7 Şubat 2012 Salı

Haftanın Çok Bilmişi #5: Paul Auster


30 Ocak-5 Şubat 2012- Elbette ki, tinercilikten kurtardığı genç nesilleri “yetiştirmek”le meşgul olan Başbakan Erdoğan, değerli “filolog” Bülent Arınç ve pek muhterem “filozof” İdris Naim Şahin varken, Paul Auster’i eleştirmek bize düşmeyecektir. Fakat yine de Auster'in, gerçekleri hakkında bilgi sahibi olmadığı Şark’a attığı oryantalist bakışıyla “haftanın çok bilmişi” payesini hak ettiğini söylemeden edemiyoruz. Elbette ki, Auster “cahil” bir insan değil, fakat Kemalizme biçtiği “Osmanlı’dan yarattığı Cumhuriyet’le, Türkiye’yi modern dünyaya dâhil ettiği” rolüyle, Edward Said’ten aldığı ölümcül darbelerle artık esamesi okunmaması gereken Bernard Lewis gibi oryantalist bir kuşağın ayak izlerini takip ediyor. Ona göre, zaten “modern” dünyanın içinde olan Osmanlı, Şark’ın bir kahramanın zor kullanması olmadan asla “değişmeyecek” bir imparatorluğu. Onu değiştirmek, “modern” bir ulus-devlet haline getirmek için uygulanan şiddetten ve çekilen acılardan ya haberi yok, ya da Şarklıların zaten acı çekmesi gerektiğini düşünüyor. Aynı Bernard Lewis’in “Arapların kalın bir sopayla yönetilmesi gerektiğini” düşündüğü gibi… “Olağanüstü bir lider” diye nitelediği “kahraman”ın, bizzat kendisinin eleştirdiği anti-demokratik düzeni var eden ve halen yıkılamayan korporatist yapının kurucu babası olduğunu bilmiyor. Fakat bu bilgisizliğine aldırmadan, popülizm ve şirin görünmek adına konuşmaktan imtina etmiyor.

Aynı zamanda İsrail’i korurken dile getirdiği gibi düşünce özgürlüğünü sadece “hapiste olan gazeteciler” üzerinden okumayı tercih ediyor ve 2001 yılında, “1948’de Filistinliler katledilmiştir” diye tez yazdığı için reddedilen ve tezini baştan yazmak zorunda kalan Teddy Katz’ı, Filistinlilere uygulananın “etnik temizlik” olduğunu yazdığı için İsrail’i terk etmek zorunda bırakılan ünlü tarihçi İlan Pappe’yi ve İngiltere’deki bir grup akademisyenin İsrail’i bu yüzden akademik olarak boykot ettiğini unutuyor. Gazetecilerini hapsetmemiş olsa da, Gazze Şeridi’ni dünyanın en büyük hapishanesine çeviren bir ülkeyi, özgürlükler adına savunabiliyor. Gündüz Vassaf’ın da belirttiği gibi bu tutumu, duyarlı bir edebiyatçıdan çok ancak “oryantalist insan hakları savunuculuğu” sıfatını hak ediyor.          

Hiç yorum yok: