Türkiye’de Aşkın Coğrafyası romanıyla tanınan Ahdaf Soueif, 2011 Mısır
Devrimi boyunca yerinde şahitlik eden önemli isimlerden biriydi. O günleri Cairo: My City, Our Revolution [Kahire: Benim Şehrim, Bizim Devrimimiz]
kitabında toplayan Soueif, iktidarının başlangıcında Müslüman Kardeşler’e
destek vermişti, fakat Muhammed Mursi’nin izlediği siyasetle birlikte bu
desteğini çekmiş ve darbeye sonuçlanan Müslüman Kardeşler karşıtı protestolara
destek vermişti. Darbeden sonra ordu karşıtı protestolar devam ederken, Soueif,
halen sokakta ve çoğunluğu genç olan eylemcilerin arasında. Bu politik
tavrından yola çıkarak, Soueif’le Mısır’da devrimden bu yana yaşanan süreci
konuştuk.
- 2011 Devrimi’ne gün be gün
şahitlik ettiniz, o günlerin ruhundan geriye ne kaldı Mısır’da?
Şu anda çok zor zamanlardan geçiyoruz. Fakat birçok genç insan için
şunu diyebilirim ki, değişim iradesi ve otoriter, ataerkil yönetim şekline
itiraz halen sürüyor. Son üç senedir yaşanılan acılar, hayal kırıklıkları ve
zorluklara rağmen, genel olarak insanların herkes için daha iyi bir yaşam,
sosyal adalet ve insan hakları arzuları ile yapabiliriz inançlarının devam
ettiğini düşünüyorum, umut ediyorum.
- Muhammed Mursi’nin başkan
seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmasının ardından yazdığınız yazıda, “Daha
umutluyum” demiştiniz. Sizi umutlu yapan neydi ve sonra bu umudunuz neden
kayboldu?
Haziran 2012’de, başkanlık seçimi sonrası, Muhammed Mursi’nin ona
verilen desteğin yarısından fazlasının ‘isteksizce’, rejimin yeniden güç
kazanmasını engellemek için son çare olarak destek verdiğini bildiğini
yazmıştım. Aynı zamanda, 7 milyon insanın, Müslüman Kardeşler’in (MK) iktidara
sahip olduğunda yapacaklarının tahayyülünden korktukları, en azından
sevmedikleri, için ordunun adayı Ahmet Şefik’e oy verdiğini de biliyordu. Ben
de Mursi’nin bu mesajı aldığını düşündüğüm için umutlu olduğumu yazdım.
Konuşmasında, kendisini tüm Mısırlıların başkanı olarak gördüğünü
tekrarlamıştı. Hıristiyanlardan ve kadınlardan bahsediyordu, çünkü MK’ye mensup
bir lidere karşı ihtiyatlı olmak için özel sebepleri olduğunu biliyordu.
Öldürülen genç insanlardan, sakat kalanlardan ve ailelerinden, özgürlükten,
insan haklarından, sosyal adaletten, Mısır’ın bağımsızlığından ve çıkarlarından
bahsediyordu.
- Sonrasında neler oldu?
Daha sonra ne olduğunu ise hepimiz biliyoruz. Mursi, Mısır’ın başkanı
olmaktan çok MK temsilcisi gibi davrandı. Başkan olduktan birkaç gün sonra,
ağırlıklı olarak ‘İslamcı Kurucu Toplum’ oluşturmak için yeni bir anayasa
yazılması amacıyla kullanacağı, kendisine olağanüstü yetkiler veren kararnameyi
devreye soktu. Genellikle liyakate bakmaksızın, önemli mevkilere MK kadrolarını
yerleştirdi. Mezhepsel söyleme ve eylemlere izin verdi. Daha fazla borçlanmak
dışında hiçbir ekonomik plan ortaya koyamadı. Hapsetme, zorla alıkoyma ve
işkenceye devam eden ve halkın düşmanı olan polis gücünü ödüllendirdi. Dolayısıyla
onun çok dar ve banal bir vizyonu olduğu, partinin ileri gelenlerinin
fikirleriyle sınırlandırıldığı ve Mübarek’in mirasının dağıtmak yerine
devralmaya çalışmasından dolayı başarısız olduğunu söylemek adil olacaktır.
Halka güvenmedi ve devrimci bir başkana dönüşmedi, hatta bunları düşünmedi
bile.
- 2011 Devrimi’nin önemli siyasi
grupları ve bilinen isimleri Mursi karşıtı gösterilerde de yer aldı. Bu
gösterilerin yarattığı zeminle yönetime el koyan ordunun hedefinde şu anda bu
gruplardan isimler var. “Devrim, kendi evlatlarını yiyor” diyebilir miyiz?
Diyemeyiz, çünkü devrimcileri ‘yiyen’ devrim değil, devrime karşı devam
eden savaş. Zamanla silahların arkasındaki yüzler değişiyor, fakat 25 Ocak’tan
bugüne genç aktivistleri hedef alan bu insanların hepsi ziyadesiyle devrim,
demokrasi ve reform karşıtı. Her rejim değişikliğiyle birlikte bu öfke, farklı
bir ‘düşman’a karşı yeniden tarif ediliyor ve meşrulaştırılıyor. Şu anda ismi,
terörle savaş ve çok sayıda kurbanı var. Çünkü devlet, özel olarak Müslüman
Kardeşler’e, genel olarak “teröristler”e karşı harekete geçti; bu yüzden, rejim
herkesi öldürme konusunda sınırsız yetkiye sahip olduğunu düşünüyor. Fakat şu
andaki İçişleri Bakanı’nın görev yaptığı Mursi yönetiminde ise düşman, “Mısır’a
kastedenler”di ve Mursi, bu ifadeyle özellikle aktivistleri ima ediyordu. O
noktada sokak onun şiddetini görmezlikten gelmedi.
Bu hususta sayılara bakmak çok daha iyi olacaktır. Mübarek rejimi
altındaki devrimin ilk 18 gününde, 1.075 insan öldürüldü. 12 Şubat 2011’den 1
Temmuz 2012’ye kadar süren Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi döneminde, 438 kişi
öldürüldü, 16.806 kişi yaralandı. 1 Temmuz 2012 ile 3 Temmuz 2013 tarihleri
arasındaki Mursi döneminde, 470 insan öldürüldü, 9.228 kişi yaralandı ve 4.809
insan tutuklandı. Sisi yönetiminde, 11 Kasım 2013’e kadar 2.665 kişi öldürüldü,
3 Aralık’a kadar 15.913 insan yaralandı ve 31 Aralık’a kadar 21.317 kişi
tutuklandı ve hâlâ insanlar öldürülmeye, yaralanmaya ve tutuklanmaya devam
ediyor.
- Bir önceki anayasa
referandumunda olduğu gibi Sisi yönetiminin anayasa referandumda da katılım bir hayli düşük çıktı.
Sandığa gitmedeki bu isteksizliğin sebebi nedir?
İnsanların çoğunun ‘sandık’la hayal kırıklığına uğratıldığını
düşünüyorum, özellikle gençler için son referandum çok daha fazla sandığa
mesafe koydukları bir tecrübe oldu. Sayıları gittikçe artan yaşlı insanlar
onların hayatlarını ve geleceklerini yönetmeye çalışıyorlar. Birçok insan,
“Evet” kampanyasının sorumluluğunu yüklenmek istemedi ve gürültücülüğünden
sıkıldı. Zira birçok aktivist, “Hayır” posterleri dağıtırken yakalandı ve
tutuklandılar.
- Şimdi nasıl bir rejim öngörüyorsunuz?
Müslüman
Kardeşler’in Özgürlük ve Adalet Partisi, halen meşru bir parti, fakat sokaklar
onlara bu kadar karşıyken, nasıl seçim çalışmaları yapabileceklerini göreceğiz.
Bu sebeple, MK ve devletin Mübarek dönemindeki gibi pazarlığa oturacağını ve
bir anlaşmaya varacağını düşünüyorum. Çünkü devlet, bunun bir demokrasi düzeni
olduğunu ispatlamak için evcil bir muhalefete gereksinim duyuyor ve MK’nin de
eylem için alana ve pastadan dilime ihtiyacı var. Bence pek yakında, devletin
MK’yi evcilleştireceğini göreceğiz.
- Bu siyasi kaosun ortasında,
azınlık grupların durumlarında ne gibi değişimler oldu?
30 yıllık Mübarek dönemi boyunca devlet ile Kıpti Kilisesi arasında bir
çeşit anlaşma vardı. Kilise, siyasi olarak rejimi desteklerdi, karşılığında da
devlet, Kilise’ye Mısırlı Kıptilerle ilgili tam yetki sahası tanırdı. Bunun
Mısırlı Kıptiler arasında ayrıştırıcı bir etkisi oldu. Birçoğu, Kıptilerin
sosyal ve eğitimle ilgili işlerinden alıkondu.
Devrimle birlikte birçok Kıpti, özellikle gençler, bu kısıtlamaları
kırdı ve siyaseten aktif hale geldiler. Örneğin Maspiro Katliamı’nda ordu
tarafından öldürülenlerin çoğunluğu Hıristiyanlardı. Fakat yine de
Müslümanlarla Kıptiler coşkuyla bir araya geldiler. Toplu ibadetler ve
kutlamalar, 2011’in 31 Aralık’ında Tahrir’de doruk noktasına ulaştı.
Bu, bazı nefret söylemi ve kışkırtmaya varan mezhepsel söyleme izin
veren ve bunu teşvik eden Mursi yönetimiyle birlikte değişti. Kısa zaman
içerisinde, kiliselerin yakıldığını ve yağmalandığını, Kıptilerin
aşağılandığını ve köylerinde gitmek zorunda bırakıldıklarını gördük. Tarihinde
ilk defa Kıpti Ortodoks Patriği’nin ikametgâhı olan Abbasiye’deki Kıpti
Katedrali’ne güvenlik güçleri silahlar ve göz yaşartıcı bombalarla saldırdı. Bu
mezhepçilik, Şii Müslümanlarını da hedefleyecek biçimde yayıldı. Kahire’ye 40
km uzaklıktaki bir köyde 4 Şii öldürüldü. Ordunun ortaya çıkışıyla şiddetli
mezhepçilik son buldu. Fakat şimdi de, Kıptilerin kiliselerinde Sisi posterleri
asılı ve şüpheli MK mensupları kilise bahçelerinde öldürülüyor.
Kendisini dezavantajlı olarak niteleyen tüm grupların, Tahrir’deki 18
günde ve onu izleyen birkaç ayda gün yüzüne çıktığını söylemenin doğru
olacağını düşünüyorum. Mısırlı Yahudilerin Yahudi olmak üzere televizyonda
konuştuklarını bile gördük. Bahailerin sorunları üzerine tartışmalar yapıldı.
Kimliklerden ‘din’ hanesinin çıkarılması için güçlü bir talep vardı. Kırılgan
grupların haklarının yeniden inşası için önemli hareketler oluştu. Fakat şu
anda bunların hepsi askıya alınmış durumda.
‘Mısır kanalları, Türkiye dizilerini bile
yayınlamayı durdurdu’
- Mısırlılar Türkiye hakkında ne
düşünüyor, sokaklar Türkiye’ye nasıl bakıyor?
Sokağın Türkiye’ye bakışı, daha çok medya tarafından belirleniyor.
Devrimden önce Türkiye çok popülerdi, siyasi ve ekonomik olarak muhteşem bir
başarı öyküsü olarak görülüyordu. Mısır piyasasında Türkiye ürünleri çok iyi
satılıyordu. Elbette ki, Türkiye dizileri de inanılmaz rağbet görüyordu. Ayrıca
Türkiye gözde bir tatil bölgesiydi.
Devrimden sonra Türkiye popülerliğini arttırdı. Devrimi çok erken
tanıdı. Başbakan Erdoğan, Mısır’a geldi ve devrim hakkında çok olumlu konuştu.
Türkiye, İslamcı bir hükümetin yönetimindeki başarılı bir devlet modeli olarak
görüldü. Mursi dönemi boyunca bunlar olurken, insanlar iki İslamcı hükümet
arasında nasıl bağlar olduğunu ve ilişkilerin nasıl şekillendiğinden
kuşkulanmaya başladılar. Mursi hükümeti popülerliğini yitirdikçe, Türkiye ve
onun müttefikliğine daha çok kuşkuyla bakıldı.
Sonrasında Mısırlı aktivistler, Mursi’ye karşı protestolar düzenlerken,
İstanbul’da Gezi eylemleri gerçekleşti. Müthiş bir yakınlık ve yoldaşlık hissi
vardı. Kahire ve İstanbul, birbirlerini takip ediyorlar ve birbirlerinden
öğreniyorlardı. Örneğin, Gezi’de bir kütüphane kuruldu. Hemen ertesinde
Mısır’da da yapıldı.
Akabinde Mursi, görevden alındı ve Türkiye, bunu darbe olarak
isimlendirdi. Şu anda, elbette ki, hükümetler arası ilişkiler çok kötü.
Televizyon kanalları Türkiye dizilerini bile yayınlamayı durdurdu. Sokaklarda
Türkiye’ye karşı öfke var. Yine de iki ülkenin gençleri, siyasi aktivizm
seviyesinde birbirlerini yakından takip etmeyi sürdürüyorlar.
Emre Can Dağlıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder