“Ermeni
yalanına sessiz kalma” diyen billboardlarla gelen dip dalga, 26 Şubat Pazar
günü Taksim Meydanı’nı vurdu. Bu slogana bakıp Hocalı Katliamı’nın acısına
varmak mümkün değildi; meydanı dolduranlar da, maalesef, acıda ortaklıktan çok,
‘Ermeni’ye yönelik nefrete adanmışlıkta buluştular.
En
çok da o büyük acının kendisine ayıp oldu. Hocalı’da 20 yıl önce Ermeni
milislerin sivil Azerilere yönelik saldırısında can verenlere. Ermenistan
açısından Sumgayit veya Bakü Katliamı ile eşleşen karşılıklı yıkımlar,
Türkiye’ye hep Ermeni düşmanlığını körükleme fırsatı olarak yansıdı. Ermenistan
ile sınır kapatıldı. Siyasi sorun yaşanan hiçbir ülkeyle kesilmeyen bağ
kesildi; nineleri dedeleri Anadolu toprağının çocuğu olan Ermenistan en uzak komşu
olarak kaldı.
Pazar
günü asıl dayatılan da, ‘Ermeni yalanı’ olarak ötelenmek istenen 1915’in
konuşulmasını engellemekti. Oysa ne 1915 sadece Ermenilerin, ne de Kürt Sorunu
sadece Kürtlerin meselesi. Geleceğimizi ipotek altına alan bu koca uçurumlar, ortak
hayatımızı, nefret yüklü sloganların yankısına terk edilemeyecek kadar
belirliyor.
Meydandan
yükselen sloganlar “Dişe diş, kana kan, intikam!” dedi. “Bozkurtlar burada,
Hrantlar nerede?” diye sordu. “Kuzey güney bir olsun, Ermenistan yok olsun”
diye dilekte bulundu. “Hepiniz Ermeni’siniz, hepiniz piçsiniz” diyerek 19 Ocak
anmasına katılanlara selam etti. Ve o tanıdık nağmeyle hedef belirtti: “Bugün
Taksim, yarın Erivan, bir gece ansızın gelebiliriz.”
Başbakan’ın,
geçmişte kendi hükümetini hedefe koyan darbe destekçisi bu milliyetçi-ulusalcı
söylemin o derin anlamını kayda geçip tavır alması çok şeyi değiştirebilirdi.
Ama maalesef o, “Marjinal ve münferit birkaç pankart Hocalı Katliamı’na dair
acımızı gölgelemeye yetmez” demeyi tercih etti. Dahası, İçişleri Bakanı İdris
Naim Şahin’in kan dolu ve intikama davet eden söylemini de sahiplenmiş oldu.
Oysa
yakın tarihimiz, darbe hazırlıklarının
parçası olduğu bilinen sayısız münferit cinayetle ve katliamla
dolu. Bu
marjinal ve münferit pankartlar Hocalı Katliamı’nı unutturmazken,
Türkiye Ermenileri kendilerini vatandaşlığın hangi klasmanında gördü dersiniz?
Ya bu ülkede çalışan ve her siyasi kriz döneminde kapı dışarı edilmekle tehdit
edilen Ermenistanlılar?
Agos
olarak en çok, nefret istikrarının gösterdiği çıkmazdan ürperdik. “Bir gece
ansızın gelebiliriz” diye inletilen caddede, hedef tahtasına oturtulmuş genel yayın
yönetmenimiz Hrant Dink’in, güpegündüz arkasından vurularak öldürüldüğünü
bilerek baktık meydana.
Orada
yaşananlar sadece siyasi erki değil, basını da sınava tabi tutuyor. Nefret
söyleminin varacağı noktaların bilincinde olanlar, sorumluları göreve çağıran
yayınlar yaptılar. Biz de sesimizi onlarla birleştiriyor, aleni nefret
gösterisini “protesto yürüyüşü” olarak taçlandıran basın kuruluşlarını bu
yayınların vebali konusunda uyarıyoruz. Tekrarlanan hatalara kasıt denir ve o
kasıt, canlara kast etmeye dek varabilir.
Hatırlayalım,
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AKP’li Ayhan Sefer Üstün,
savcıları, ayrımcılık yapanlar için TCK hükümlerini uygulamaya davet etti. Gün,
savcıların, bu nefret dolu söylemlerin takipçisi olma günüdür. Devletin
denetleme kurulu devlet görevlilerinin soruşturulmasını salık vermişken, gün,
Hrant Dink davasına, gerçek demokrasi adına sahip çıkma günüdür.
Pazar
günü, Hrant Dink’in katillerini öven bir grubun Agos’a yürümesi son anda
önlenmişse, Ermenilik piçlikle eşleşmişse, tarihi bugünden okumaktan öte yol
kalmaz. Dahası, başka türlü bir gelecek yazmaya talip olanların kalemi kırılır.
Çünkü kanın üstüne söz yazamazsınız.
Gelin,
kanı değil canı savunalım. Can hayattır ve hepimizin hakkıdır. Bir gün o
meydanda, hep birlikte vakarla durup acıya ortak olabildiğimizde birbirimizi
yaşatabilmiş olacağız. Biz işte o günün talibiyiz ve o günü de ancak birlikte
yaratabiliriz. Gelin, birbirimizde can bulalım.
AGOS (2 Mart 2012 tarihli sayısının başyazısı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder