8-15 Ocak 2012- Bu ülkenin adalet terazisi daha en başından hilelidir. Mahkeme salonlarını aklınıza getirin. En yukarıda, devletin cisim bulduğu en büyük ikon, Mustafa Kemal… Onun hemen altında, karar verici mekanizma, hâkimler… Ve hemen yanlarında, esasında devlete karşı tek tek tüm vatandaşların hakkını savunması gerekirken, yanlış kurulmuş bir denklemle safı belirlenmiş “devlet”in savcısı… Önlerinde ve elbette ki daha aşağıda ise devletle kuşanmış bu salonun tüm ağırlığını üzerinde hisseden bir davalı/davacı… Hele bir de davalı veya davacının, bu devletin bir apparatusu/uzantısı olduğunu düşünün. “Adalet” adı verilmiş soyut kavramın, doğru yeri bulup doğru şekli almasının şansı ne kadardır? “Bu salondan adalet çıkar mı?”
Türkiye’deki çoğu dava gibi, Hrant
Dink Davası’nın savcısı da, yukarıda çizilen tabloya denk düşüyor. Aslında,
davanın bitmesine bir kala yaptığı açıklamalarla, biraz daha farklı olduğunu
ortaya koyuyor. “Hrant Dink’in ‘soykırım’ demesine bile izin verilmediğini”
söyleyerek, “fikir özgürlüğü” konusunda en absürt yöntemlerle Fransa’ya fırça
atmaya çalışan devletlu zihniyete, çok değil, 6-7 yıl önceki geçmişi
hatırlatıyor. “Terör örgütünün kaos planının parçası” diyerek, cinayetin
“kandırılmış” bir grup milliyetçi genç tarafından değil, karmaşık ilişkiler
ağının merkezinde yer alan sağlam bir “yapı” tarafından planlandığını işaret ediyor. Fakat konuşmak
yetmiyor. Hele ki, davanın seyrini değiştirecek ve derinleştirecek
yetkilere sahip bir savcıysa bu konuşan, bu cümleler ancak abesle iştigal
etmekle yetiniyor. İnsanların aklına şu soru geliyor: Madem cinayetin, bir
örgüt işi olduğunu biliyorsunuz, neden bu örgüt soruşturmasını sadece
Trabzon’la sınırlı tuttunuz ve niye ihmalleri ve kasıtları apaçık ortada duran kamu
görevlilerine karşı elle tutulur hiçbir ceza öngörmüyorsunuz?
Bunun da cevabını veriyor Sayın
Savcı ve son duruşmada, “Cinayeti devletin eylemiymiş gibi değerlendirmek
yanlıştır, çünkü bu, devleti katil ilan etmektir, bir garabettir!” diyerek,
gönlünde yatan aslanı açıklıyor. Ferhat Kentel’in dediği gibi, bu toprakların
geleneğidir, bu devlet “Dersim'de öldürür, darbelerde öldürür, darbeleri
hazırlamak için hazırladığı provokasyonlarda öldürür, faili meçhullerle
öldürür, Uludere'de öldürür ama ‘devlet adam öldürüyor’ diyemezsiniz,
dedirtemezsiniz.” Bu geleneğin hiç şaşılmayacak şekilde devamı olduğu ve biz,
adaleti tesis etmesini, canı yakılandan yana olmasını beklerken, o, bu zihniyeti
somutlaştırarak, “devlet”inin tarihine bu derece vâkıf olduğu (!) için, bu
haftanın “çok bilmiş”i Hrant Dink Davası savcısı Hikmet Usta…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder