Bu aralar hep Bandista’nın “İnkârın Şarkısı” kulağımda, “bir
hikâye anlatmamız gerekiyorsa eğer, 1915’ten başlamamız lâzım” diyorlar. Bugün
Türkiye’de yaşadıklarımızın dönüp dolaşıp dayandığı zihniyeti görmek
istiyorsak, evet 1915’te başlayan ve hiç durmadan devam eden sürece bakmamız
lâzım. Bunun için gündelik hayat kâfi, ne tarihçilere, ne de tarih kitaplarına
ihtiyacımız yok. Hele de resmî tarih tezlerine karnımız gerçekten tok…
Ermenilerle ilgili bir mesele konuşulduğunda dile getirilen
“canavar Ermeni diasporasından” bahsederken, dünyadaki Ermeni nüfusuna,
yaşadıkları coğrafyalara bakalım, “yaratılan” diasporanın Türkiye’deki
Ermenilerin akrabaları olduğundan bahsedelim biraz da.
20. yüzyılın başlarında, Anadolu’daki nüfusa, oradaki
okulların seviyesine, öğrencilerinin isimlerine, farklı dillerde çıkan günlük
gazetelerin çeşitliliğine bakıp, sonra dönüp bugün İstanbul’daki azınlık
okullarının halini, öğrencilerin isim ve özellikle de soyadlarını, çıkan günlük
gazetelerin garibanlığını görelim.
20 Kura Askerlik, Varlık Vergisi gibi zulüm politikalarından
sonra bile, İstanbul’da çıkan farklı dillerdeki gazetelerde döne(bile)n siyasi
tartışmalara, Nor Or gibi halen Ermenice tavır alan gazetelere bakalım.
Sonra da dönüp, bugün sadece birileri Soykırım’la ilgili bir şeyler gündeme
getirdiğinde söz hakkı “verilen” Ermenileri hatırlayalım.
Devletin (ve devletlu zihniyetin) Hagop Martayan’daki
tahammülsüzlüğüne karşın, A. Dilaçar derkenki gururuna bakalım. Buna bakarken, neden
“Hepimiz Ermeniyiz” diyemediklerinden bahsedelim.
Mütekabiliyetçi zihniyetleri gözden geçirelim. “Hepimiz
Ermeniyiz” demeden önce ‘karşı’sındakinin “Hepimiz Mehmet’iz” deme
bekleyişlerini görelim. Yaşanan “kötü olayları” kınayabilmek için, önce bir
Ermeni’nin ASALA’yı kınayıp kınamadığını öğrenmekteki arzusunu görüp, bütün
bunları söyleyip, kınadıkları takdirde yaşadıkları tatminin sebeplerine inelim.
Baştan sorunlu kardeşlik metaforunda, aynı zihniyetin
üstlenmek için canla başla mücadele ettiği ve hep kafamıza kaktığı, hem büyük,
hem de gerekirse “sapına kadar erkek” ağabey rolüne bakalım ve kardeşleri olmak
için çırpınanlardan bahsedelim.
Sonucunda ne kalacak elimizde? Yapılan etnisite mühendislikleri,
uygulanan zulüm politikaları, gelişiminin durdurulması başarılan kültürler, eşit
olmayan yurttaşlıklar, söz almaya çalışan ama söz hakkı “verilmeyen” insanlar, hiçbir
şeyin farkında bile olmayan bir sürü insanın yanında (çoğunluk), bu kokuşmuş
zihniyete ve onun çürük tezlerine karşı mücadele eden bir kitle (azınlık). Bugüne
kadar, bu zihniyetin birçok şeyi başardığı doğrudur, peki ya bundan sonra? Bunların
hâlâ devam edebileceğine inanıyor musunuz? Bir gün tarih kitaplarının yaptıkları
katliamları yazmayacağını düşünüyorlarsa, fena halde yanılıyorlar. Doğrudur,
her şeyi daha geç konuşmaya başlıyoruz ama bir gün geliyor, konuşuyoruz işte!
Şimdilik dimdik ayaktalar ya da öyleymiş gibi yapmaya çalışıyorlar ama
unutmasınlar ki, “eğer hâlâ başınız dik yaşayabiliyorsanız, bu boğazınıza kadar boka battığınız içindir!”*
Tamar Nalcı
*Dario Fo
1 yorum:
Yazı nefis ve son cümle şamar gibi yazanın elleri dert görmesin.
Yorum Gönder