‘Sistemle barışık’ tanımını gerçekten hak edenleri zaten konuya katmamak lazım. Öte yandan bu ülkedeki ‘yerleşik olan’, zaten her yeni şeye tepkili, bu bakıma ‘rock’ yapmanın kendisini bile bir saldırı niteliğinde algılıyor. Daha önce de söylemiştim, Duman’ın “Oje”si bile bu bağlamda politik. Politik ‘duruş’ illa sloganla olmayabilir; dürüst bir müzik yapıyorsanız dünya görüşünüz açık ya da örtülü bir biçimde kendini belli eder. Bence herkes sistem üstüne az-çok kafa yoruyor da, son on yılda pıtrak gibi çoğalan grup ya da solo müzisyenlerin büyük bir bölümünün esas kafa yorduğu şey, böyle bir ortamda müzik yaparak nasıl geçinecekleri. Yine büyük bir bölümü, bu nedenle, sistemle barışık olmaya çabalıyor. Sistem başka türlüsüyle barışmaya niyetli olmadığı için sonuçta kabul görenler rock falan değil, başka bir şeyler oluyor. Öte yandan samimiyetle kendini ifade etmek için müzik yapmaya çalışan azınlığın tek gerçek sorunsalı da – bu kez de sistemle barışık olmadıkları için – yine ekonomi. Örneğin çok genel olarak, iyi şarkı sözü yazmak için çok okumanız lazım, çok okumak için de yeterli eğitimi almanızı sağlayacak bir ekonomik altyapıya sahip olmanız vb. Ne yazık ki çok azımız binlerce yıllık doğruları süzüp de “Erişmek için menzile, gidiyorum gündüz-gece” gibi bir sözü söyleyebilecek köylü görgüsüne ve saflığına sahibiz.
- 2000 yılında çıkarttığınız “Karakutu” albümü, Türkiye standartlarının çok üzerindeydi. Fakat bu albümün devamı gelmedi. Karakutu projesi şu anda ne alemde, yeni parçalar yazıyor musunuz?
Albümün devamı geldi ama herhalde pek duyulmadı. 2003’den bu yana arkadaşlarımın desteği sayesinde 5-6 parça daha kaydettik. Bildik formatta bir başka ‘albüm’ yapmak için finansör, sponsor, plak şirketi vb arayışına girmedim, zaten bana “aman gel sana albüm yapalım” diyen de yok! Yeni parçalar hep çıkıyor, ama İstanbul’dan uzağa taşınmamla bunları hayata geçirme olanağım da iyice zayıfladı. Yine de tek-tük bir şeyler çıkar zamanla.
- Albümünüzün ardından uzun yıllar boyunca karakutu.info üzerinden parçalarınızı paylaştınız ve müziğin bir ambalajla satın alınıp sahiplenilebilecek bir kavramdan öte olduğunu savundunuz. Son yıllarda Radiohead gibi birçok müzik grubu da parçalarını aynı mantıkla internette paylaşmayı tercih ediyor. Bununla birlikte son zamanlarda Grooveshark, Fizy gibi müzik dinleme servisleri ile dinlemek istediğimiz tüm müziklere ulaşmamız kolaylaştı. Müzisyenler ile dinleyiciler arasındaki endüstriyel katmanların azalması, sizce günümüz müziğini nasıl etkilemekte?
Seksenli yılların ortalarından itibaren müziği canlı performanstan uzaklaştırıp studyolara gömen bilişim teknolojisi, internetin ve ucuz kayıt olanaklarının hayatımıza girmesiyle doksanlardan itibaren beklenmedik bir şekilde ve boyutta bu süreci tersine çevirdi. İnternet öncesinin prodüksiyon denklemi artık geçerliliğini yitirdi. Aynı anda ‘konsept’ dışında ‘albüm’ deyimi de anlamını yitirdi, aslında yeniden ‘single’ dönemine girdik. Eskiden sanatçılar albümlerini tanıtmak için konser yapardı, şimdi ise konserlerini tanıtmak için albüm ya da single yapıyorlar. Sonuçta asıl geçerli olan canlı müzik oldu. Bir yandan da internet ana müzik mecrası haline geldi, yakında sadece online müzik dinleyeceğiz. Sadece müzisyenler ile dinleyiciler arasındaki endüstriyel katmanlar azalmakla kalmadı, müzik ya da herhangi bir şey yapmak isteyen herkes için kaynak erişimi astronomik olarak çoğaldı. Bütün bunların kötü olduğu söylenemez. Ama eskisi gibi albüm yapıp geliriyle gül gibi geçinmek diye bir şey ortadan kalkıyor. Bu durumda ya biraz ter döküp canlı performansla para kazanmak, ya da ‘content’, yani reklam cıngılı veya dizi müziği yapmak lazım. Sonuçta bu durum işin gerçeğini ortaya çıkardığı için, bence çok yararlı; müzik yapmak kişinin varoluşsal gerçeğiyse, sürünmek pahasına bunu yapacaktır.
- karakutu.info’nun haricinde, t-blog isimli ufak ama çok lezzetli bir blogunuz var. Bununla birlikte karakutu.info, t-blog ve kişisel web siteniz artık aktif değil. İnternetle aranıza son senelerde bir mesafe koymayı mı tercih ediyorsunuz?
Tersine, internetle fazla samimi oldum galiba. Şu anda bu mecradan kendimi ifade etmek için hazırdaki Facebook vb gibi ortamlar bana yeterli gelmeye başladı. Özel bir siteyi amatör olanaklarla sürdürmeye çalışmak zor iş. T-blog ise sanırım yine hayata geçecek, ama şu sırada çok kapsamlı bazı yazı projelerim var ve bunlar pek bloga sığacak şeyler değil.
- Bülent Ortaçgil bir söyleşisinde “Benimle Oynar Mısın” albümünün 2000 adet sattığını, bu durumun onda piyasa dinamiklerinin dışında müzikten para kazanamayacağına dair bir görüş kazandırdığını ve geçimini sürdürebilmek için mühendisliğe geri dönmek zorunda kaldığını aktarmıştı. Siz de aynı şekilde sadece müzikten para kazanamadığınızı, geçiminizi sürdürebilmek için çevirmenlik yaptığınızı söylemiştiniz. Sizce Türkiye’de piyasa dinamikleri haricinde kendi müziğini yapmaya çalışan insanlar müzik üretmeye devam edebilecekler mi?
Tercih meselesi. Sonuçta işletmecilik açısından bakarsanız, sanatsal herhangi bir eyleme yatırım yapmak dünyanın her yerinde riskli, ülkemizde de hem risk, hem maliyetler çok yüksek. Kendinize önünüzü görebileceğiniz, garantili bir yaşam sağlamak istiyorsanız, başka meslekleri düşünmelisiniz. Türkiye’nin 100 küsur yıllık modern sanat tarihçesine bakarsak, en güçlü ve evrenselliği yakalamış alanın şiir olduğunu görürüz. Neden? Çünkü şiir yazmak için sadece kağıt-kalem lazım – hatta o bile şart değil. İkinci sırada da çizgi var, çünkü yine gereken yatırım minimal. Oysa resim ya da müzik öyle değil, hele sinema! Bu dallarda oynamak için bile çok paralar gerekiyor; bu harcamaların dönüşü olacağı ise çok şüpheli. Ve bütün bunlar, ülkenin piyasa dinamiklerinin dahilinde kalsanız bile böyle.
- Yavuz Çetin, Süleyman Bağcıoğlu, Batu Mutlugil, Ergin Altınel gibi örneklerle karşılaşınca bu topraklarda yetenek sorunu olmadığını görebiliyoruz. Aksine yetenek öğütücü ve hayal kırıklıkları üretim merkezi gibi bir ülkede yaşıyoruz. Sizce yetenekli sanatçılar bu ülkede ne zaman hak ettikleri değeri görecekler?
Genellikle öldükten sonra oluyor. Çok sonra da olabilir.
- Metropollerin yoğunluğu, karmaşası sanatçıların üretimlerine engel olacak hale gelmiş durumda. Herkes birer ikişer sakinliğe kaçıyor, Ortaçgil Bozburun’da, siz Bodrum’da yaşıyorsunuz. Bodrum’un kış aylarındaki sakinliği size sanatsal üretim anlamında iyi geldi mi?
Elbette sessizlik ve doğa harika, ama dört yıl geçmesine rağmen kent peşimi bırakmıyor, asla bırakacağını da sanmam. Yazık ki köyde yaşamakla köylü olunmuyor. Orada yaşamak somut üretim anlamında iyi olmadı, sonuçta müzik ortaklarımdan ayrı kaldım örneğin. Ama çok düşünecek ve yazacak vakit buldum diyebilirim.
- Müzik dışında, çevirmenlik ve ressamlık da yapıyorsunuz. Çevirmenlik işi nasıl başladı, bugüne kadar hangi kitapları çevirdiniz?
Aslında yurtdışında sinema eğitimi gördüm. 1978’de yurda döndüğümde ise ülke koşullarında Türkçe ve İngilizceye hayli hakim olmamın dışında geçimimi sağlayacak hiçbir yetkinliğim olmadığını kısa zamanda anladım. Türkiye’nin Sesi İngilizce Bölümünde, İngiliz Kütüphanesinde çalıştım, basın ajanslarında İngilizce editörlüğü yaptım. Bu arada eldeki olanaklar çerçevesinde resimle ve müzikle uğraştım. 1990-2000 yılları arasındaki studyoculuk serüveninde bile çeviri yapmaya devam ettim. Çok az kitap çevirdim, çünkü Türkçeden İngilizceye çok az kitap çevriliyor, diğer yönde ise yayıncılar çevirilere çok komik rakamlar öneriyor. Mesela bir ara sürünürken Gore Vidal’ın 500 sayfalık dev yapıtı “Creation”ı 1000 liraya çevirmeyi kabul ettim, ama yarısına kadar çevirdikten sonra para alamayınca bıraktım. Bu nedenle çeviri kitap da okumam, çünkü çevirilerin %90’ı bu gibi fiyatlara razı olan amatörler tarafından yapılıyor. Çok az sayıda kitap, işine aşık gerçek çevirmenler tarafından çevriliyor. Benim İngilizceden Türkçeye tek başına çevirdiğim yayınlanmış tek kitap Camille Paglia’nın “Cinsellik ve Şiddet” adlı çalışmasını, örneğin, tamamen İngilizce bilmeyen arkadaşlarım okusun diye çevirdim; sonradan yayınlandı. Sonuçta asıl gelir kaynağımı başka türlü metinleri – özellikle de İngilizceye – çevirerek elde ediyorum. Teknik, hukusal, tıbbi vb gibi işlerin yanı sıra, son yıllarda da sıklıkla tarihi, kültürel, sanatsal metinler ve özellikle de film senaryoları çeviriyorum.
- İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı Türkçe’den İngilizceye çevirdiniz. İhsan Oktay’ın dili çoğu zaman Türk okuyucuları bile zorlarken siz onun kitabını İngilizceye çevirdiniz. Kitabı İngilizceye çevirirken zorlandınız mı? İhsan Oktay Anar’ın başka kitaplarını da çevirmeyi düşünüyor musunuz?
Atlas’ı çevirmek zaten böyle bir meraktan kaynaklandı. Yayıncı arkadaşım Osman Yener’le böyle bir dilin İngilizceye çevrilme olanağı üzerine söyleşiyorduk. Benim savım şuydu: Bize ağdalı Osmanlıca gibi gelen dilin İngilizcedeki karşılığı zaten yaşıyor, yani onlar kendi ‘Osmanlıcalarını’ bizim gibi dillerinden söküp atmamışlar, benzer sözcükler hala var. Elbette aynı nedenden dolayı, ne kadar antika ve ağdalı bir İngilizce kullansanız da, dildeki mizah çeviride zayıflıyor. Bu da Türkçe bilmeyen dostlarım okusun diye giriştiğim bir iş, zaten maalesef yurtdışında yayınlanma olanağı bulunamadı. Sayın Anar’ın bütün kitaplarının hayranıyım, özellikle “Suskunlar”ın ve tüm diğer yapıtlarının İngilizceye kazandırılması gerekir.
- Muzır neşriyat kurulunun William S. Burroughs’un “Yumuşak Makine” ve Chuck Palahniuk’un “Ölüm Pornosu” adlı kitaplarının hem yayıncısına ve hem de çevirmenine dava açmasını nasıl yorumluyorsunuz? Bu durum ileride çevirmenler bazında bir ürkeklik ve otosansüre yol açar mı?
Bu iklimde ürkek davranmak için çevirmen, yazar, gazeteci, sanatçı vb olmaya gerek yok. Her an her şey olabilir. Allah’a emanetiz.
- Müzisyenlik, söz yazarlığı ve çevirmenlik dışında resimle de uğraşıyorsunuz. Ne tür resimler yapıyorsunuz?
Ben sanatla uğraşımda belki ters bir yol izldeim. Genelde müzikten yorgun düşen ya da düş kırıklığı yaşayan müzisyenler biraz terapi anlamında resim yapmaya başlarlar. Benim için resimde düşünsel kaygılar ön plandaydı. Müziğe yaklaşımım ise tamamen duygusal. Müzik benim merhemim oldu, hala ayaktaysam onun sayesinde... On yıldan fazladır gerçek anlamda resim yapmadım, bunun da başlıca nedeni ekonomik tabii. Dediğim gibi, masraflı işler bunlar, bu ülkede her ikisini de yapmak için zengin olmak lazım. Yakında yeniden resme başlamak istiyorum, ama başka türlü, başka yerde... Ne tür resimler yaptığımı görmek için şimdilik https://www.facebook.com/pages/Turgut-Berkes-Artwork/391919984161255 var. Yakında kapsamlı bir sayfa yapacağım.
Turgut Berkes, "Kaçın Kurbağası?" 70 cm X 100 cm Schoeller üstüne Ecoline, 1988.
|
- Son zamanlarda en beğendiniz kitaplar ve albümler var mı? Son olarak başucu kitabı ve albümleriniz nedir?
Son zamanlarda Jean-Paul Roux’un “Türklerin Tarihi” adlı çalışmasını zevk ve hayret duyguları içinde okuyorum. Herkes okumalı. Son yıllarda en beğendiğim yazarlardan hemen akla gelenler Martin Amis, Amin Malouf, Will Self... Maalesef istediğim kitaplara erişmekte zorlanıyorum, çünkü dediğim gibi Türkçe çeviri pek okumuyorum, İngilizce kitaba erişmek de zor, zaten kredi kartım falan yok. Borges, Burroughs, Eco’nun herşeyini okuyorum, sonra bir daha okuyorum. ‘Başucu’ kitaplarım ise tabii “Kuran-ı Kerim”, “Kitab-ı Mukaddes”, “I Ching”, “Türlerin Kökeni”, “Bhagavad Gita”, “Batı'ya Yolculuk” ve “Alice Harikalar Diyarında” denebilir.
Son zamanlarda ilgimi çeken yeni denebilecek müzikler Battles gibi post-progressive sanatçılarla Feist, Bone Iver gibi yeni folk-barok pop arasında geziniyor. Yerlilerden son yıllarda en beğendiğim albümler Aylin Aslım’ın ve Korhan Futacı’nın çalışmaları oldu, çıkmak üzere olan yeni Pentagram albümü ve Cem Kısmet’in “Behzat Ç.” müzikleri de kayda değer. Başucumda ise Dylan “Desire”, King Crimson “Starless”, Steely Dan “Royal Scam” ve binlerce daha albüm var.
Can Öktemer - Sertan Şentürk