30 Ocak-5 Şubat 2012- Elbette ki, tinercilikten kurtardığı genç nesilleri “yetiştirmek”le meşgul
olan Başbakan Erdoğan, değerli “filolog” Bülent Arınç ve pek muhterem “filozof”
İdris Naim Şahin varken, Paul Auster’i eleştirmek bize düşmeyecektir. Fakat
yine de Auster'in, gerçekleri hakkında bilgi sahibi olmadığı Şark’a attığı
oryantalist bakışıyla “haftanın çok bilmişi” payesini hak ettiğini söylemeden
edemiyoruz. Elbette ki, Auster “cahil” bir insan değil, fakat Kemalizme biçtiği
“Osmanlı’dan yarattığı Cumhuriyet’le, Türkiye’yi modern dünyaya dâhil ettiği”
rolüyle, Edward Said’ten aldığı ölümcül darbelerle artık esamesi okunmaması
gereken Bernard Lewis gibi oryantalist bir kuşağın ayak izlerini takip ediyor.
Ona göre, zaten “modern” dünyanın içinde olan Osmanlı, Şark’ın bir kahramanın
zor kullanması olmadan asla “değişmeyecek” bir imparatorluğu. Onu değiştirmek,
“modern” bir ulus-devlet haline getirmek için uygulanan şiddetten ve çekilen
acılardan ya haberi yok, ya da Şarklıların zaten acı çekmesi gerektiğini
düşünüyor. Aynı Bernard Lewis’in “Arapların kalın bir sopayla yönetilmesi
gerektiğini” düşündüğü gibi… “Olağanüstü bir lider” diye nitelediği
“kahraman”ın, bizzat kendisinin eleştirdiği anti-demokratik düzeni var eden ve
halen yıkılamayan korporatist yapının kurucu babası olduğunu bilmiyor. Fakat bu bilgisizliğine aldırmadan, popülizm ve şirin görünmek adına konuşmaktan imtina etmiyor.
Aynı zamanda İsrail’i korurken dile getirdiği gibi düşünce özgürlüğünü
sadece “hapiste olan gazeteciler” üzerinden okumayı tercih ediyor ve 2001
yılında, “1948’de Filistinliler katledilmiştir” diye tez yazdığı için
reddedilen ve tezini baştan yazmak zorunda kalan Teddy Katz’ı, Filistinlilere
uygulananın “etnik temizlik” olduğunu yazdığı için İsrail’i terk etmek zorunda
bırakılan ünlü tarihçi İlan Pappe’yi ve İngiltere’deki bir grup akademisyenin
İsrail’i bu yüzden akademik olarak boykot ettiğini unutuyor. Gazetecilerini
hapsetmemiş olsa da, Gazze Şeridi’ni dünyanın en büyük hapishanesine çeviren
bir ülkeyi, özgürlükler adına savunabiliyor. Gündüz Vassaf’ın da belirttiği
gibi bu tutumu, duyarlı bir edebiyatçıdan çok ancak “oryantalist insan hakları savunuculuğu” sıfatını hak
ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder