Son dönem Şili edebiyatının en önemli
temsilcilerinden Alejandro Zambra’nın ilk romanı Bonzai, daha ilk cümlesinden itibaren, bizi sonu belli olan kırık bir
aşk hikayesine hazırlıyor: “Sonunda kız ölür ve oğlan yalnız kalır; gerçi oğlan
kızın, Emilia’nın ölümünden birkaç yıl önce yalnız kalmıştı. Kızın adı Emilia
ya da Emilia’ydı diyelim. Oğlanın adıysa Julio, Julio’ydu, hatta hala Julio.
Julio ve Emilia. Sonunda Emilia ölüyor, Julio ise ölmüyor. Gerisi edebiyat.”
Julio ve Emilia İspanyol dili ve
edebiyatı okuyan iki öğrenci, ders çalışmak için bir araya gelinen fakat ders
çalışmak yerine eğlenilen ve votka içilen bir gecede tanışıyorlar. Geceyi tesadüfi
bir şekilde beraber uyuyarak geçiyorlar. Aralarındaki ilişki de böyle başlıyor.
Emilia ve Julio arasında oluşan tutkulu aşk ise edebiyat sayesinde oluyor. Her
gece yatmadan önce birbirlerine Marcel Schwob'un Monelle'nin Kitabı’nı, Yukio Mişima'nın Altın Toprak'ını, Perec'ten Uyuyan
Adam ve Şeyleri, Onetti ve Raymond Carver'ın bazı öykülerini okuyorlar. Birbirlerine
söyledikleri ilk yalan bile edebiyat üzerine. İkisi de birbirlerine Marcel
Proust’u okuduklarına dair yalan söylüyor. “Çabucak aynı şeyi okumayı, benzer
düşünmeyi ve farkların üstünü örtmeyi öğrendiler. Kısa süre içinde kibirli bir
samimiyet yakaladılar” diye anlatıyor Zambra. Hikayenin ilerleyen bölümlerinde
nedenini öğrenemediğimiz bir şekilde Julio ve Emilia ayrılıyorlar. Üniversite
bitiyor ve Emilia Madrid'e geliyor, İspanyolca öğretmeni olabilmek için
işverenlerine evli olduğu yalanı söylüyor. Bunu kanıtlayabilmek için eski
arkadaşı Anita'dan kocasını bir geceliğine istiyor, fakat gece kötü geçiyor,
Anita'nın kocası ona asılıyor. Bundan sonra, yakın arkadaşı Anita'nın iddiasına
göre uyuşturucu kullanmaya ve sürekli siyah giymeye başlıyor. Sonra Zambra'nın daha ilk sayfadan itibaren
üstüne basa basa söylediği gibi 30'unu görmeden ölüyor. Julio ise bodrum
katında ayakkabı manzaralı evinde, lezbiyen komşusu Maria ile yaşıyor.
Julio hayatı da pek iyi seyretmiyor:
sağcı bir entelektüelin kızına ders vermekten, yaşlı ve huysuz Gazmuri’nin
deftere yazdığı son romanını bilgisayara geçirme işine kadar bir sürü garip işe
girip çıkıyor. Ve sonra, Julio gitmeye karar veriyor. Komşusu Maria'ya güzel
bir hoşçakal hediyesi bırakmak için Gazmuri'nin romanını kendi kafasına göre
yeniden yazıyor ve ismini de Bonzai
koyuyor.
Bu Hikayenin Sonu Bizleri Büyülemeli Ama Büyülemiyor
Bonsai 77 sayfalık küçücük bir roman.
Okumaya başlandıktan sonra birkaç saatte bitiyor. Bonsai, her ne kadar kısa sürede bitse de,
kitabın baştan belli, hüzünlü sonunun etkisinin uzun süre devam ettiğini
söyleyebilirim. Kitabın başında, mutsuz sonla biten bir aşk hikayesi ile
karşılaşacağımızın haberinin bizzat yazarın garantisiyle alınca, bu aşk
hikayesinin de sinema ve edebiyatta sıklıkla karşılaştığımız epik aşk
öykülerinden biri olacağını beklerken, kitap bize bu hikayenin sonunun hiç de
beklendiği gibi olmayacağını söylüyor: “Bu hikayenin sonu bizleri büyülemeli,
ama büyülemiyor.”
Zambra ilk kitabında, Julio ve Emilia’nın
aşklarını edebiyat ile çevreleyip, onlara mahremiyet alanı sağlayıp, onları dış
dünyanın mutsuzluklarından ayırıp, kendi mutlu mutsuzlukları ile baş başa
bırakıyor. Büyük ihtimalle de, Julio ve Emilia yalnız kaldıkları gecelerde
yorganın altına geçip çok sevdikleri yazarlardan parçalar okurken, fonda
Morrissey veya Tinderstricks çalıp bu yarattıkları ağır melankoliden büyük zevk
alıyorlardır. Bu karakterler Türkiye'de olsaydı, yine büyük bir olasılıkla bu
sefer fonda Ortaçgil çalacaktı, yorganın
altındaysa Oğuz Atay okunacaktı, ne de olsa melankolinin yurdu yok.
90 kuşağı için hep MTV kuşağı, kayıp kuşak, idealleri olmayan, tamamen tüketim
toplumuna hizmet eden hedonist gençler olarak tanımlanır eski kuşak tarafından.
Fakat hayata dair hassasiyetleri olan, okudukları kitaplarla kendi aydınlanmalarını
sağlayan 90 kuşağını es geçemeyiz. Onlar bu düzene, kaosa ayak uydurmayıp
tutunamayacaklarını ve ebedi bir mutsuzlukla yaşayacaklarını biliyorlar ve
mutsuzluklarından gayet mutlu olabiliyorlar.
Julio ve Emilia'da aynen böyle yaşıyorlar, onlar arkadaşlarını seçerken
bile sıradanlıklardan uzak durmaya çalışıyorlar: “Bu, gerçeğe, gerçek gibi
görünen cümleleri etrafa saçmaya, bitmek bilmeyen sigaralar içmeye ve daha iyi
olduklarına geriye kalanlardan o uçsuz bucaksız ve aşağılık geriye kalanlar
gruptan daha iyi ve saf olduklarına inananların vahşi suç ortaklığında
hapsolmaya tutkun iki öğrencinin hikayesi.”
Hayata Dair Can Acıtan Ufak Detaylar
Zambra’nın bu kısacık romanın bu kadar
etkileyici olmasını sebebi karakterleri abartmadan en sade haliyle sunması ve
hikayesini hiç önemsemeden tamamen karakterlere yönelmesi. Zambra'nın dili ise
oldukça akıcı, Barış Bıçakçı kitapları için söylenen hayata dair can acıtan
ufak detaylarla bu kitapta bolca karşılaşılabiliyoruz. Her ne kadar mutsuz
sonla biten bir öyküyle karşı karşıya olsak da, Zambra bizi perdeleri çekilmiş,
ışıkları kısılmış bir odaya hapsetmiyor, öyküyü zaman zaman komik detaylarla
süsleyerek bize gözyaşlarımızı silmemiz için süre bile veriyor, yine de, “Ölümün
olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki.”
Zambra, 80 sonrası Şili edebiyatının en
önemli temsilcilerinden biri sayılıyor. Bonzai, şimdiden dünyanın birçok diline
çevrilmiş durumda. Geçtiğimiz senelerde, Christian Jimenez tarafından sinemaya
da uyarlandı. Filmin, bu sene İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye’ye de
uğradığını belirtmeliyim. Zambra'yı takip etmekte yarar, yakıcı yazı geride
bırakıp sonbahara girmeye hazırlandığımız şu dönemlerde, böyle samimi
melankolik hikayeyi sanırım es geçmek
olmaz...
Bu yazı, Agos Kirk'in Ağustos 2012 sayısında yayınlandı.
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder