk. Burada müzikten anlayan bir kitle var. İstanbul’daki durum daha farklı
orada daha çok eğlencelik müzik arıyorlar. Çok eğlenceli olmadığı takdirde,
farklı işleri sindirmeleri daha zor.
Yanılmıyorsam
Eskişehir’de ve Antakya’da da sahne aldınız. En iyi seyirci kitlesi nerede?
Eskişehir’de inanılmaz bir seyirci
vardı. Hiç unutmuyorum orayı, çok ilgiliydiler, oradaki insanlar. İki ay önce
Antakya’ya gittiğimde, orada da inanılmaz bir kalabalık vardı. Ama “Yetenek Sizsiniz
Belgin” şeklinde bir ilgi vardı. Teyzeler bile duyup gelmişti.
En yakın konseriniz
ne zaman?
3 Şubat İstanbul Hayal Kahvesi
Bistro‘da. 8 Şubat Taksim Nina Bar’da. 15 Şubat’ta İzmir’de konserimiz olacak. “Tek
kişilik orkestra” olarak...
Can Öktemer-Emre Can Dağlıoğlu
Can Öktemer-Emre Can Dağlıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder