23-29 Ocak 2012- Özellikle Türkiye’den taşındıktan sonra üzerine giymeye çalıştığı
“beynelmilel entelektüel” sıfatını, işinden olduktan sonra yalnızca İngilizce
yazılar yazarak ve söyleşiler vererek iyice köpürtmeye çalışan Ece Temelkuran’ın
Guardian’a yazdığı “Turkish journalists are very frightened – but we must
fight this intimidation” adlı yazısıyla ülkesini sarmış olan “zalim”
düzenin mağduru “cesur gazeteci” portresi çiziyor ve kendisini, bu ülkenin
“yapı”sının gerçekten kurbanlarından birisi olmuş Hrant Dink’le aynı kefeye
koyarak, referandum döneminde pek bir kızarak sorduğu soruyu kendine
sordurtuyor: “Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?”
Fakat Temelkuran’ın yazdıklarından aklımızda kalanları bir çırpıda döktüğümüzde hiç de şaşırtıcı bulamıyoruz bu yaptığını. Şemdinli’deki Umut Kitabevi’nin bombalanmasının ardından bölgeye giden Temelkuran’ın, bölgeyle ilgili yazılarda takındığı üstten bakışla, suları ve ekmekleri olmayan insanların anadilde eğitim istemesine veya bölgede var olan “uyuşturucu baronlarının” zalimliğiyle JİTEM’i kıyasladığı yazılarını hatırlıyoruz.
Hiç de sivil olmadığı ayan beyan ortaya çıkan bir topluluğun davetiyle,
“milliyetçi hezeyanla” devletin sembollerini kuşanarak koşturdukları
“Cumhuriyet Mitingleri”ni, resmi ideolojinin “Kurtuluş Savaşı güzellemesi”
retoriğini kullanarak aklamaya çalışmış ve hatta Hrant Dink için yükselen tepki
gibi “vicdanlı” bir tepki olduğunu yazmıştı. New Left Review’a yazdığı “Flag
and Headscarf” yazısında, bu kez “milliyetçi sanılıyor ama değil” mealinde
desteklediği Mitinglere “milliyetçi bir dalganın ürünü” diyerek çark etmesini
ama “sanki ülkenin başka sorunu yokmuş gibi başörtüsünü meclise taşıdılar”
diyerek bir özgürlük mücadelesine hangi taraftan baktığını da hatırlıyoruz. Hatta
aynı yazıda, bayrağı milliyetçiliğin, başörtüsünü İslamcılığın sembolü olarak
eşlemesini, yani devletle bir özgürlük sorununu aynı kefeye koyduğunu ve solun
en sıkıntılı ezberlerini, “1980’in siyasal İslam’ın önünü açtığı” nakaratını
tekrarlayarak “Ah zavallı ben! Bu cenderede, nerelere gitsem?” sorularını
sorması da hâlâ hafızalarımızda. Temelkuran, elbette ki bu yazısında, vakti
zamanında Cumhuriyet Mitingleri’ne sahip çıktığından bahsetmiyordu.
“Eğer örtülü olmadığım için taciz edildiğim yerde benim yanımda olup
başını sadece beş dakikalığına açarlarsa ben de o zaman başörtüsü örteceğim
onlarla birlikte” gibi garip bir ilinti kurarak, başörtüsü mücadelesine
destek vermeyi, kendisinin de başörtüsü takması olarak zannettiğini dışarı
vuracak kadar “sözünü sakınmayan” ve devletin bir zulmüne karşı verilen
mücadeleye ancak şartlı destek verecek kadar da “cesur” bir gazeteciydi o. “Şeriat”
tehdidini ve “İran oluyoruz” çığlıklarını abartılı bulan mutedil Kemalistlere,
servis ettiği Malezya benzetmesi de takdire şayan “öngörü”sünün sonucuydu.
2010 yılında çıkan Muz Sesleri romanıyla, devrimlerini güya sonuna
kadar desteklediği Orta Doğu’ya ve Araplara attığı oryantalist bakış halen
raflarda duruyor. Daha sonra, HaberTürk’te
Tunus’u bildirirken veya meşhur “Sınıfsız Domates” yazısında bölgeye
nasıl da tekinsiz ve aşağılayarak baktığını gözler önüne seriyordu. Aşağılama
demişken, desteklediği için gazeteden kovulduğunu savunduğu Kürt halkına,
“Doğulu abaza erkeklerden oluşan bir güruh” bakışını, Yazarlar Kahvaltısı’ndaki
tartışmanın bir tarafı olan Bejan Matur’a yazdığı şu satırlarla dillendirmişti:
“Ama toplantıya katılan şair Bejan Matur, herhalde Başbakan’ın yargıyla
olan kavgası sebebiyle Alatlı‘ya karşı “doğru” tarafı tutmanın iyi bir hamle
olacağını düşünmüş olmalı ki, “Ben halk jürisini yeğlerim” demiş. Kürt, kadın,
bekâr, şair bir kadın için enteresan bir girişim. Doğulu biri olarak başına bir
halk jürisiyle neler gelebileceğini bilmiyor olamayacağına göre herhalde başka
bir hedefi vardı Matur‘un.”
Son olarak, kendisini eleştirdiği için BirGün tarafından sansüre
uğrayan Dağhan Irak’a önce, “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu
günlerde” anlamına gelecek tepkisini belli etmiş ve bu olay üzerine istifa eden
Irak’a, “Gazetecilik budur, genç arkadaşım. Bir yazının nerede olacağına
editör karar verir” diyerek, sisteme ve hiyerarşiye ne kadar “karşı”
olduğunu ve hatta mazlumun ve mağdurun yanında duran ne kadar “vicdanlı” bir
gazeteci olduğunu ele güne göstermekten geri durmamıştır.
Bu sıraladığımız notlardan da anlıyoruz ki, Ece Temelkuran, devlete olan
yakınsamasını sosyalizan bir maskeyle, hem yurt içine, hem de yurt dışına
“muhalif” olarak yutturma derdinde. Bu haliyle bile kendisini, gerçekten vicdanlı
ve cesur bir yürek olduğu için öldürülen Hrant Dink’e benzetmesi, en hafif
tabiriyle o sarsılmaz kendine güveni nedeniyle muvazene yetisini tamamen
kaybetmesi ve koca bir izansızlık örneği. "Acı çeken 3. Dünya
yazarının sadece ülkesinin günahlarını anlatmak üzerine kariyer inşa
etmesi..." diyerek 70’lerden kalma ve buram buram oryantalizm kokan bu
cümleyle kendini tarif eden Ece Temelkuran’a, bu cümle bile yeterdi ya “çok bilmiş”
dememize, neyse.
3 yorum:
hala "bi haber" olanlar için iyi bir bildiri, iyi bir özet olmuş
bu yazı hakkında sayfada bulunan ilk yorum sehven silindiğinden, yorumun sahibinden özür dileyerek, kendi imzamızla yeniden yayınlıyoruz:
"Ece Temelkuran'ın son zamanlarda yaptığı işleri çok bilmişlik olarak ya da entelektüel olarak gösterme olarak algılarsanız yanlış yaparsınız. Bu suçlamayı ve benzeri suçlamaları herkese yapabilirsiniz. Hatta sizin mantığınızla yaklaştığım zaman bu yazınıza benzer bir yazı yazarım. Yani sizin Ece Temelkuran'ı yazılarından dolayı eleştirinizin benzeri bende size yapabilirim. Ve şu an yapıyorum. Birini çok bilmişlikle suçlamak kendini çok bilmiş olarak görmekten gelir. Mantık budur. Yani çok bilmişliği kötü bir olgu olarak görüyorsanız lütfen bu yazıyı ve kafanızdaki düşünceleri silin. Ben kimseyi çokbilmiş olarak görmem. Çokbilmişlik elindeki mevcut bilgilerin olduğundan fazlasıymış gibi göstermektir. Birini çok bilmişlikle suçlayacaksınız o kişiden çok daha fazla bilgiye sahip olmanız gerekir ki bunu test etmek pekte mümkün değildir. Bu zeka kuramında da aynı mantıkla işler. Birinin zeki olduğunu tespit etmek için o kişiden daha zeki olmak gerekir. Yani Ece Temelkuran'ı çokbilmişlikle suçluyorsanız onun sahip olduğu bilgiden daha fazlasına sahip olmanız gerekir. Dediğim gibi bunu tespit etmeniz olanaksızdır. Ama Ece Temelkuran'ın kendini Hrant Dink'le aynı kefeye koyma düşüncesi varsa bu yanlıştır bu konuda katılırım size. Bir insanın elinden işinin alınması başka, hayatının alınması başkadır.
JİTEM'in ne kadar zalim bir yapılanma olduğunu bilmeyen yoktur. Yani JİTEM'i masumlaştırmaya çalışıyorsanız asıl zalim sizsiniz. JİTEM'e kağıt üstünden bakmak başka JİTEM'in tokatından nasibini almış insanlardan bakmak başkadır. Olanağınız varsa JİTEM'den tokat yemiş insanları dinlemenizi rica ediyorum ve son zamanlarda Diyarbakırdaki eski JİTEM bahçesinden çıkarılan insan sayısını öğrenmenizi istiyorum. O cinayetlerin yapılış şekli ve gömülüş şekli cabası... Aç ve susuz insanlarında hakları vardır dilleri vardır. Kimse aç ve susuz insana neden ekmek ve su istemiyorsunda dil istiyorsun gibi lüzumsuz bir soru yöneltmesin lütfen.
Bu ülkenin harikalar diyarı falan mı sanıyorsunuz? Çok iyi şartlarda yaşadığımızı ve 3. Dünya Ülkesi olamadığımızı mı sanıyorsunuz? Devletin yeterince güvenilir olduğunu mu sanıyorsunuz? Halkın yeterince irade sahibi ve özgür olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu sorulara cevabınız evet ise sizi bilgisizlikten suçlamayacam yanlış bilginizden dolayı suçlayacağım, sizi kör olmaktan suçlamayacağım yanlış yerden bakmanızdan dolayı suçlayacağım, sizi sağır olmaktan suçlamayacağım yanlış yorumlamanızdan dolayı suçlayacağım. Sizden bakış açınızı değiştirip öyle yaşamanızı istemeyeceğim. Sizden isteğim yeni bir bakış açısıyla düşünün ve insanları ona göre sorgulayıp yargılayın düşünceleriniz böyle kalabilir. Düşüncelerden korkmak çağ dışılıktır."
Yorum Gönder