Burası
bizim yurdumuz değil ki, bizi öldürmek isteyenlerin yurdu.*
Hrant
Dink cinayet davasının ya da nam-ı diğer “ilahi adalet komedyası”nın sonucu
malum... Erhan Tuncel’in cinayetten beraat etmesiyle hemen tahliye edilmesinin
ardından, bütün bunlar yetmezmiş gibi gazetelerdeki ve televizyonlardaki
röportajları ve şu an “bilirkişi” gibi muamele görmesi de cabası... Sadece 3
hafta önce, kendisi hak ettiği yerde, sanık koltuğunda oturuyordu, oysa şimdi,
örneğin HaberTürk’teki “özel röportaj”ında bir piyano önünde, varaklı
koltuklarda oturuyor. Sorun Erhan Tuncel’in orada oturmasında değil, onu oraya
oturtanlarda elbette. Medyada “Erhan Tuncel orada, bu şekilde nasıl röportaj verir?”
diye soruldu mu, sorgulandı mı, eleştirildi mi? Tabii ki hayır.
Medya,
bu aralar başka önemli işlerle meşgul. Bunları sormak, Hrant Dink davasında
bundan sonra neler yapılabilir diye konuşmak yerine (üstelik de Hrant’ın
Arkadaşları bunla ilgili 31 Ocak’ta bir basın toplantısı düzenlemişken),
Hrant’ın Arkadaşları’nın liberal mi, solcu mu, Fethullahçı mı olduğuna, “cinayet
davasını Ergenekon’a bağlamaya çalışırken aslında cemaatin cinayetteki rolünü
örtbas eden bir rol” mü üstlendiğine karar vermeye çalışılıyor. Tabii ki,
beyhude çabalar olarak değerlendirilebilecek bu tartışmada henüz bir mutabakata
varılamadı. Kahretsin, kendi iktidar kavgaları içerisinde yine bir yere oturtamadılar
bu insanları.
Öte
yandan, Ece Temelkuran’ın içtiği çayları, nasıl da işsiz kaldığını, Hrant’ın
paraziti olup olmadığını, “sinsi, ahlak dışı, zekâ seviyesi düşük”
eleştirilere** nasıl da maruz kaldığını ve tüm bunlara Hrant Dink’in
“mirası”nın nasıl kenar süsü olduğunu gazetelerde okumaya mecbur kalıyoruz.
Fransa
senatosunda yine gözler… Soykırımı inkâr yasasıyla ilgili yapılan itirazların
sonucu bekleniyor. Yaptırımlar ellerde hazır, rahat rahat koltuklara oturup
sonucu beklerken, Gaziantep’ten bir vatandaş kalkıp Sarkozy, Ermeni diasporası
(bu kelimeyi her yazdığımda Word’ün bana “kopuntu” kelimesini önerdiğini
de eklemeliyim) ve Türkiye’deki beş Ermeni vakfına 1915 ile ilgili, suçlamalar
içerisinde “kadınların karnını deşmek” bile olan bir suç duyurusunda bulunuyor
ve işin kötüsü, savcı da bunu kabul ediyor. Bu haberle hiç ilgilenilmiyor,
zaten itibar edilecek bir tarafı da yok. Ama zihniyetin vahameti de fark edilemiyor.
Bir
taraftan, Samsun’da bir dergi, Hrant Dink’i öldüren tetikçi Ogün Samast’ı
övebiliyor hâlâ. 24 Nisan 2011’de, Batman’da askerliğini yaparken öldürülen
Sevag Şahin Balıkçı’nın, aslında, komutanın ailesine dediği üzere “trafik
kazası gibi” bir kazanın sonucunda ölmemiş olduğu nihayet çıkıyor ortaya. Fakat
Sevag’ın katili, görgü tanığının “Kıvanç silahı Sevag'a doğrulttu ve tetiğe
bastı. Ailesi, Kıvanç lehine ifade vermemi istemişti” demesine rağmen, “oy
çokluğuyla” tutuksuz yargılanabiliyor.***
Ölülerimizle
dahi uğraşmak hiç vazgeçilmeyen bir eylem türü... Malatya’daki Ermeni
mezarlığının üzerinde buldozerler gezebiliyor. Malatyalı Hayırsever Ermeniler
Derneği’nin bağışlarıyla yapılan gasilhane, son dua yeri ve bekçi kulübesi
yıkılıyor Belediye tarafından. Sonra “ama biz bekçi kulübesini yıkacaktık,
işçiler yanlış anlayıp hepsini yıkıvermişler” minvalinde bir açıklama
yapabiliyor Belediye. Sonra telafi edeceğini ve yeniden inşa edeceklerini
açıklıyorlar ama ne… Kimseye sormadan, o buldozeri sokabildiler mi oraya bir
kere? Evet, sokabildiler.
Şimdi
söyleyin bana burası kimin yurdu? Bizle yaşamak isteyenlerin mi, yoksa bizi
öldürmek isteyenlerin mi? Öldürmek istemeseler bile, öldürenlerin karşısında
sus pus olanların mı?
Tamar Nalcı
*
Tezer Özlü
**
Kendisinin bu sıfatlarla dile getirdiği eleştiri, bu blogdaki “Haftanın Çok Bilmişi #4: Ece Temelkuran” yazısıdır.
Takdiri sizlere bırakıyoruz.
*** Bir sonraki duruşma 13 Şubat 2012, Pazartesi
günü Diyarbakır’da görülecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder