Mert Keskin’in ‘Muğlaklık ve Ufuk’ adlı fotoğrafı (Kaynak: http://instagram.com/p/reynScxgPw/?modal=true) |
‘Çünkü kendimizi daima ruhumuz tarafından
kuşatılmış hissetsek de, bizi çevreleyen bu ruh, sabit bir hapishane değildir;
daha ziyade ruhumuzu aşmak, dışarıya ulaşmak için sürekli hamleler yaparak
onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir, etrafımızda hep,
dışarıdan bir yankı değil de, içimizdeki bir titreşimin çınlaması olan ve hiç
değişmeyen bir tını işitir gibiyizdir.’
Marcel Proust[i]
Marcel Proust[i]
0. Başlarken veya başlamadan önce
Mert Keskin’in objektifinden
çıkan bir kare ile karşılaştık. Bu fotoğraf karesi toz bulutları arasında
beliren bir gemiden ibaret. Bizi oldukça etkileyen bu fotoğraf karesinden yola
çıkarak depresif bir hal alan yaşamlarımızı tartışmaya çalışacağız.
1. Görsel Hafıza
Görsel hafıza, birbirinin aynısı
olanların denkliğindeki hayatın güncelliğinde fark etmemiz gerekenleri
nihayetinde eksiksiz bir biçimde paylaşır. Didaktik, kendini ezbere boğan ve
hep tekrar eden makamlardan, hareketlerden azade, özgünlük ve özgürlük
bahisleri için bir kaç söz etmenin imkânını sağlar. Görselliğin dijital
karesinde hayatlarımızın kodları da mevcuttur. Her bir kod, her bir satır, her
birim bizi bize anlatmayı üçüncü bir göz ile beraber sağlamaktadır. Sağlama
alınan görülmesi gerekenler için bir yolun sağlanmasıdır. Her halükarda
unutulan şeylerden, hatırlanıp bir türlü yüzleşilemeyen şeylere dair
bahislerdir bunlar. Eksiğin tamamlanması için hamlelerdir bizi bize anlatmaya
devam eden. Mert Keskin’in hapsettiği alan daima koştura koştura ilerlediğimiz
bir zaman akışı içerisinde aslen nelerle hemhal olduğumuzu ortaya çıkartıyor.
2. Yaşam
Mert Keskin’in çektiği karede
kaotik yaşamlarımızın izleri var. Ve bizler böyle bir yaşamın içinde sorgularımızı
eyliyor, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Olta, misina, gemi veya bildiğimiz o
sabit alanda kendi kendine eyleme çabası.
3. Kurtarılmış Vesikalar
Birbirimizin hikâyelerinin hem en
olmadık yerlerini, hem de en bilindik tevatürlerini birbirimize aktarabilmemiz
için elde kalan yegâne ihtimallerden birisidir muktedirden kurtarılmış olan
vesikalar. Hiç kimselerin ipoteğinde değil sadece kendimizi kendimize
anlatabilmemiz için bir yerlerde saklı duran suretlerdir. Saklı kalan kutuların
içerisinden dökülenler bazen umuttur, bazen kahırdır. Vesikalar bir nevi “hack”
edilerek elde edilmiş olan hayat hikâyelerimizdir. Rutinler içerisinde
ufkumuzdur o kutulardan dökülen, artık unutulmuş olan ağıtlardır. Yüzlerini
hayal meyal hatırladığımız canlarımızdır, kayıpların bahsinde hiç bitmeyen,
dinmeyen gözyaşıdır. Çektiğimiz cefalardır, sıla hasreti olduğu kadar, aşk
acısıdır. Aşkın cennetinden, cehennemin ortasına düşmelerin teminatıdır. Bir
hikâye değildir belki ama en çok ihtiyacımız olan sesleniştir.
4. Fotoğraf Karesi ve İktidar
Bazen bir fotoğraf karesinin (ya
da kurtarılmış vesikalar dediğimiz şey) kendi içine bir dolu şey sığdırmakta
olduğundan bahsettik. Üzerine düşündüğümüz ve yazdığımız fotoğraf karesi
yaşamın neye dönüştüğünü sıradan olanın ne kadar da kendi başına bırakıldığını
onca denetim ve gözetim öğesine rağmen açık etmektedir. Heyula gibi, gümbür
gümbür her yandan yağıp duran devlet şiddetinin göstergesi olan pornografik ya
da propagandif ya da bir anlam odağı olarak ajitatif olan suretlerden azade
gerçekliği görebilmenin çabalanarak bayağı ince eleyip sık dokuyarak
gerçekleşeceğini göstermektedir.
5. Renkler
Fotoğraf karesinde tek bir renk
yok. Sanki bir sis var gibi. Bir olayın önünde duran bir perde gibi. Koyu bir
ton. Ne denizin rengi net ne de o ufuk bildiğimiz gibi. Tıpkı ruhun kendisi
gibi.
6. Ruh
Nedir ruhumuzu bu kadar rahatsız
eden? Neden ufuktaki gemiyi çok net göremiyoruz? Bu kaostan bir çıkış var
mıdır? Parçalanmış ve hızlanmış bir zaman ve uzamda ikamet eden insan
genellikle kendi yüzünü tanımakta zorluk çekiyor. İmgelerin ve metaların satın
alındığı bir çağda kendi ruhunu tanımakta zorluk çeken insan, medyatik akış,
gösteri ve reklamlarla kendini kurtarmaya çalışır. İmgelerde boğulma, imgelerin
ruhu alıp götürmesi… Halüsinasyonlar, kendinden geçme: Artık ne zevk, ne de
gerçeklik ne de doğru ile yanlış arasında bir sınır vardır. Gösteri yaşamın
kendisi haline gelmiştir. Herkes bu yaşamdan pay almaya çalışır. Sonuçta
standartlaşan ifadeler, normalleşen söylemler ve tuzaklarla dolu alanlarda
yapaylaşan, boş, robotlaşmış bedenler vardır.
7. Epilog
Yaşıyoruz ve soluk alıyoruz.
Yaşıyoruz ve sadece görüyoruz. John Berger görme sözcüklerden önce gelmiştir,
diyordu.[ii]
Yaşıyoruz ama bir ihtimal yarın ne getirecek bilmeden sürüp gidiyoruz. Tek
bir kare bir sürü şey söylüyor. Kayıplara karıştığı tavan arasından günümüze
bir sürü şey anlatıyor. Peki, görünenin ardında yatanı görür müyüz, düşünür müyüz, tahlil eder miyiz?
Suallerdeki gibi hayatın anlamı ne yandadır? Hayat nedir idrakine erer miyiz?
Taşlaşmadan önce kötülüğe dibimize kadar batmadan önce, insaniyet bahsini
hayatiyet için bir mesele olarak anlar mıyız?
İlker Cihan Biner - Misak Tunçboyacı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder