Alevi-Bektaşi toplumunun iki önemli kolundan biri olan Çelebi kolu,
inancın Pir’i Hacı Bektaş Veli’nin “biyolojik” evlatları olduklarını iddia eden
Ulusoy ailesi tarafından temsil edilir. ‘Efendiler’ olarak anılan bu aile,
postunda oturduğu Pir’in ‘kutsal otorite’sini kullanma hakkına sahiptir.
Aksaray Üniversitesi’nden Meral Salman Yıkmış, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Hacı Bektaş Veli'nin Evlatları’ kitabında, Türkiye’deki inanç sistemleri içinde çok
önemli rolü olan bu ailenin ‘yol’ izini sürüyor. Salman Yıkmış’la Ulusoy
ailesinin Cumhuriyet’ten günümüze siyasi ve inanç temsillerini konuştuk.
- Ulusoy ailesinin Alevi-Bektaşi
toplumu içindeki yeri nedir?
Bektaşi tarikatı Babagan ve Çelebi kolları olmak üzere birbirinden
farklı örgütlenmelere sahip iki kola ayrılıyor. Bektaşi olarak adlandırılan
Babagan kolu, kan bağını reddederken, Bektaşi olabilmek ve tarikat içindeki
mertebelere yükselebilmek için tasavvufi eğitimi gerekli görüyor. Çelebi kolu, yani Ulusoy ailesi ise kutsiyete
sahip olma ve Hacı Bektaş Veli’yi temsil etme iddiasını kan bağına, yani Hacı
Bektaş Veli’nin evlatları olmalarına dayandırıyor. Kalıtsal olarak edindiği ve
kuşaklar boyunca aktardığı kutsal otoriteleri Ulusoy ailesine kendilerine bağlı
ocaklara ve bu ocaklara bağlı topluluklara ya da kendilerine bir ocak aracılığı
olmaksızın bağlı olan topluluklara önderlik ve rehberlik etme hakkı tanıyor.
- Nasıl bir ‘kutsal otorite’den
bahsediyoruz?
Kutsal otorite, birbiriyle ilişkili iki kavramla açıklanabilir, velayet
yani Tanrı’ya yakın olmak ve batın yani ezoterik bilgi ya da hakikatin bilgisi.
Alevi-Bektaşi geleneğine göre, Hacı Bektaş Veli’nin şeceresi 7. İmam Musa
Kazım’a dayandırılır. Hacı Bektaş Veli, Ehlibeyt’e, yani Muhammed’in kızı Fatma
ile evlenen Ali ve onların çocuklarına özgü olan velayeti bu kalıtsal bağla
edinmiştir ve bu bağ onun mantık yoluyla çıkarılamayacak hakikatin bilgisine
erişmesini de sağlamıştır. Alevi-Bektaşi Yolu’nun kurucusu, Pir olarak Hacı
Bektaş Veli kendisine bağlı olanlara hakikatin bilgisine dayalı olarak
rehberlik etme hakkına ya da kutsal otoritesine sahiptir. Hacı Bektaş Veli’nin
kalıtsal mirasçıları olarak Ulusoylar da aynı kutsal otorite ile
donanmışlardır.
- Osmanlı, bu kutsal otoriteyi
kabul ediyor mu?
Osmanlı döneminde aile, merkezi yönetim tarafından resmi olarak Hacı
Bektaş Veli’nin evlatları olarak kabul ediliyor. Aile, 1826 yılına yani
Bektaşiliğin yasaklandığı döneme kadar Hacıbektaş ilçesinde bulunan Hacı Bektaş
Veli dergâhının postnişinliğini üstleniyor ve Cumhuriyet’in ilanından sonra
kapatılana kadar da dergâhın vakfının mütevellisi görevinde bulunuyor. Bu da
ailenin dergâha bağlı tekkeler ve kendilerine bağlı topluluklar üzerinde
dinsel, ekonomik, hukuki, siyasi
otoritesinin olması anlamına geliyor. Tabii Osmanlı dönemi boyunca merkezi
yönetimin onlara sağladığı statü, hak ve ayrıcalıklar, merkezi yöntemle kurulan
çatışmalı ya da uyumlu ilişkilere bağlı olarak artıp, azalabiliyor.
- Cumhuriyet’le birlikte nasıl
bir değişim yaşanıyor?
Cumhuriyet’le birlikte ailenin resmi olarak statüsü tanınmıyor, dergâh
ve vakıf kapatılıyor. Ayrıca ‘Çelebi’ unvanı yasaklanıyor, yani aile Osmanlı
son döneminde de kaybetmeye başladığı hak ve ayrıcalıklarını tamamen
kaybediyor. Erken Cumhuriyet döneminin sekülerleşme politikaları dinsel ve
dünyevi ayrımına gidip, bu alanlarda kurumlar ve yeni otorite biçimleri inşa
etmeye başladığında ailenin kutsal otoritesi resmi anlamda kendisine yer
bulamıyor. Üstelik ilerleyen yıllarda
modernleşme ile birlikte Alevi-Bektaşi toplulukların kapalı toplumsal yapıları
da dağılmaya başlayınca geleneksel ilişkiler de çözülmeye başlıyor; fakat bütün
bunlar, ailenin otoritesine de Alevi-Bektaşi Yolu’na da son vermiyor.
- Bunun üzerine ailenin
yapısında bir değişiklik yaşanıyor mu?
Yol’un hiyerarşik katmanları arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor, roller
ve ilişkiler değişmeye başlıyor ve Ulusoy ailesinde otorite mürşitten ailenin
diğer erkek üyelerine dağılıyor ve kutsal otoritenin mahiyeti de toplumsal
değişimlere paralel olarak değişiyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, aile
önce iki kola, ardından da daha küçük birimlere bölünüyor. İlk bölünme, aile üyelerinin
bir kısmının Hacıbektaş ilçesindeki konaklarından taliplerin yaşadığı Tokat,
Zile gibi yerlere taşınmasıyla gerçekleşiyor. Bu bölünme ve taliplerle
aralarındaki sosyal mesafeyi en aza indiren ilişki kurma biçimi, kutsal
otoriteyi de dönüştürüyor. Talipler arasında yaşamaya başlayan Ulusoy
erkekleri, her ne kadar çocukları tekrar Hacıbektaş ilçesine dönmüş olsa da,
taliplerle mürşidin otoritesinden bağımsız, daha yakın bir ilişki
geliştiriyorlar.
- Ulusoy ailesinin siyasi
tercihi anlamında bu duruma bir tepkisi oluyor mu?
Çok geniş bir aile olan Ulusoy ailesi, yekpare değiller. Aile üyesi
sayısı fazla ve siyasi tercihleri de farklılık gösterebiliyor. O döneme dair bana bilgi verebilecek aile
üyelerinin pek azı hayattaydı. Genel
olarak tek parti döneminde, özellikle de sekülerleşme politikalarının çok sert
biçimde uygulandığı 1930’lu yıllarda ailenin sürekli baskı ve denetim altında
olması, geleneksel ilişkilerinin yasaklanması ve gizlilik içinde yürütülmesi, otoritelerinin
kaybı büyük oranda Demokrat Parti’yi desteklemelerine neden olmuş. Ama bu o
dönem CHP’yi destekleyen aile üyelerinin olmadığı anlamına da gelmiyor. Sonraki
yıllarda ise, ailenin nüfusu arttıkça ve aile daha küçük birimlere bölündükçe
siyasi tercihlerde de çeşitlenme artıyor elbette.
- Ne tür bir çeşitlilikten
bahsediyoruz?
Aileden şimdiye kadar altı kişi milletvekili seçilmiş. Çok partili
döneme geçişin ardından, ilk olarak 1954 yılındaki genel seçimlerde ailenin bir
üyesi, DP Tokat milletvekili olarak seçiliyor ve son olarak da bir aile üyesi,
1995 seçimlerinde CHP Tokat milletvekili oluyor. 1969’da da Alevilerin ilk
siyasi partisi olan Türkiye Birlik Partisi’nden (TBP) üç aile üyesi
milletvekili seçiliyor. Erken Cumhuriyet dönemi kuşağının çoğunun DP’ye ve sağa
meyil etmesi söz konusuyken, günümüzde bunu söylemek pek mümkün görünmüyor. En
azından saha araştırmam için bir araya geldiğim Ulusoylar’ın özellikle de
ailenin genç kuşaklarının çoğunun sol-sosyal demokrat siyasi tercihleri
olduğunu biliyorum.
- TBP’den milletvekili olan
Ulusoylar, daha sonra Alevilik’te ‘din dışı olmak’ anlamına gelen ‘düşkün’ ilan
edilerek partiden uzaklaştırılıyor. ‘Beş Yol Düşkünü’* olarak bilinen bu olayı
nasıl yorumluyorsunuz?
Bu meselede çok ilginç iki şey var. İlki bir Alevi partisi kendi
üyeleri aracılığıyla, ancak kutsal otoritenin gerçekleştirebileceği bir şeyi
yapmaya kalkışıyor ve aralarında üç Ulusoy’un da bulunduğu beş kişiyi parti
kararına rağmen Demirel hükümetine güvenoyu verdiği için düşkün ilan
ediyor. İkincisi, tabii ki parti tamamen
Ulusoylar’ın kutsal otoritesine bağlı kişilerden oluşmuyor ama Ulusoylar’ın
kutsal otoritelerine bağlı olanlar için, Ulusoylar’ı düşkün ilan edebilecek,
onların üstünde bir mertebe bulunmuyor. Yani Ulusoylar’ı düşkün edebilecek bir
mertebe yok, en azından Ulusoylar’a bağlı topluluklar için- ama tamamen
geleneğe dayalı ve toplumsal düzenlemeyi sağlayan ve ancak hakikatin bilgisinin
getirdiği adalet anlayışıyla gerçekleştirilebilecek bir yaptırımı üyeleri
aracılığıyla uygulamaya kalkışan Alevi siyasi partisi var. Muazzam akıl
karışıklığı!
- Bu olayın yankıları nasıl oluyor o dönemde?
Aile üyelerinin aktardığı kadarıyla aile için, hem aile içi ilişkiler
açısından hem de taliplerle kurulan ilişkiler açısından çok sarsıcı oldu. Aile içinde artık taraflar hayatta olmadığı
halde, bazı aile üyeleri arasında bu meseleden kaynaklı bugüne kadar gelen bir
küskünlük, anlaşmazlık hali söz konusu.
Üstelik bu mesele bazı bölgelerdeki taliplerin Ulusoylarla ilişkilerini
kesmelerine, aralarındaki rızaya dayalı ilişkinin bozulmasına da neden oldu.
- Ulusoy ailesinin dini
hiyerarşideki yerinde günümüzde bir değişiklik söz konusu mu?
Ulusoylar, TBP deneyiminden sonra, özellikle 1980’li yılların
sonlarında tekrar canlanan Alevi hareketinde yer almadı. 2007 yılında düzenlenen Birlik Toplantısı ve
Birlik Cemi, Alevi-Bektaşi örgütlenmeleri ve mürşit Veliyettin Ulusoy’u bir
araya getirdi ve bu toplantıya katılan örgütlenmeler Ulusoy’u mürşit olarak
tanıdıklarını beyan ettiler. Bu toplantının önemi kimlik politikaları yapan
örgütlenmeler ve kalıtsal olarak edinilmiş kutsal otoritenin bir araya
gelebilmiş olmasıydı. Şimdilerde ise, Veliyettin Ulusoy mürşit sıfatıyla
herhangi bir örgütlenmeyle ilişkilenmeksizin politik alanda var oluyor ve
topluluğun taleplerini ya da sorunlarını dile getiriyor. Alevi-Bektaşi
kimliğinin politikleşmesi ya da kimlik politikaları, elbette ki Alevi-Bektaşi
toplulukları dönüştürüyor ama Ulusoylar’ın Yol içindeki konumu değişmiyor.
‘CHP’nin sekülerlik iddiası
kimliğin yok edilmemesi anlamına geliyor’
- Şu anda Alevi-Bektaşi
toplumunun baskın olarak CHP’yi tercih ettiği söyleniyor, sizce bunun sebepleri
nelerdir?
Alevi-Bektaşi toplumunun baskın olarak CHP’yi tercih ettiği savından da
çok emin değilim. Erken Cumhuriyet
döneminin modernleşme ve sekülerleşme politikaları, Alevi-Bektaşi toplulukların
geleneksel kapalı yapısını çözerken, bir yandan da bazıları için eğitim ve
istihdam olanaklarını ve kent yaşamını da beraberinde getirdi. Fakat Alevi-Bektaşi
inancı söz konusu olduğunda Aleviler topluluk olarak hiçbir zaman tanınmadılar
ve Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze eşit yurttaşlık talepleri de karşılık
görmedi. Eğer söylediğiniz gibi
gerçekten yaygın olarak CHP’yi tercih etmeleri söz konusu ise bu CHP’nin vaaz
ettiği sekülerleşme ile yakından ilişkili olabilir, çünkü tarihi katliamlarla
ve asimilasyonla dolu bu topluluklar için CHP’nin vaaz ettiği sekülerleşme, inançlarının,
kültürlerinin, kimliklerinin tanınması anlamına gelmiyorsa da, bunlardan dolayı
yok edilmeleri anlamına da gelmiyor olabilir.
* Türkiye'nin ilk Alevi partisi olarak bilinen Türkiye Birlik Partisi'nden (TBP) milletvekili seçilen üç Ulusoy'un da içinde bulunduğu beş milletvekilinin 1970'te parti kararına rağmen dönemin iktidar partisi olan Adalet Partisi'nin bütçesine destek oyu vermesinin ardından, parti başkanı Mustafa Timisi'nin adı geçen beş milletvekilini partiden ihraç etmesi ve bu ihracın gerekçelerini 'Beş Yol Düşkünü' isimli kitapta açıklamasıyla sonuçlanan olay. Muhafazakar Alevilerin partiden kopmasına sebep olmasının yanı sıra bu olay, Alevi-Bektaşi inanç hiyerarşisinin tepesinde yer alan Efendiler'in, bu inanç sisteminden aforoz edilmesi anlamına gelen 'düşkün' ilan edilmeleri ayrıca dikkate değerdir.
Emre Can Dağlıoğlu