Heyecanı ve
oyun kalitesi yüksek ileride hayırla yad edeceğimiz bir Dünya Kupası
ertesinde, tekrardan kendi ligimize döndük. Daha lig başlamadan Süper Kupa'da
yaşanan olaylar, e-bilet uygulaması, kulüp başkanlarının daha birinci
haftadan öfkeli açıklamalarıyla sahadaki oyunun önüne geçmesi gibi bilindik
memleketimize özgü futbol tablosuyla yeni sezonu açtık. Gazeteci Uğur
Vardan'la Türkiye'de yeni futbol sezonunu, e-bilet uygulamasının yaratmış
olduğu sorunlar ve sıklıkla dillendirilen futbolda marka değerimiz üzerine
konuştuk.
Uğur Vardan |
- Son derece heyecanlı ve çekişmeli
maçlara şahit olduğumuz bir Dünya Kupası'nın ardından ligler yeniden
başladı. İlk hafta itibariyle Türkiye'de yeni futbol sezonu nasıl buldunuz?
Hangi takımlar size göre daha hazır gözüktü?
Açık söylemek gerekirse Dünya Kupası sonrası tekrar bildik sulara dönmek insanın canını sıkıyor. Çünkü bu topraklarda futbol bir oyun değil, hayata ilişkin başka hesapların başka açıkların kapatılmaya çalıştığı bir alan… Erkeksi, komplekslerin yüzeye çıktığı, ergen dil ve mantığın hâkim olduğu, kimsenin yaptıklarından dolayı hak ettiği cezaları almadığı, hukuksuzluğun her daim tavan yaptığı ve ana aktörleri hiç değişmeyen kaotik bir düzen. Yöneticiler, basın ve taraftar hep aynı kimlikleri ve yaklaşımları sunuyor, sadece oyuncular değişiyor ve bu maskeli balo sürüp gidiyor. Bu durumda da bizim gibi meseleye hafif romantizm katarak bakmaya çalışanların payına da takım tutmaktan çok adam tutmak düşüyor. Yani Volkan’lar, Emre’ler, Melo’lar yerine Muslera’ları seviyoruz…
- Bildiğiniz üzere Türkiye'de bu sene tribün şiddetini önlemek için e-bilet uygulamasına geçildi. İlk maçlar itibariyle de görüldü ki e-bilet uygulaması sebebiyle tribünlerin büyük bir çoğunluğu boş kalmış durumda. Siz bu uygulama hakkında ne demek istersiniz? Sizce taraftar mı haklı yoksa federasyon mu?
Öncelikli şunu belirteyim, bu uygulamanın, temel argüman olan ‘Şiddeti önlemek’le bir ilgisi yok. Sadece ekonomik bir hamle ve belli bir gruba alan açmak için yapılıyor. ‘Çarşı’dan ‘Darbeci’ yaratan bir sistemden ne bekleyebilirsiniz ki? Gezi süreci boyunca onca insanın kanına giren devlet mi şiddeti önleyecek, önce kendisine baksın. Dolayısıyla bu konuda taraftarlar haklı, bence futbolseverler direnmeye devam etmelidir...
- Bu sezon yabancı sınırlaması sebebiyle takımlar transfer sezonunda yerli oyunculara yöneldiler. Federasyonun ülke futbolunun ilerlemesi için aldığını iddia ettiği bu uygulama için ne söylemek isterseniz? Bu uygulamayla gerçekten de ülke futbolu ilerlemesini ve genç futbolcuların daha çok süre bulmasını sağlayabilecek mi?
Her şeyimizde olduğu gibi burada da akıl ve mantık kapı dışarı edilmiş. Bir ülkenin doğru dürüst bir spor politikası olur ve bu her alanda uygulanır. Basketbolda Avrupa yıldızlar ve gençler şampiyonu olan bir ülke, takımlarında beş yabancıyı serbest bırakıyor, ama futbolda ortada hiçbir başarı yokken yabancı kısıtlamasına gidiyor. Üstelik son Dünya Basketbol Şampiyonası’nda gördük ki, takımın en önemli parçası Slovenya yerine Türkiye’yi seçen Emir Preldziç… Ben olsun ya da olmasın demiyorum, standart tutturulsun ve bu standardın bir akli açıklaması olsun… Ama doğrusu serbest bırakılması ve bizim oyuncuların da futbol ailesinin diğer parçaları olan Avrupa boy göstermesi, bu dolaşıma ‘Gideceğim takım Fenerbahçe’den, Galatasaray’dan, Beşiktaş’tan büyük olması’ cümlesine itibar edilmeden dâhil olunması tercih sebebimdir. Ancak böyle dünya vatandaşı olunur, bilgi görgü artırılır…
- Son Galatasaray-Fenerbahçe maçında da görüldüğü gibi yöneticilerin ve futbolcuların çıkarmış olduğu sebepsiz gerginlikler yine maçın önüne geçti. Maçtan çok sonra bile yapılan açıklamalar oynanacak ilk derbide benzer olayların olacağını işaret etmekte. Gerçek futbol izleyicisini artık bıktırma noktasına getiren bu gerginlikler sizce nasıl son bulabilir?
Herkes gerçek suçluları biliyor ve bu suçluların arkasında olan yönetimler, meselelerle yüzleşmek yerine suçu örtbas etmeyi yeğliyorlar. Çünkü işin içinde ‘Bizim çocuk’ olunca, suyun rengi değişiyor. Ardından da sahaya milliyetçi argümanlar sürülüyor; özellikle de ‘Türk çocuğu’ kalıbı. Son olayda suçlunun adı bellidir, Volkan Demirel. Fenerbahçe yönetimi bu gerçek yerine “Bizi yok etmek istiyorlar, sindiriyorlar vs.’ gibi gerekçelerle oyuncusunun sırtını sıvazladı ve Volkan mağdurmuş algısı yaratıldı. Daha önce benzer şekilde Melo ve Emre Belözoğlu da kulüplerince sırtı sıvazlanmış oyunculardı hatırlanacağı gibi. Bence bu mantık sürer ve gerginlikler sona ermez, çünkü buradaki futbol sistemi tüm yan unsurlarıyla bu kaotik düzenden besleniyor.
- Başta şike davası ve oynan kötü futbol sebebiyle Türkiye'de futbolun ciddi anlamda itibar kaybetmesine yol açtığını söyleyebiliriz. Bu durumda bir çok futbolseveri futboldan uzaklaştırdığını bazılarını da yurtdışındaki ligleri takip etmeye başladığını görüyoruz. Sizce bu durum nasıl düzelir? Sizce ilerleyen yıllarda genç futbolseverlerin ilgilerinin tamamen yurtdışında ki liglere yönelmesi gibi bir durum olur mu?
Keşke öyle olsa ama bu coğrafyanın insanının adalet duygusu da her konuda olduğu gibi kendisine yönelik… Mesele, acının kendisine dokunduğu yerlerde seslerin çıkması. Kimsenin ‘Öteki’yle derdi yok… Şike de zaten sistemin sıradan bir ritüeliydi yakın geçmişe kadar ve en fazla tekrarlanan kalıp ‘Yapmayan mı var’dı… Üstelik Fenerbahçe camiası kendilerine komplo yapıldığını, Trabzonspor camiası ise haklarının yendiği kanısında. Bu saatten sonra da adalet dağıtılamaz. Dolayısıyla bu mesele sonsuza kadar ortada kalacak gibi. Keşke herkes başka liglere yönelse de sistem kendisine çekidüzen verse ama bu tabii ki bir ütopya...
- Marka değeri vurgusu başta yayıncı kuruluş olmak üzere Spor Toto Süper Lig için son yıllarda sıklıkla dillendirilen bir söz haline gelmiş durumda. Sizce de federasyon ve yayıncı kuruluşun ısrarla vurguladığı şekilde ligimizin bir marka değeri var mı?
‘Marka değeri’ sözcüğü benim için çok itici bir tanımlama. Zaten bunu kullananların da üzerlerine oturmuyor. Futbol, kökeni itibariyle arsalardan doğmuş, işçi sınıfının kendini ifade ettiği bir alan ama artık günümüzde ‘Endüstriyel’ bir hal almış. Lakin bizdeki endüstriyelleşme lümpen geçmişlerle birleşince ortaya tuhaf bir manzaralar çıkıyor. Marka değerini bilemem ama ligimiz hâlâ ‘Katar öncesi son durak’ görüntüsü çiziyor. Bu görüntüyü ise zaman zaman Avrupa cephelerinde elde edilen başarılar siliyor, umarım bu sezon bu görüntülerden çokça yaşarız...
Açık söylemek gerekirse Dünya Kupası sonrası tekrar bildik sulara dönmek insanın canını sıkıyor. Çünkü bu topraklarda futbol bir oyun değil, hayata ilişkin başka hesapların başka açıkların kapatılmaya çalıştığı bir alan… Erkeksi, komplekslerin yüzeye çıktığı, ergen dil ve mantığın hâkim olduğu, kimsenin yaptıklarından dolayı hak ettiği cezaları almadığı, hukuksuzluğun her daim tavan yaptığı ve ana aktörleri hiç değişmeyen kaotik bir düzen. Yöneticiler, basın ve taraftar hep aynı kimlikleri ve yaklaşımları sunuyor, sadece oyuncular değişiyor ve bu maskeli balo sürüp gidiyor. Bu durumda da bizim gibi meseleye hafif romantizm katarak bakmaya çalışanların payına da takım tutmaktan çok adam tutmak düşüyor. Yani Volkan’lar, Emre’ler, Melo’lar yerine Muslera’ları seviyoruz…
- Bildiğiniz üzere Türkiye'de bu sene tribün şiddetini önlemek için e-bilet uygulamasına geçildi. İlk maçlar itibariyle de görüldü ki e-bilet uygulaması sebebiyle tribünlerin büyük bir çoğunluğu boş kalmış durumda. Siz bu uygulama hakkında ne demek istersiniz? Sizce taraftar mı haklı yoksa federasyon mu?
Öncelikli şunu belirteyim, bu uygulamanın, temel argüman olan ‘Şiddeti önlemek’le bir ilgisi yok. Sadece ekonomik bir hamle ve belli bir gruba alan açmak için yapılıyor. ‘Çarşı’dan ‘Darbeci’ yaratan bir sistemden ne bekleyebilirsiniz ki? Gezi süreci boyunca onca insanın kanına giren devlet mi şiddeti önleyecek, önce kendisine baksın. Dolayısıyla bu konuda taraftarlar haklı, bence futbolseverler direnmeye devam etmelidir...
- Bu sezon yabancı sınırlaması sebebiyle takımlar transfer sezonunda yerli oyunculara yöneldiler. Federasyonun ülke futbolunun ilerlemesi için aldığını iddia ettiği bu uygulama için ne söylemek isterseniz? Bu uygulamayla gerçekten de ülke futbolu ilerlemesini ve genç futbolcuların daha çok süre bulmasını sağlayabilecek mi?
Her şeyimizde olduğu gibi burada da akıl ve mantık kapı dışarı edilmiş. Bir ülkenin doğru dürüst bir spor politikası olur ve bu her alanda uygulanır. Basketbolda Avrupa yıldızlar ve gençler şampiyonu olan bir ülke, takımlarında beş yabancıyı serbest bırakıyor, ama futbolda ortada hiçbir başarı yokken yabancı kısıtlamasına gidiyor. Üstelik son Dünya Basketbol Şampiyonası’nda gördük ki, takımın en önemli parçası Slovenya yerine Türkiye’yi seçen Emir Preldziç… Ben olsun ya da olmasın demiyorum, standart tutturulsun ve bu standardın bir akli açıklaması olsun… Ama doğrusu serbest bırakılması ve bizim oyuncuların da futbol ailesinin diğer parçaları olan Avrupa boy göstermesi, bu dolaşıma ‘Gideceğim takım Fenerbahçe’den, Galatasaray’dan, Beşiktaş’tan büyük olması’ cümlesine itibar edilmeden dâhil olunması tercih sebebimdir. Ancak böyle dünya vatandaşı olunur, bilgi görgü artırılır…
- Son Galatasaray-Fenerbahçe maçında da görüldüğü gibi yöneticilerin ve futbolcuların çıkarmış olduğu sebepsiz gerginlikler yine maçın önüne geçti. Maçtan çok sonra bile yapılan açıklamalar oynanacak ilk derbide benzer olayların olacağını işaret etmekte. Gerçek futbol izleyicisini artık bıktırma noktasına getiren bu gerginlikler sizce nasıl son bulabilir?
Herkes gerçek suçluları biliyor ve bu suçluların arkasında olan yönetimler, meselelerle yüzleşmek yerine suçu örtbas etmeyi yeğliyorlar. Çünkü işin içinde ‘Bizim çocuk’ olunca, suyun rengi değişiyor. Ardından da sahaya milliyetçi argümanlar sürülüyor; özellikle de ‘Türk çocuğu’ kalıbı. Son olayda suçlunun adı bellidir, Volkan Demirel. Fenerbahçe yönetimi bu gerçek yerine “Bizi yok etmek istiyorlar, sindiriyorlar vs.’ gibi gerekçelerle oyuncusunun sırtını sıvazladı ve Volkan mağdurmuş algısı yaratıldı. Daha önce benzer şekilde Melo ve Emre Belözoğlu da kulüplerince sırtı sıvazlanmış oyunculardı hatırlanacağı gibi. Bence bu mantık sürer ve gerginlikler sona ermez, çünkü buradaki futbol sistemi tüm yan unsurlarıyla bu kaotik düzenden besleniyor.
- Başta şike davası ve oynan kötü futbol sebebiyle Türkiye'de futbolun ciddi anlamda itibar kaybetmesine yol açtığını söyleyebiliriz. Bu durumda bir çok futbolseveri futboldan uzaklaştırdığını bazılarını da yurtdışındaki ligleri takip etmeye başladığını görüyoruz. Sizce bu durum nasıl düzelir? Sizce ilerleyen yıllarda genç futbolseverlerin ilgilerinin tamamen yurtdışında ki liglere yönelmesi gibi bir durum olur mu?
Keşke öyle olsa ama bu coğrafyanın insanının adalet duygusu da her konuda olduğu gibi kendisine yönelik… Mesele, acının kendisine dokunduğu yerlerde seslerin çıkması. Kimsenin ‘Öteki’yle derdi yok… Şike de zaten sistemin sıradan bir ritüeliydi yakın geçmişe kadar ve en fazla tekrarlanan kalıp ‘Yapmayan mı var’dı… Üstelik Fenerbahçe camiası kendilerine komplo yapıldığını, Trabzonspor camiası ise haklarının yendiği kanısında. Bu saatten sonra da adalet dağıtılamaz. Dolayısıyla bu mesele sonsuza kadar ortada kalacak gibi. Keşke herkes başka liglere yönelse de sistem kendisine çekidüzen verse ama bu tabii ki bir ütopya...
- Marka değeri vurgusu başta yayıncı kuruluş olmak üzere Spor Toto Süper Lig için son yıllarda sıklıkla dillendirilen bir söz haline gelmiş durumda. Sizce de federasyon ve yayıncı kuruluşun ısrarla vurguladığı şekilde ligimizin bir marka değeri var mı?
‘Marka değeri’ sözcüğü benim için çok itici bir tanımlama. Zaten bunu kullananların da üzerlerine oturmuyor. Futbol, kökeni itibariyle arsalardan doğmuş, işçi sınıfının kendini ifade ettiği bir alan ama artık günümüzde ‘Endüstriyel’ bir hal almış. Lakin bizdeki endüstriyelleşme lümpen geçmişlerle birleşince ortaya tuhaf bir manzaralar çıkıyor. Marka değerini bilemem ama ligimiz hâlâ ‘Katar öncesi son durak’ görüntüsü çiziyor. Bu görüntüyü ise zaman zaman Avrupa cephelerinde elde edilen başarılar siliyor, umarım bu sezon bu görüntülerden çokça yaşarız...
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder