- “Aşk Merdivenleri” isimli albümünüzü geçtiğimiz aylarda yayınladınız. Bize bu albümün öyküsünü anlatabilir misiniz? Şarkıları ne zaman yazmaya başladınız?
Gitar akorlarını öğrendiğim ilk günden beridir içimde hep bir şeyler yazma isteği oldu. Önce, ünlü şairlerin şiirlerini bestelemeye çalıştım. 20 yaşımdayken de bu albümde de yer alan “Kaybettiklerim” adlı şarkıyı yazdım ki sözleri de müziği de bana ait olan ilk şarkımdır. “Aşk Merdivenleri” albümündeki 6-7 şarkıyı bu dönemde yazdığım ilk şarkılar arasından seçtim. Çok dikkatlice elden geçirdim tabii şarkıları ancak ilk yazıldığı anki duygusunu ve duyarlılığını korumaya da özen gösterdim. Geri kalan 3-4 şarkıyı ise son birkaç yıl içinde yazdıklarım içinden seçtim. Aslında bu albüm için, son 20-25 yılda yaptığım işler arasından yaptığım bir seçki ya da antoloji demek de mümkün.
- Aşk Merdivenleri’nde yoğun bir melankoli hakim ve müzikal olarak da Bülent Ortaçgil’in müziğine yakın duruyor. Siz albümü genel olarak nasıl tanımlarsınız?
Albümü ve müzik tarzımı isimlendirirken biraz zorlanıyorum açıkçası. Ne desem tam karşılamıyor gibi geliyor. Alternatif akustik pop müzik gibi bir tanım bulduk yapımcımla son olarak. Hiç bilmeyen birine anlatırken gözünde canlansın diye Ortaçgil gibi, Kızılok gibi Mazhar gibi filan demek zorunda kalıyorum. Bu saydığım adamların müziğine hem benziyor hem benzemiyor gibi. Muhakkak ki beslendiğim kaynaklar bunlar ancak kendi özgün sesim ve tınımın da olduğuna inanıyorum. Genel olarak melankolik bir albüm denebilir de denmeyebilir de, zira melankoli deyince akla yenilenmiş arabesk tınıları da gelebilir… En azından bu albümde o tatta bir hüzün yok diyelim ki hiç bilmeyen kişilere yanlış bir imaj vermiş olmayayım. Bülent Ortaçgil’in müziğine de yakın duruyor denmesi benim için güzel bir iltifat olur doğrusu, katılabilirim de bu saptamaya. Bu arada Ortaçgil’in tüm şarkılarını özellikle eski şarkılarını çok iyi bilirim ve çok değerli bir şarkı yazarıdır nazarımda.
- Albüme genel olarak baktığımız zaman, sözler daha ön planda gibi gözüküyor. Şarkı sözü yazmaya ne zaman başladınız? Bir şarkı sözü yazarı olarak, sizin en çok beğendiniz şarkı sözü yazarları ve şairler kimlerdir?
Bu bir şarkı yazarı albümü olarak tanımlanabilir. Paul Simon, John Lennon, Dylan, Cohen gibi şarkı yazarlarından aldığım ilhamla onların yolunda yürüyerek bir şeyler üretmeye çalışıyorum. Dolayısıyla beslendiğim kaynak bu tip adamlar olunca işin içine daha yoğun şiir ve hikaye anlatıcısı konumuna gelmiş bir şarkı yazarı tipi oluşuyor. Seçtiğim tarz bu olduğu için sözler biraz yoğun, umarım dinleyene anlamlı ve güzel geliyordur. Şarkı yazarları dışında tabii ki en çok şairler ve roman yazarlarından etkilendim. Şiir tabii ki daha önemli ve doğrudan etkileyen edebi tür. Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Murathan Mungan, Nazım Hikmet, Metin Altıok gibi şairlerin yeri ayrıdır bende. Ancak bu iş sadece şiir okuyarak da olmaz, edebiyatı bütün olarak görmeye ve almaya çalışmak lazım bence. Roman, hikaye başta olmak üzere tüm türlere yakın durmak şart.
Çünkü sadece şiir gibi birkaç satır yazmıyorsunuz kendinize ait bir dil ve dünya inşa etme işine giriyorsunuz. En kolay ve en ucuz tüketilen sanat müzik oldu artık, ancak üretimi tüketiminden çok daha sancılı ve maliyetli. Ortaçgil son albümü için 7 yıl çalışmış. Harcanan emeği kafanızda canlandırın buna göre. Tabii acıklı olan bu kadar zahmetle üretilmiş ürünün bedelsiz olarak MP3 halinde insanlar tarafından tüketiliyor olması.
- Mehmet Tez geçenlerde köşesinde sizin Altınoluk’da grubunuzdan bahsetmişti. Bize o dönemin atmosferinden bahsedebilir misiniz?
O grup Altınoluk’ta 1993 yazında Experience adlı bir rock barda çalmıştı ve o yaz tanışmıştık Mehmet ile. Bizim grubun adı bile yoktu sanırım. Mehmet’in de elemanı olduğu 3 kişilik bir grupları vardı. Şu anki yapımcım olan Haluk Polat klavye, Mehmet bas çalıyordu ve bir de solistleri vardı. O dönemde olmayacak bir yerde olmayacak bir müzik yapan bir gruptuk. Rock’n rolldan bu kadar uzak bir aile beldesinde klasik rock çalacak mekanın olması ve hatta bizim de orada çalmamız filan çok rastlanacak şeyler değildi. Hendrix, Beatles, Rolling Stones, Led Zeppelin, Dire Straits çalardık, güzel gruptu. Ben yine bas gitar çalıyordum o grupta, şu an albümün konserlerini verdiğimiz grupta akustik gitar bek vokal yapan Alp Dündar, sonradan Trip adındaki grupta yıllarca çalacağım Özgür Şener elektro gitar vokalde ve davulda Güray Mumcu ‘dan oluşan enteresan bir gruptu. Altınoluk o tarihlerde kasaba havasında çok güzel bir doğası ve havası suyu olan, hayran olunacak bir yer idi, sonradan maalesef şehirleşti ve o güzelim Kaz Dağı ormanlarına da kıyıldı. Yıllardır gitmedim görmedim, anılarımdaki gibi hatırlamak istiyorum oraları. Sonuçta hayatımın en güzel yazlarından birini geçirdim o yaz ve bu albümde yer alan “Mavi Yaz Akşamlarımız” adlı şarkıyı yaşadığım masum bir aşkı ve o güzel yazı resmetmeye çalışmak üzere yazdım.
- Üniversite yıllarlarınızdan beri Ortanca, Çekirdek ve Trip gibi Ankara’nın önemli rock gruplarını kurup bu gruplarda çaldınız. Bu dönemlerinizi ve 90’ların başında Ankara’da Rock müzik ortamından bahsedebilir misiniz?
90’ların başında bugün bildiğimiz ve hatta bıktığımız anlamdaki rock barlar yeni yeni görülmeye başlıyordu. İstanbul’daki eski ve yeni Kemancılar’ın yarattığı rüzgar Ankara’yı da etkiledi. Ankara’dan Metropolis, Flu, Blues Express gibi gruplar gidip İstanbul’da Hayal Kahvesi’nde ya da o civarlarda biryerlerde çalıp geri dönüyorlardı. Sonra burada da A Bar, Grafitti, Manhattan, Gölge Bar gibi barlar açıldı ve hepsi de kendine özgü müşterisini yarattı. O zaman bütün barlar dolup taşıyordu. Hakikaten rock barların altın çağı 1990’lar boyu o 10-15 yıllık dönemdir. O dönem çalan gruplar şimdiki gruplardan daha iyiydi ve ayrıca onları izleyen yapılan müziği tüketen dinleyiciler de daha dikkatli, seçici ve müzikten anlayan kişilerdi. Bugün içki fiyatlarının yüksekliği, sigara yasağı, ve işletme sahiplerinin acilen vıcık vıcık eğlence anlayışını ticari başarı saymaları nedeniyle klasik rock bar dönemi sona erdi diyebiliriz.
Bu açılmış kapanmış barlar arasında en çok çaldığım ve sahnesinde, içerisinde bulunmaktan zevk aldığım mekan Gölge Bar’dır. Trip ile bu mekanda efsanevi performanslara imza attık. Hayatım boyu unutamayacağım Trip ile yaptığımız işleri.
- Uzun yıllardan beri “ Kendinden Prensli At” isimli grubunuzla Süleyman Bağcıoğlu ile beraber klasik rock parçalarını yorumluyorsunuz. Süleyman Bağcıoğlu bugün Türkiye Rock camiasının en çok saygı duyulan gitaristlerin başında geliyor. Siz neler demek istersiniz Süleyman Bağcıoğlu hakkında?
Süleyman Bağcıoğlu beni belki de bu işlere iten adamlardan birisidir. Yine 1990 başları gibi ki bara girme yaşımızın tuttuğu tarihtir aşağı yukarı, (o zaman henüz tanışmıyorduk ve uzaktan o olağanüstü gruplarını hayranlıkla dinliyorduk) Sahne adabı ile grubun nasıl ses çıkarması gerektiğiyle ilgili filan çok şey öğrendim, örnek aldım, hayran oldum. Trip çaldığında ben de biryerlerde sahne alır ve görünür olunca tanıştık, “ Kendinden Prensli At” grubunu birlikte kurmaya kadar vardı sonra iş. Rock bar gitaristliği konusunda sadece benim ve Ankara çevresinin değil, tüm memleket insanının feyz aldığı ve hayran olduğu üstün bir gitaristtir kendisi. Kendine özgü bir tuşesi ve tonu vardır her şeyden önce. Ayrıca çalmayı bu kadar delirmişçesine seven adam da az görülür, bıraksan ya da solist yorulmasa sabaha kadar kesinlikle çalar. Bu işlerde çok büyük emek harcamıştır, çok kapılar açmıştır Süleyman. Tanışmış olmaktan, birlikte müzik yapmaktan çok keyif aldığım ve hem müzikle ilgili hem de müzik dışında çok şey öğrendiğim biridir. Bir zamanlar hayran olduğunuz biriyle çalmak çok enteresan cidden.
- Dinlemekten asla bıkmadığınız gruplar ve müzisyenler kimler? Son dönemde kimleri dinliyorsunuz?
Müzik neden dinlenir sorusunu çok sorarım kendime. Yani birkez dinledik, anladık, geçtik diye bir şey yok müzikte. Belki hiçbir sanat türünde yok.Ancak en çok müzikte yok gibi geliyor bana. Kimilerine göre zamanında dinlediğin bir şeyleri halen dinliyor olmak müzik dinlemek değil filan gibi değerlendirmeler okuyorum. Kimdi Replikas idi sanırım böyle bir şeyler demişler bir röportajlarında. Bence böyle bir şey yok. Nasıl müzik dinleneceği ile ilgili kimsenin ders vermesine ihtiyaç da yok isteyen istediği gibi dinler.İnsanın canı istiyorsa aynı şarkıyı yıllarca dinler, kendi sıkılmasıyla ya da merakıyla ilgili bu. Benim her daim vazgeçemediğim gruplarım filan var elbette. Bunlara klasik rock janrının tüm gruplarını koyabiliriz, az önce bazı vesilelerle saydığım gruplar ve sanatçılar bu kategoride.
Beatles’ın yeri biraz ayrı, sadece müzik yapmadılar, konuşmaları, giyimleri, kimsenin cesaret edemeyeceği müzik türlerini ve yaşam tarzlarını denemeleri filan bu adamları bir müzik grubu olmaktan öteye taşıdı. Ben de sadece bir müzik grubu olarak görmüyorum adamları. Sadece güzel şarkı nasıl yazılır, nasıl söyleniri değil hayatı anlatmışlar şarkılarında. Ayrıca kendi aralarındaki ilişkilerin ilk olarak başladığı ve sonra vardığı yerleri izleyerek bir tek müzik grubu üzerinden çok daha genel bir rock tarihini anlamak da mümkün. Sonraki tüm gruplar aşağı yukarı benzer süreçleri yaşadılar ya da hiç yaşamayanlar da oldu. Ancak yaptıkları albümlerle, Vietnam savaşına ve İngiliz sömürgeci tarihine karşı çıkmalarıyla (Paul’ün sir ünvanını kabul etmesi hariç), yaptıkları hatalarla ve çocukluklarıyla ayrı, yetişkinlikleriyle ayrı bir şekilde insanlık tarihini etkilemiş adamlardır sevin veya sevmeyin. Gorbaçov glasnostu anlatırken SSCB’nin yıkılmasına neden olanlardan birini de Beatles’ın müziğini ve yarattığı etkileri göstermiştir. Neyse çok uzattım lafı ama önemliydi.
Son dönemde yeni grup veya müzisyen dinlemiyorum.Bir tek sixpense none the richer grubu var bu aralar dikkatimi çeken. Cohen gibi Dylan gibi Mccartney gibi adamların çıkardığı albümlerle de her zaman ilgilenirim. Bir de Johnny Cash en büyük idollerimden biridir. Yeniliklere açık olmak lazım farkındayım ancak belki de vücudumun merak etme eşiği düşmüştür, yeni grup keşfetme güdüm zayıf bu aralar.
- Ankara Rock müzik özelinde Türkiye’de çok özel bir noktada duruyor. Yıllar içerisinde birçok Rock müzisyeninin, Ankara çıkışlı olduğunu gördük. Sizce Ankara’yı Rock müzik özelinde bu kadar verimli kılan sebep nedir?
Açıkçası hiçbir fikrim yok bu konuda. Tahminlerim olabilir. Sosyologlara sorulsa daha güzel cevaplar da alınabilir bir ihtimal. Her kentin kendine özgü bir ritmi, doğası ve güzelliği-çirkinliği var. Şehirler de ve özellikle merkez olabilen şehirler dünya sanat tarihini derinden etkilemiştir.Floransa, Barcelona, Moskova, Prag gibi şehirleri düşünün. Ankara aslında Mustafa Kemal’in seçimiyle ve siyasi ve jeopolitik başkent olmuş bir yer. Geçmişi yok yani kısaca. Yüz yıl önce kasaba olan bir yer. Tarihi olmayan nadir başkentlerden olmalı herhalde. Bir tane kale bir tane de Roma Hamamı dışında ben bir yapı görmedim. İstanbul ise insanlık tarihince bilinen en eski metropol. Ankara’dan müzisyen çıkar gider İstanbul'a yerleşir klişesi var.İzmir ve Adana’dan da çok müzisyen çıkar bu arada.
Ankara’yı bu konuda özel kılan şey muhtemelen bu şehrin yaşam ritminde olabilir. Sıkıntılı mekanlardan daha derin adamlar ve sanatçılar çıkar. Çünkü yoksunluk yaratıcılığı kışkırtan bir şeydir. Ben burada doğdum ve büyüdüm, en basitinden denize uzak yaşıyoruz ve bir Ankaralı için denizin, vapurun manası, her gün gören birine göre daha derin olabilir. Seattle, Liverpool gibi kasvetli şehirlerin ikliminden üstün yetenekli grup ve sanatçılar çıktı ve rock tarihini değiştirdi. Ankara da belki biraz böyle bir konumda olabilir. Doğal ve tarihi güzelliklerden yıkılan bir şehir değil burası. Vakit geçirecek ve keyifle takılınacak yerlerin sayısı İstanbul ve İzmir’e göre çok daha sınırlıdır.Biz de aradaki farkı iyi müzisyen yetiştirerek kapatmaya çalışıyoruzdur belki.
- Müzisyenlik dışında mali müşavirlik de yapıyorsunuz. Bu iki farklı dünyayı nasıl idare ediyorsunuz. Müzikal servüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Mali müşavirlik ile geçinip müzisyenlikle de müzikal ve edebi birikimlerimi ortaya koymaya çalışıyorum. İkisi de dediğin gibi çok başka dünyalar.Ancak her iki dünyayı da tanımak ve yaşamak güzel bir deneyim. Müzisyen olduğumu bilmeyen müşterilerim var misal. Sadece muhasebeci olarak tanıyorlar ve zihinlerinde oraya yerleştirmişler. Hiç bozmuyorum bu algılarını ve sade bir mali müşavir olarak tanınmak ve değerlendirilmek deneyimini de yaşıyorum öte yandan rock star gibi tanıyan davranan kişiler de var hayatımda. Hayatın bir başka yüzünü görmüş ve tanımış oluyorum böylece. Tek kartvizit taşımak sıkıcı bir şey ya da ben çok alıştım çift kimlikli-kişilikli yaşamaya. İşlerimi çok arttırmıyorum, ( serbest olarak çalıştığım için böyle bir imkanım var ) bir tane çalışanım var, ikimizi geçindiriyor işte işlerin hacmi. Genelde sorunsuz götürüyorum işlerimi de müzik faaliyetlerimi de . Tarihleri mali müşavirlik işlerine göre ayarlayınca sorun olmuyor şimdilik. Bazen çok zor olduğu da oluyor tabii. Herşey her zaman kolay olsa tadı kalmazdı yapılan işin öte yandan.
Müzik serüvenim çocukken oyun oynadığım oyuncak müzik aletleriyle başladı sanırım. Oyuncak gitarım, akordeonum, mızıkam aklımda yer etmiş. İlkokul 4-5 gibi ailemin teşvikiyle saz çalmaya başladım. Ortaokulda Beatles dinleyince sazı bıraktım gitara başladım, sonra lisenin müzik grubundaki basçının ayrılmasıyla okulun grubuna bas gitarist olarak girdim. Sonra da bas gitar üzerine çalışmaya başladım ve halen de bas gitar çalışıyorum. Şarkı yazmak ise müziğin ayrı bir katmanı. Gitar akorlarını öğrenince içimden derhal kendime ait bir şeyler yazmak söylemek geldi. İçgüdüsel bir şey midir nedir bilemiyorum. İlk sorunun cevabı da bu kısma denk geliyor.
Halen iyi bas gitar çalmaya ve güzel şarkılar yazmaya çabalıyorum.Elim ayağım tuttuğu sürece de sürdürme niyetindeyim.
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder