21 Eylül 2014 Pazar

Meral Salman Yıkmış: 'Kutsal otorite de toplumla birlikte değişiyor'



Alevi-Bektaşi toplumunun iki önemli kolundan biri olan Çelebi kolu, inancın Pir’i Hacı Bektaş Veli’nin “biyolojik” evlatları olduklarını iddia eden Ulusoy ailesi tarafından temsil edilir. ‘Efendiler’ olarak anılan bu aile, postunda oturduğu Pir’in ‘kutsal otorite’sini kullanma hakkına sahiptir. Aksaray Üniversitesi’nden Meral Salman Yıkmış, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Hacı Bektaş Veli'nin Evlatları’ kitabında, Türkiye’deki inanç sistemleri içinde çok önemli rolü olan bu ailenin ‘yol’ izini sürüyor. Salman Yıkmış’la Ulusoy ailesinin Cumhuriyet’ten günümüze siyasi ve inanç temsillerini konuştuk.
Meral SalmanYıkmış
- Ulusoy ailesinin Alevi-Bektaşi toplumu içindeki yeri nedir?
Bektaşi tarikatı Babagan ve Çelebi kolları olmak üzere birbirinden farklı örgütlenmelere sahip iki kola ayrılıyor. Bektaşi olarak adlandırılan Babagan kolu, kan bağını reddederken, Bektaşi olabilmek ve tarikat içindeki mertebelere yükselebilmek için tasavvufi eğitimi gerekli görüyor.  Çelebi kolu, yani Ulusoy ailesi ise kutsiyete sahip olma ve Hacı Bektaş Veli’yi temsil etme iddiasını kan bağına, yani Hacı Bektaş Veli’nin evlatları olmalarına dayandırıyor. Kalıtsal olarak edindiği ve kuşaklar boyunca aktardığı kutsal otoriteleri Ulusoy ailesine kendilerine bağlı ocaklara ve bu ocaklara bağlı topluluklara ya da kendilerine bir ocak aracılığı olmaksızın bağlı olan topluluklara önderlik ve rehberlik etme hakkı tanıyor.
- Nasıl bir ‘kutsal otorite’den bahsediyoruz?
Kutsal otorite, birbiriyle ilişkili iki kavramla açıklanabilir, velayet yani Tanrı’ya yakın olmak ve batın yani ezoterik bilgi ya da hakikatin bilgisi. Alevi-Bektaşi geleneğine göre, Hacı Bektaş Veli’nin şeceresi 7. İmam Musa Kazım’a dayandırılır. Hacı Bektaş Veli, Ehlibeyt’e, yani Muhammed’in kızı Fatma ile evlenen Ali ve onların çocuklarına özgü olan velayeti bu kalıtsal bağla edinmiştir ve bu bağ onun mantık yoluyla çıkarılamayacak hakikatin bilgisine erişmesini de sağlamıştır. Alevi-Bektaşi Yolu’nun kurucusu, Pir olarak Hacı Bektaş Veli kendisine bağlı olanlara hakikatin bilgisine dayalı olarak rehberlik etme hakkına ya da kutsal otoritesine sahiptir. Hacı Bektaş Veli’nin kalıtsal mirasçıları olarak Ulusoylar da aynı kutsal otorite ile donanmışlardır.
- Osmanlı, bu kutsal otoriteyi kabul ediyor mu?
Osmanlı döneminde aile, merkezi yönetim tarafından resmi olarak Hacı Bektaş Veli’nin evlatları olarak kabul ediliyor. Aile, 1826 yılına yani Bektaşiliğin yasaklandığı döneme kadar Hacıbektaş ilçesinde bulunan Hacı Bektaş Veli dergâhının postnişinliğini üstleniyor ve Cumhuriyet’in ilanından sonra kapatılana kadar da dergâhın vakfının mütevellisi görevinde bulunuyor. Bu da ailenin dergâha bağlı tekkeler ve kendilerine bağlı topluluklar üzerinde dinsel, ekonomik,  hukuki, siyasi otoritesinin olması anlamına geliyor. Tabii Osmanlı dönemi boyunca merkezi yönetimin onlara sağladığı statü, hak ve ayrıcalıklar, merkezi yöntemle kurulan çatışmalı ya da uyumlu ilişkilere bağlı olarak artıp, azalabiliyor.
- Cumhuriyet’le birlikte nasıl bir değişim yaşanıyor?
Cumhuriyet’le birlikte ailenin resmi olarak statüsü tanınmıyor, dergâh ve vakıf kapatılıyor. Ayrıca ‘Çelebi’ unvanı yasaklanıyor, yani aile Osmanlı son döneminde de kaybetmeye başladığı hak ve ayrıcalıklarını tamamen kaybediyor. Erken Cumhuriyet döneminin sekülerleşme politikaları dinsel ve dünyevi ayrımına gidip, bu alanlarda kurumlar ve yeni otorite biçimleri inşa etmeye başladığında ailenin kutsal otoritesi resmi anlamda kendisine yer bulamıyor.  Üstelik ilerleyen yıllarda modernleşme ile birlikte Alevi-Bektaşi toplulukların kapalı toplumsal yapıları da dağılmaya başlayınca geleneksel ilişkiler de çözülmeye başlıyor; fakat bütün bunlar, ailenin otoritesine de Alevi-Bektaşi Yolu’na da son vermiyor.

- Bunun üzerine ailenin yapısında bir değişiklik yaşanıyor mu?
Yol’un hiyerarşik katmanları arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor, roller ve ilişkiler değişmeye başlıyor ve Ulusoy ailesinde otorite mürşitten ailenin diğer erkek üyelerine dağılıyor ve kutsal otoritenin mahiyeti de toplumsal değişimlere paralel olarak değişiyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, aile önce iki kola, ardından da daha küçük birimlere bölünüyor. İlk bölünme, aile üyelerinin bir kısmının Hacıbektaş ilçesindeki konaklarından taliplerin yaşadığı Tokat, Zile gibi yerlere taşınmasıyla gerçekleşiyor. Bu bölünme ve taliplerle aralarındaki sosyal mesafeyi en aza indiren ilişki kurma biçimi, kutsal otoriteyi de dönüştürüyor. Talipler arasında yaşamaya başlayan Ulusoy erkekleri, her ne kadar çocukları tekrar Hacıbektaş ilçesine dönmüş olsa da, taliplerle mürşidin otoritesinden bağımsız, daha yakın bir ilişki geliştiriyorlar.
- Ulusoy ailesinin siyasi tercihi anlamında bu duruma bir tepkisi oluyor mu?
Çok geniş bir aile olan Ulusoy ailesi, yekpare değiller. Aile üyesi sayısı fazla ve siyasi tercihleri de farklılık gösterebiliyor.  O döneme dair bana bilgi verebilecek aile üyelerinin pek azı hayattaydı.  Genel olarak tek parti döneminde, özellikle de sekülerleşme politikalarının çok sert biçimde uygulandığı 1930’lu yıllarda ailenin sürekli baskı ve denetim altında olması, geleneksel ilişkilerinin yasaklanması ve gizlilik içinde yürütülmesi, otoritelerinin kaybı büyük oranda Demokrat Parti’yi desteklemelerine neden olmuş. Ama bu o dönem CHP’yi destekleyen aile üyelerinin olmadığı anlamına da gelmiyor. Sonraki yıllarda ise, ailenin nüfusu arttıkça ve aile daha küçük birimlere bölündükçe siyasi tercihlerde de çeşitlenme artıyor elbette.
- Ne tür bir çeşitlilikten bahsediyoruz?
Aileden şimdiye kadar altı kişi milletvekili seçilmiş. Çok partili döneme geçişin ardından, ilk olarak 1954 yılındaki genel seçimlerde ailenin bir üyesi, DP Tokat milletvekili olarak seçiliyor ve son olarak da bir aile üyesi, 1995 seçimlerinde CHP Tokat milletvekili oluyor. 1969’da da Alevilerin ilk siyasi partisi olan Türkiye Birlik Partisi’nden (TBP) üç aile üyesi milletvekili seçiliyor. Erken Cumhuriyet dönemi kuşağının çoğunun DP’ye ve sağa meyil etmesi söz konusuyken, günümüzde bunu söylemek pek mümkün görünmüyor. En azından saha araştırmam için bir araya geldiğim Ulusoylar’ın özellikle de ailenin genç kuşaklarının çoğunun sol-sosyal demokrat siyasi tercihleri olduğunu biliyorum.
- TBP’den milletvekili olan Ulusoylar, daha sonra Alevilik’te ‘din dışı olmak’ anlamına gelen ‘düşkün’ ilan edilerek partiden uzaklaştırılıyor. ‘Beş Yol Düşkünü’* olarak bilinen bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?
Bu meselede çok ilginç iki şey var. İlki bir Alevi partisi kendi üyeleri aracılığıyla, ancak kutsal otoritenin gerçekleştirebileceği bir şeyi yapmaya kalkışıyor ve aralarında üç Ulusoy’un da bulunduğu beş kişiyi parti kararına rağmen Demirel hükümetine güvenoyu verdiği için düşkün ilan ediyor.  İkincisi, tabii ki parti tamamen Ulusoylar’ın kutsal otoritesine bağlı kişilerden oluşmuyor ama Ulusoylar’ın kutsal otoritelerine bağlı olanlar için, Ulusoylar’ı düşkün ilan edebilecek, onların üstünde bir mertebe bulunmuyor. Yani Ulusoylar’ı düşkün edebilecek bir mertebe yok, en azından Ulusoylar’a bağlı topluluklar için- ama tamamen geleneğe dayalı ve toplumsal düzenlemeyi sağlayan ve ancak hakikatin bilgisinin getirdiği adalet anlayışıyla gerçekleştirilebilecek bir yaptırımı üyeleri aracılığıyla uygulamaya kalkışan Alevi siyasi partisi var. Muazzam akıl karışıklığı! 
 - Bu olayın yankıları nasıl oluyor o dönemde?
Aile üyelerinin aktardığı kadarıyla aile için, hem aile içi ilişkiler açısından hem de taliplerle kurulan ilişkiler açısından çok sarsıcı oldu.  Aile içinde artık taraflar hayatta olmadığı halde, bazı aile üyeleri arasında bu meseleden kaynaklı bugüne kadar gelen bir küskünlük, anlaşmazlık hali söz konusu.  Üstelik bu mesele bazı bölgelerdeki taliplerin Ulusoylarla ilişkilerini kesmelerine, aralarındaki rızaya dayalı ilişkinin bozulmasına da neden oldu.
- Ulusoy ailesinin dini hiyerarşideki yerinde günümüzde bir değişiklik söz konusu mu?
Ulusoylar, TBP deneyiminden sonra, özellikle 1980’li yılların sonlarında tekrar canlanan Alevi hareketinde yer almadı.  2007 yılında düzenlenen Birlik Toplantısı ve Birlik Cemi, Alevi-Bektaşi örgütlenmeleri ve mürşit Veliyettin Ulusoy’u bir araya getirdi ve bu toplantıya katılan örgütlenmeler Ulusoy’u mürşit olarak tanıdıklarını beyan ettiler. Bu toplantının önemi kimlik politikaları yapan örgütlenmeler ve kalıtsal olarak edinilmiş kutsal otoritenin bir araya gelebilmiş olmasıydı. Şimdilerde ise, Veliyettin Ulusoy mürşit sıfatıyla herhangi bir örgütlenmeyle ilişkilenmeksizin politik alanda var oluyor ve topluluğun taleplerini ya da sorunlarını dile getiriyor. Alevi-Bektaşi kimliğinin politikleşmesi ya da kimlik politikaları, elbette ki Alevi-Bektaşi toplulukları dönüştürüyor ama Ulusoylar’ın Yol içindeki konumu değişmiyor.
‘CHP’nin sekülerlik iddiası kimliğin yok edilmemesi anlamına geliyor’
- Şu anda Alevi-Bektaşi toplumunun baskın olarak CHP’yi tercih ettiği söyleniyor, sizce bunun sebepleri nelerdir?
Alevi-Bektaşi toplumunun baskın olarak CHP’yi tercih ettiği savından da çok emin değilim.  Erken Cumhuriyet döneminin modernleşme ve sekülerleşme politikaları, Alevi-Bektaşi toplulukların geleneksel kapalı yapısını çözerken, bir yandan da bazıları için eğitim ve istihdam olanaklarını ve kent yaşamını da beraberinde getirdi. Fakat Alevi-Bektaşi inancı söz konusu olduğunda Aleviler topluluk olarak hiçbir zaman tanınmadılar ve Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze eşit yurttaşlık talepleri de karşılık görmedi.  Eğer söylediğiniz gibi gerçekten yaygın olarak CHP’yi tercih etmeleri söz konusu ise bu CHP’nin vaaz ettiği sekülerleşme ile yakından ilişkili olabilir, çünkü tarihi katliamlarla ve asimilasyonla dolu bu topluluklar için CHP’nin vaaz ettiği sekülerleşme, inançlarının, kültürlerinin, kimliklerinin tanınması anlamına gelmiyorsa da, bunlardan dolayı yok edilmeleri anlamına da gelmiyor olabilir.
* Türkiye'nin ilk Alevi partisi olarak bilinen Türkiye Birlik Partisi'nden (TBP) milletvekili seçilen üç Ulusoy'un da içinde bulunduğu beş milletvekilinin 1970'te parti kararına rağmen dönemin iktidar partisi olan Adalet Partisi'nin bütçesine destek oyu vermesinin ardından, parti başkanı Mustafa Timisi'nin adı geçen beş milletvekilini partiden ihraç etmesi ve bu ihracın gerekçelerini 'Beş Yol Düşkünü' isimli kitapta açıklamasıyla sonuçlanan olay. Muhafazakar Alevilerin partiden kopmasına sebep olmasının yanı sıra bu olay, Alevi-Bektaşi inanç hiyerarşisinin tepesinde yer alan Efendiler'in, bu inanç sisteminden aforoz edilmesi anlamına gelen 'düşkün' ilan edilmeleri ayrıca dikkate değerdir. 
Emre Can Dağlıoğlu

Hiç yorum yok: