- 2005 yılında Milliyet’e
verdiğiniz röportajda, gündüzleri tekstil işleri, geceleri ise müzikle
uğraştığınızdan bahsetmişsiniz. O dönemleri biraz anlatabilir misiniz? Bu iki
farklı dünyayı nasıl idare edebildiniz?
Ben 21 yaşımda, 2 çocuk babası
oluverdim. Bu sorumluluk ağır bastırmıştı. Yaptığım müzik ise türü itibarı ile
tam “Müslüman mahallesinde salyangoz satışı” durumuna uygundu. Diğer taraftan
müzisyen olarak tarzımdan taviz vermemek için, “kelle” tabir edilen müzisyenlerden
olamayacaktım. Bu ve bir sürü nedenden dolayı, gitarın yanı sıra öğrendiğim 4
dil sayesinde bir işe girdim ve tercüman olarak girdiğim firmada nasıl olduysa
kısa zamanda kar ortağı oluverdim. Bir zaman ve 2 ortaklıktan sonra tek başıma
olmam gerektiğini anladım ve hatırı sayılır bir tekstil firması sahibi oldum, her
ne kadar ailem bu işi istemediyse ve desteklemediyse de.
Daha sonraları ticaretin benim
etiğimin dışında cereyan edişini sindiremememden dolayı dönemin krizini de
sebep görerek, arada gayet amatör ruhla başlattığım Mojo’ya yoğunlaşmayı
yeğledim. Tekstil işi dibe giderken, Mojo yükseliyordu. Çok zor gelmedi
bana…
- Türkiye’de uzun
yıllardır hâkim eğlence anlayışı, “eller havaya” üzerine. Sizin işletmeciliğini
yaptığınız Mojo ise bu eğlence tarzına alternatif arayan Rock müzik
dinleyicisi için temiz hava sahası görevi görüyor. Sizin Mojo maceranız
nasıl başladı ve bugün geldiği noktadan memnun musunuz?
Mojo macerası
benim Kerim Çaplı'ya zil ve trampet verilmemesine kızıp “sonunda bir bar açtıracaksınız”
diye sitemimi, karşı kaldırımdaki genç bir işletmecinin “bu sözünü unutmazsın değil
mi Batu abi?” diye cevaplaması ile başlayan bir ortaklık hikâyesidir. 16 yıl,
dile kolay…
Mojo‘da tarza
ve müzik kalitesine saygı, hep ekonominin önünde kalmıştır ama ne var ki,
ideolojik direnç ekonomiden etkileniyor, hala kırılmasa da… Bir taraftan
işletmeci olarak piyasaya uygun adım atmak isteseniz de, rock duruşunun ağırlığı
size bir türlü izin vermiyor, tarzın dışına kaçmanıza. Asgarilerle azamileri
hedeflemek zorlaşıyor.
- Disko Kralı’nda
gitaristler gecesinde, yakın zamanda bir albüm yapacağınızdan bahsettiniz.
Nasıl bir albüm yapmayı düşünüyorsunuz? Bize birazcık bu albümden bahsedebilir
misiniz?
Sandığımdan daha ürkek ve yavaş
adımlar atıyorum, albüm konusunda. Ticari bir hedefim olmadığından, kurgudan
fazla içten ve “ben” olmalı diyorum. Fazla seçiciyim ve zor beğeniyorum, iş
kendime gelince. Üzerinde fazla durduğum parçalarım ruhumda eskiyor zaman
zaman. Aşk yerini alışkanlığa bırakırcasına sıkılıyorum ve vazgeçiyorum. Bazen
stüdyoya girip bir kerede “ne çıkarsa “ diyesim geliyor. “Bu muydu yani?”
dedirtmek de istemiyorum. Serde az da olsa “baba gibi” olması var hala. Bilmem…
- Blue Blues
Band (BBB), Türkiye’nin yetenek ve kalite bakımından en önemli gruplarından
biriydi. Hiç albüm çıkarmamış olmanıza rağmen, bugün hala Blue Blues Band’den
bahsediliyor. O gruptan biraz bahsedebilir misiniz?
Blue Blues Band’in bence
beğenilen tarafı, tüm elemanların, dönemler farklı da olsa, ruhlarında bir
yandan 68’i ve genel olarak da 70’leri sindirmiş olmasıydı. O kadar uzun hikâyesinde,
BBB yalnız iki çalışma yapmıştır. Bu iki çalışmada da, parçalardan fazla
yiyecek, içecek, sigara ve muhabbete ağırlık vermişizdir. Sonuçta sahnede
çalarak çalışmış oluyorduk ve bu nedenle de, parçalar orijinal tınısını
kaybetmeden BBB yorumu oluşuyordu.
Bir garip durumdu ama çok güzeldi
bunu yaşamak! Hep bir albüm konuşuldu ama sanırım, bugün ben nasıl albüm
konusunda ürküyorsam, herkes o dönem öyle idi. Başkalarının parçaları bizim
olmuştu. Yavuz, yine iki albüm çıkarıp bizi akladı.
- Birkaç sene önce Yuxexes
dergisine, “İyi müzik, iyi müzisyenler ile yapılır” demiştiniz ve siz uzun
yıllar Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Süleyman Bağcıoğlu ve Sunay
Özgür gibi çok önemli müzisyenler ile beraber çaldınız. Siz neler söylemek
istersiniz ismi geçen müzisyenler ile ilgili?
Blue Blues Band, bir cover
grubuydu. Dünyanın en yetenekli müzisyenlerinin uğraşıp yaptıkları parçaları
dinleyip çalıyor ve yorumluyordu. Bu durumda, eğer seçtiğimiz parçalar
iyi müzik idiyseler, biz çalanlar
iyi müzisyenler olmalıydık, yoksa dinleyenler iyi müzik dinleyemezlerdi. Geyiğimtrak
ama özgün bir anlatım oldu.
Kerim Çaplı solist, klavyeci,
gitarist, basçı ve davulcu olarak üstün bir yetenekti. Sağlığı ve ekonomisi
olaydı, çok güzel eserler bırakabilirdi. Yavuz çok değişik bir tınısı
olan ve kalbi gitarın tellerinde atan bir yetenekti. Sesini iyi kullanan bir
solistti. Sunay Özgür bence BBB’ye en yakışan basçı oldu. Hem
yetenek, hem de karakter olarak. Zorladığı tevazuunun altında, çok güçlü bir
kompozisyon ruhu vardır. Süleyman hiç BBB’den olmadıysa da (onun
grubu Blues Express idi, şimdiki Karpuz ekibi ) hakkı yenilmeyecek ve benim “bentlerin
efendisi “ diye takıldığım duygu ve renk dolu tuşesi olan bir gitaristtir.
- Rock müziği de
her müzik gibi değişiyor ve kendini yeniliyor. Siz rock müziğini nasıl bir
yolda görüyorsunuz?
Rock hep vardı, hala var ve hep var olacak.
Ancak rockı tanımlamak gerek. Tam tanımlanamadığı için dallara ayrıldı: Blues
Rock, Hard Rock, Pop Rock ve Rock’n’roll (salla ve
yuvarla)… Rock’n’roll’daki rock zamanla bir “duruş” oldu ya da ben öyle
tanımlamak istiyorum. Bu duruş ayrılan dallarda bazı grupları ve müzisyenleri
diğerleri ile bir araya getiriyor. Yalnızca duruş olarak… Saçmalamaktan
çekiniyorum, bu nedenle “işte budur” der, dururum: Led Zeppelin ve Dream
Theater. Ayrı zaman, aynı duruş… Değişen yalnız notalar, ruh aynı. Duruşu
olmayanlara değinmem dahi.
- Türkiye’de son
yıllarda rock müziğe yönelik ilginin arttığı söylenir, fakat Disko Kralı’ndaki Gitaristler
Gecesi’nde Türkiye’nin en önemli gitaristleri bir araya geldi ama o günkü
seyirci, çalan müziğe karşı çok tepksizdi. Son dönem Türkiye rock müzik
dinleyicisi, hakkında neler söylemek isterseniz? İyi müzikten anlayan bir
dinleyici kitlesi var mı Türkiye’de?
Doğru konuşmak gerekirse, rockın ana
dili İngilizcedir. Anglofon ülkelerdeki dinleyici bu nedenle istemeden
şanslıdır. Denileni anlar ve müziğin içinde dinler. Bunun için bir zahmet
etmezler. Biz İngilizce biliyorsak, onlarla aynı huşa geliriz; yani o dili
öğrenmek zahmetine katlanmışızdır.
Zahmeti vermeyen veya veremeyen
kitle de, kendi dilinde rock dinlemeyi tercih eder. İster istemez Anglofon
ülkelerin müziği, kendi kültürlerini ve kısmen folklorünü yansıtır. “I just
wanna make love to you” diyen bir grubun kitlesi, özellikle grup erkeklerden
oluşuyorsa, kadın dinleyenleri bu ülkelerde sırıtıp, hoşlanıp, zevk alıp
kırıtırcasına gurur duyup mutlu olabiliyor. Bunu biz de dinleyen ve anlayan
kitle de kısmen idare ediyor. Çünkü o dile hakimsen, kısmen kültürünü de beynini
de benimsiyorsun. Gel bu sözleri bundan fazla değil, 10 sene önce Açık Hava’da
Türkçe söyle ve bak ne oluyor! Şimdilerde bile, belirli megapollerin dışında
çoğunluğu eğlendiremezsin. Bu nedenle de, bizim dilimizde ama rock duruşuyla
yapılmış popüler “rock” parçalar var. Kitle bunları zahmetsiz dinliyor. Sen
şimdi gel, zahmet et, çöz bakalım, bu adamlar neden iyiler ama çoğunu
tanımıyorsun ve ne tür müzik yaptıkları, bir tarafa bunu iyi yapıp
yapmadıklarını ayırt et dersen seyirciye, işte iş o zaman zor! Bu dinleyicinin
ilgisizliğinin kısmi izahı; yani sen bu durumda ilgilerini çekmek için o belki
çoğunluğun bilmediği parçayı öylesine yorumlamalısın ki, bir şeyler katarak
ilgilerini çekesin. Ben bazen blues çalarken, arasına “bahriye çiftetellisinden
geçiş” koyuyorum, yarı kapalı gözler açılıp gülümseme başlıyor. Tanımak bu. Bilmediğini
paylaşamazsın. Ama her ülkede olduğu gibi tabii ki, bizde de iyi rock
dinleyicisi var. Amerika’daki grup sayısına dinleyiciyi böl, biz de fena
sayılmayız rock gurubu sayısına göre…
- Son olarak,
dönemlerde en çok beğendiniz grup ve gitarsitler kimler?
Beş grup ve beş gitarist sayayım,
çünkü 70’lerin çoğunu seviyorum, uzun sürer:
Rolling Stones – Beatles
- Led Zeppelin – Doors - ZZTop
Eric Clapton - Leslie
West - Alvin Lee - Stevie Ray Vaughn - Joe Bonamassa
Bir de, tabii bu iki klasmanın çok
çok üstünde bir isim var: Jimi Hendrix!
Rockça kalın...
Can Öktemer-Sertan Şentürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder