Filmleri kaç kişinin izlediğinin
sayılamadığı Yeşilçam dönemlerine haksızlık etmemek için tüm zamanların
diyemesek de, bilinen “en çok izlenen filmler”in ilk sırasında “Fetih 1453” var
artık. 2012 Nisan ayı itibariyle 6 milyondan fazla kişinin bu filmi izlediği
söyleniyor. Yapımcı Fatih Aksoy, bu sezon filmi dizi olarak televizyona
taşımaya karar verdi ve “Fatih” ismiyle dizinin çekimlerine başlandı. Filmin
gişe başarısının yanı sıra, konunun popülerliği ve tarihi dizilerin, özellikle “Muhteşem
Yüzyıl”ın izlenme oranları da elbette ki bu kararda pay sahibi.
Yaklaşık üç hafta önce dizinin
ilk fragmanı dönmeye başladı ekranlarda, bu hafta da ikincisi... Fragmanlardaki
garipliklerden önce cast seçimine değinelim. Filmde Fatih’i canlandıran Devrim
Evin’in de, dizideki Mehmet Akif Alakurt’un da maşallah boyları posları gayet
yerinde. Hâlbuki Fatih’in yaklaşık 1,65 boyunda ve çelimsiz olduğu rivayet
edilir. Böylesi bir “büyütme” ve mitleştirme anlayışı, Türkiye’de bir
alışkanlık... Hatırlarsanız Mustafa Kemal’in boyu da epey bir tartışma konusu
olmuştu. Nedense “büyük Türk”ler cismen küçük olamıyorlar.
Gelelim fragmanlara... İlk
fragmanda, Fatih atının sırtında tahminen İstanbul’a giriyor ve ekrana bir anda
koca puntolarla “Büyük Türk” ibaresi yansıyor. İlk olarak İttihatçılarla
başlayan Fatih’i milliyetçi tarih yazımının en büyük muzafferi olarak
konumlandırmanın bariz bir dışavurumu akıyor ekranlardan. Avrupa’da zikredildiği
söylenegelen bu hitap şekli gururla kullanılırken, Fatih’in kendi kullandığı Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanının
hep arkada bırakılması da açık bir zihniyet tercihi. Aynı fetihten sonraki üç
günlük yağmanın “büyük anlatı”da hiç yer almaması gibi…
İkinci fragman ise bir fecaat...
Uzak çekime yansıyan Tarihi Yarımada’ya giderek yaklaşıyoruz. Bir bakıyoruz ki,
bugünkü Sultanahmet Meydanı’nda koca bir hipodrom... Hâlbuki 300’lerde kurulan
bu devasa yapı, 1200’lerde Haçlı Seferleri sırasında Latinlerin
Konstantinopolis’i istilası sonucu kaderine terk edilmişti diye yazıyor tarih
kitapları. Yani 1453’te İstanbul’da bu yapıdan eser yok.
Gariplikler bununla da kalmıyor.
Ayasofya’da Fatih’le birlikte cemaatin kıldığı namaza odaklanırken, Ayasofya’yı
bugünkü haliyle, yani dört minareli olarak görüyoruz. Fakat biliyoruz ki Fatih,
Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra sadece tuğladan minareyi ekletmiştir.
Hatta Fatih’in bu minareyi aceleyle ahşaptan yaptırdığı, oğlu II. Beyazıt’ın bu
minare yerine tuğlalı minareyi ve de ikinci minareyi yaptırdığı söylenir.
Birbirinin aynısı olan diğer iki minare ise II. Selim, Mimar Sinan’a
Ayasofya’nın bakım çalışmalarını yaptırırken, inşa edilmiştir. Zira
Ayasofya’nın dört minaresi farklı zamanlarda yapıldığı için birbirinden
farklıdır. Aynı fragmanda, imamdan yani padişahtan önce davranarak cemaatin
secdeye yatması ise başka bir ‘gariplik’ olarak duruyor önümüzde.
O zaman, dizinin yapım ekibine
sormak gerekir: Milliyetçi hamasete kolayca konu ettiğiniz “ecdadınız”ın
tarihinden bu kadar mı bihabersiniz? O kadar para verip böyle bir tarihi dizi
çekerken, bu tür çok bariz hataları engelleyebilecek bir tarih danışmanı bulamadınız
mı? Yoksa tanıtıma koyduğunuz “Büyük Türk” paranteziyle birlikte alt metinde
“buralar hep bizimdi” mesajı mı vermek istiyorsunuz?
* Bu yazı, 15-22 Eylül 2013 tarihli Agos Derkenar sayfasında yayınlanmıştır.
Sevag Beşiktaşlıyan