20-26 Şubat 2012- Türklük, milliyetçilik, ırkçılık…
İstemesen de üstüne yapışan imtiyazlar silsilesine haiz bir kimlikten, kendi
dışındakilerin hepsine nefret besleyen bir ideolojiye giderek daralan kümeler dizisi… Evrensel kümeleri olarak da erkeklik, hatta belki de en büyük
derdimiz erkeklik… Geçtiğimiz hafta bulduğu her mecrada karşımıza çıktı yine.
Önce belki bilerek, belki sehven bir seks işçisi yakıştırması ile Nur Serter
aşağılanmaya çalışıldı bir dizide. Bir seks işçisine ismi verilerek
aşağıladığını düşünmek ne kadar izansızlıksa, karşılığında bununla
aşağılandığını düşünmekse o kadar büyük izansızlıktı. AKP milletvekillerinin
yanı sıra, Sırrı Süreyya Önder ve Mazlum-Der de bu akıl tutulmasına kapıldı.
Onlara göre, hayatın belki de en çileli yolundan yürüyen, çalışırken emeğini
değil, bizzat kendi bedenini kiralayan ve toplumsal baskıya ve her türlü
şiddete açık halde yaşamaya çalışan bu insanlar, ahlaksızdı…
Pazar günü Hocalı katliamının 20.
yıl dönümü “kutlamaları” vesilesiyle Taksim’de düzenlenen bir mitingle bu kez
en görünür ve köşeli haliyle çıkageldi erkeklik. Gerek tüm gazetelerde
-ertesinde tüm toparlama çabasına rağmen Radikal gazetesi de bu günahın
ortaklarındandır- ve billboardlarda, normal ilan ücretinin 10 katı para
verilerek yapılan duyurudaki nefret dolu tavır, gerekse miting alanındaki ırkçı
ve hakaret içerikli söylemler, mitingin adını andığı gün katledilen 613 insanı
anmaktan çok daha farklı bir boyutta olacağının göstergesi gibiydi. Derdi, inkâra
devam etmeyi bile bir yana bırakıp bir etnik kökeni toptan suçlu ilan etmekti.
O gün orada toplanan kalabalık
Hocalı katliamını sözde vicdani bir tavırla anmaya çalışıyor gözükse de, asıl
amaç 19 Ocak’ta Hrant Dink için biraraya gelen kitleye cevap vermek ve 1915
soykırımının koca bir yalan olduğunu göstermeye çalışmaktı. Bir üst kimlik
olarak “erkek Türklük”, kendisine vurulan darbelerin intikamını almak için boy
gösteriyordu Taksim’de. Bu zihniyet, Hocalı’da ölen sivillerin acısını
paylaşmak ve herhangi bir vahşetin karşısında duruş sergileyeceğine, ölülerin
üzerinden daha çok nefret ve ölüm isteyen bir tavır takınıyor ve katliamcıların
eylemlerine ve günahlarına ortak oluyorlardı.
Eyleme çeşitli sendikaların, sivil
toplum kuruluşlarının, parti örgütlerinin ve belediyenin de destek vermesiyle
buradaki milliyetçi söylemi, resmi organlar ve sivil toplum örgütleri de bir
anlamda onaylamış oldular. Bunun yanında, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in
“Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz Piçsiniz” pankartlarının ve beyaz bereleriyle
katillere selam duranların, “Bozkurt Ogün, Bozkurt Çatlı” sloganlarının
arasında “Bu kanın hesabı sorulacaktır” açıklaması ile devleti yüksek düzeyde
ve en vahşi şekilde temsil ediyordu. Sonrasında da Başbakan, bu eyleme de,
Bakan’a da sahip çıkmayı ihmal etmedi. Bundan birkaç ay önce, “zararlı sanatsal ürünlerin”, "terör örgütleri"ne yardakçılık
olduğunu savunan Şahin‘in, AKP’nin devletleşen ve acımasızlaşan zihniyetinin
katmerleyici bir dışavurumu oldu. Paradoksal biçimde (bizzat Başbakan
tarafından) azınlık mülklerini geri veren iktidar partisinin, milliyetçi bir
maske altında, azınlıkların devlet eliyle yapılan tarihsel mağduriyetleri
karşısında, yüzsüzce başka kurbanların mağduriyetliğini kullanması, onlar adına
büyük bir eksi olarak hanelerine eklenmiş oldu. Basının tavrı da, aynı şekilde
ürkütücüydü: Sözcü ve HaberTürk gazeteleri attıkları başlıklarla mitinge
destek veren şekildeydi. Hürriyet gazetesi ise yarı çıplak bir mankenin
fotoğrafının yanında dev puntolarla ve İdris Naim Şahin’in açıklamalarına geniş
yer vererek bilindik tavrını yinelemiş oldu. Van depremi, ardından Roboski
katliamı, ardından en basitinden empati yoksunu yüzüyle yüzeye çıkan eril
söylem, bu mitingle en üst noktasına çıktı.
Velev ki hepimiz seks işçiyiz veya piçiz.
Devletin bize karşı olan yok etme güdüsü anlaşılır da, peki, bizleri, yani
ötekileri, dünyanın her tarafında, komşularımız, eşimiz, dostumuz, akrabamız,
yanı başımızdakiler nasıl bu kadar kolay aşağılıyorlar, öldürüyorlar veya
öldürebilmeye hazır duruyorlar? Neden bu bizi yok eden “erkeklik”e sahip çıkıyor
ve onu sürekli yeniden üretiyorlar? Bizce esas cevap verilmesi gereken soru
budur. Bu sorulara, "ama" ile cevap vererek, bu zulmü edenleri meşru kılacak herkes için "çok bilmişlik" payesi belki de devede kulak...