İlk Morluklar (Mark1)
“Bu adamlar ben dört yaşındayken
başlamış bu işe. Sonra ben ilkokula başladım, basamakları tek
tek tırmandım, ardından üniversiteye gittim. Sekiz yıllık bir
ara haricinde bunlar hep vardı. Evlendim, çocuğum oldu, şimdi
torun sahibi olacak yaştayım ve hala varlar. Hatta son
yıllarda birkaç kez de Türkiye’ye geldiler. Şöyle bir
düşünüyorum da Deep Purple’la ilk tanışmam 1974 yazında
gerçekleşmişti galiba. Ablamın her hafta aldığı Almanca
içerikli Pop dergisinin kapağında genç David Coverdale
vardı. Alabildiğine gülümsüyordu kerata… On yaşındaydım...”
Jon Lord Kraliyet Flarmoni orkestrasıyla 1970 |
British Rock’ın efsane ismi Deep Purple 1968’de
İngiltere’de doğdu. Topluluğun ilk başlarda bugünkü adını almadan
önce Roundabout adıyla yaptığı arayışları, birkaç ay süren doğum
sancılarını ve Jon Lord, Nick Simper’la birlikte çalışan ilk
üçlüden Chris Curtis’in bu işten vaz geçmesini çabucak özetleyip
geçersek ilk kadro şu elemanlardan oluşuyordu: Gitarda Ritchie
Blackmore, klavyelerde Jon Lord, davulda Ian
Paice, basta Nick Simper ve vokalde Rod Evans.
Grubun fanlarınca Mark1 olarak adlandırılan dönemi böylece
başlamıştı. Barok müzik delisi olan Jon Lord, çalıştığı gruplarda
genç yaşına rağmen Jimmy Page gibi yeteneğiyle kendini kanıtlamış
fakat yer aldığı organizasyonlarda uzun süre kalamayan nalet
herifin teki Blackmore, kuvvetli ve yanlışsız bir davul tekniğine
sahip Ian Paice ve bunlara eklenen (şimdilik) vokalist Evans ve
basçı Simper ile birlikte Deep Purple güzel bir gelecek vaad
ediyordu. Söylentilere göre grubun ismi Blackmore’un
büyükannesinin çok sevdiği bir şarkıdan geliyordu.
Ritchie Blackmore 1970'lerin ilk yarısında |
1968 tarihli Shades of Deep Purple grubun çıkış albümüydü.
Dönemin modası psychedelic unsurlarla gayet progresif bir yapıya
sahip şarkılar üretmişlerdi ama dişe dokunur ve Amerika plak
listelerinde ilk dörde giren Hush dışında bir başarı elde
edememişlerdi. Barok müziğe son derece tutkulu ve klasik müzik
ögelerini bestelere taşımaya meyilli olan Jon Lord grubun
görünürde lideriydi. Lakin diğer bir yetenekli ağır top gitarist
Ritchie Blackmore için tüm bunlar yeterli değildi ve ilk albümden
itibaren Lord’un liderliğini sarsmaya başlamıştı. Sadece blues
sentezli parçalarla ve Beethoven, Mozart esintili org sololarıyla
bir yere varılamayacağını sezen gitarist, bir yandan kendine özgü
bir teknik geliştirirken, diğer yandan da grubun 1970’lerin
başında diğerlerinden farkını gösterecek soundunu yaratmak için
kafa patlatıyordu. Üretilenlerden de hoşnut değildi. Eski
parçaların yeniden yorumu, kolajlar ve daha çok Amerikan zevkine
hitap eden Hush’ın dikkat çekmesi Blackmore’u doğruluyordu. Zaten
Hush da Amerikalı countryci Joe South’a aitti. Yetenekli gitarist
bluesu çok sevse bile onu yeni bir soundla aşmak istiyordu. Geçen
zaman Blackmore’u haklı çıkaracaktı!
Ian Paice 1970'lerin ilk yarısında |
Fakat tüm bunlar olurken aynı yılın aralık ayında çıkan The
Book of Taliesyn adlı albüm de umut veriyordu. Klavyenin ön
planda olduğu ve zaman zaman Blackmore’un gitar sololarının
süslediği parçalar epey değişikti ama henüz bir tarz
oluşturmamıştılar. Bunda topluluğun iki önderi Lord ve Blackmore
arasındaki çekişmelerin de rolü vardı. Bir anlamda karma
beğenilere hitap ediyorlardı. Ancak grubun ilerideki tarzı
hakkında da ilginç ipuçları bu albümdeydi. Tamamıyla hard rock
olmasa da yer yer sonraları İron Butterfly’ın ilk dönemindeki
soundu gibi benzer bir şeyler tutturup zamanın ünlü olmuş
şarkıları yorumluyorlardı. Kentucky Woman bir Neil Diamond
bestesiydi. We can’t Work it Out Beatles’ın, River Deep Mountain
High ise o zamanlar kocası İke ile çalışan Tina Turner’ın
söylediği popüler bir parçaydı. Albümdeki Anthem adlı şarkı ise
tam Jon Lord’un istediği gibiydi. Görünen oydu ki kolajlama
yoluyla yaptıkları coverlardan ziyade kendi ürettiklerini
geliştirmek en doğru yol olacaktı. Var olan ekip yeterli miydi bu
konuda? Herhalde o zamanlar Blackmore’un da düşündüğü buydu. Jon
Lord ile iyi bir ikili oluşturuyorlardı ve davulcu Ian Paice
bunlarla uyum içindeydi. Peki geri kalan ikisi Evans ve Simper? Bu
kocaman bir soru işaretiydi.
İlk albüm. Shades of Deep Purple |
1969 yılında grupla aynı adı taşıyan üçüncü stüdyo albümleri Deep
Purple çıktığında ise tüm yapılan çalışmalar belirgin bir
aşamayı simgeliyorsa da sağlanan ticari kazancın pek yüz ağartıcı
olmadığı aşikardı. Blackmore, Lord ile birlikte iyi işler
çıkardıklarını ve şarkılardaki barok etki ve klavye-gitar
atışmalarının epey özgün olduğuna inanıyordu. Zaten April ve
Concerto tamamen Jon Lord’un fikirlerinden doğmuştu ve yıl sonunda
yapacakları Concerto for Group and Orchestra’yı
müjdeliyordu. Bunun dışında Donovan coverı Lalena vardı dikkati
çeken. Fakat Blackmore tüm bunların kendilerine yeterli çıkış
sağlayacağına inanmıyordu. Ayrıca Nick Simper’ı sıradan bir basçı
olarak görüyor ve Rod Evans’ın kalın sesinin ileride grubu
taşıyacağı alana pek uymayacağını düşünüyordu.
Gruptan çıkarılan iki eleman Nick Simper ve Rod Evans |
Ve bir gün üç grup üyesi Evans’la Simper’a, “Siz bir dolaşıp
gelsenize, hem acıkmışsınızdır. Dönüşte bize de yiyecek bir
şeyler getirirsiniz, hamburger, lahmacun falan” der. Simper
ve Evans döndüklerinde yerlerinde başkalarını bulurlar. Bu işin
şakası tabii, ama kesin olan Blackmore, Lord ve Paice’in diğer
ikisini kovduğudur. Şüphesiz bugünden bakarsak grup için iyi
olmuştur diyebiliriz. Ama bu hareketle gruptan adam kovmanın da
önü açılmıştı. İleriki yıllarda Blackmore kendi kurduğu efsanevi Rainbow
grubunda da bu işe sık sık başvuracaktı.
Yeni elemanlar Ian Gillan ve Roger Glover |
Böylece topluluk gereken temizliği yaptıktan sonra Blackmore’un
tavsiyesi ile Episode Six’in vokalisti Ian Gillan ile
ilgilenmeye başlar. Bazı fanlar tarafından ise Gillan'ı asıl
keşfeden kişinin Jon Lord olduğu söylenir. Rivayete göre Lord
tesadüfen gittiği bir pubda vakit geçirirken sahneye Gillan çıkar
ve onun sesinden, attığı çığlıklardan etkilenen müzisyen, koşa
koşa arkadaşlarının yanına dönüp "Çocuklar galiba aradığımız
vokalisti bulduk. Bir adam var müthiş söylüyor, gruba onu
alalım" der. Sonuçta hangisi doğru olursa olsun Ian
Gillan, daha sonra hayranlarının onu anacağı ismiyle Jesus
Christ grubun yeni sesidir artık. Ian Paice’in Gillan'ın
grubundan basçı Roger Glover’ın tekniğinden de övgüyle söz
etmesi onun da Purple’a dahil olmasıyla sonuçlanırken topluluğun
efsanevi Mark2a dönemi başlar.
Orhan Berent
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder