Türkiye
medyasının cinsiyetçilik hususunda feci durumda olduğunu bilinen bir gerçek. Bu
bağlamda, geçtiğimiz yıl medyanın bu hallerini ifşa etmek üzere yola çıkan bir
site girdi hayatımıza: CinsoMedya.
CinsoMedya, gerek sosyal medya, gerekse de diğer mecralardaki yer alan
cinsiyetçi, ayrımcı dile sahip haberleri, yazıları ortaya çıkarmaya,
eleştirmeye çalışıyor. Kadına yönelik şiddet ve tacizin korkutucu boyutlara
ulaştığı, televizyonda büyük bir “gururla”, “Erkek gibi ye, erkek gibi yaşa” sloganına
sahip reklamların döndüğü, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen “Kadın
ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, fıtratına aykırı” sözünün vahameti
ortadayken, CinsoMedya’nın çok önemli bir iş yaptığını söylebiliriz. CinsoMedya’nın
editörleri Aspurçe Kılınç, Elçin Poyraz, Alper Ard ve Levent Özyıldırım’la
medyanın cinsiyetçi söylemini, sosyal medyanın durumunu ve bu cinsiyetçi dile
karşı geliştirilebilecek panzehirler hakkında konuştuk.
- CinsoMedya’yı ne zaman
kurdunuz? Bize biraz sitenizin içeriğinden ve kendinizden bahsedebilir misiniz?
CinsoMedya’yı
blogspot üzerinde 2013 Mart ayında başlattık. Siteye geçişimiz ise Haziran
ayının sonlarında oldu. Sitemiz medyanın çoğaltıp yaygınlaştırdığı
cinsiyetçilik ile mücadele etmek üzere 4 arkadaşın birlikte yürüttüğü bir
proje. Anaakım medyanın cinsiyetçi pratikleriyle mücadele ediyoruz. Tabii bu
esnada sosyal medyaya da değinmek durumunda kalıyoruz.
Bize
gelirsek, belli başlı sorunları kendine dert edinen bir ekibiz. Küreselbak, KEG,
Dur-De gibi organizasyonlarda gönüllü olarak çalışırken tanıştık; medyanın
cinsiyetçi söylemi üzerine tartışırken, neden bununla uğraşmıyoruz dedik ve
CinsoMedya’yı kurduk. Sitede bazen kısa haberler, bazen de uzun yorum yazıları
yer alıyor. Ortak noktaları, ilk bakışta gözden kaçabilecek kadar banal
cinsiyetçi olsun veya açık ve vahim olaylar olsun, her türlü cinsiyetçi
malzemeyi deşifre etmek, neden cinsiyetçi olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya
çalışmak.
- CinsoMedya olarak hangi haber sitelerini
ve medya organlarını takip etmeye çalışıyorsunuz?
Elimizden
geldiğince her şeyi takip etmeye çalışıyoruz. Fakat dikkatimiz daha çok anaakım
medya üzerinde, çünkü etki alanları geniş. Bu arada her şeyi yakalayamıyoruz
tabii ki, bu yüzden de okuyucularımızdan gözden kaçırdıklarımız konusunda
yardım istiyoruz. Sitemizde “siz de deşifre edin” bölümü var.
- Dünyada sizin sitenize benzer,
siteler de var mı?
Özellikle
Batı dünyasında hem gündelik hayattaki ayrımcılıkları hem de medya
dünyasındakileri takip eden sayıca çok site var, bazıları blog düzeyinde,
bazıları daha kamusal projeler olarak öne çıkıyorlar. Bir hak mücadelesi, ne
kadar güçlü ve eskiyse, onun toplumdaki yansımaları da o kadar büyük oluyor
galiba. Bizim ilgiyle takip ettiklerimizden birisi, medya ile alakası olmasa
da, everydaysexismproject.com, kadınlar
başlarından geçen tacizleri ve ayrımcılıkları yazıyorlar, site kadınların
birincil deneyimleri üzerinden oluşmuş bir katalog işlevi görüyor. Buradaki
hikâyeleri, medyada yer alan taciz/tecavüz haberleri ile karşılaştırırsanız
şayet, yaşanılan ile medyanın haberleştirmesi arasında nasıl bir uçurum olduğu
netleşecektir. Medya kadının/mağdurun gözünden değil, erkeğin/güçlünün gözünden
anlatmayı tercih ediyor.
-
CinsoMedya olarak, medya taraması
yaparak, medyadaki cinsiyetçi söylemi eleştiriyorsunuz. Türkiye’de medyanın
cinsiyetçi söylemi hakkında bu güne kadar ne gibi durumlar gözlemlediniz? Bu
bağlamda Türkiye medyasının durumunun vahim bir halde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Geçmişi
düşünürsek biraz iyileşme var elbette; fakat bu, kesinlikle medyada patronlarının
değil, kadınların bizzat kendi mücadelelerinin sonucu. Ama kesinlikle daha kat
edilecek çok yol var. Medyanın cinsiyetçi söylemini, toplumdaki eşitsizlikten
ayrı düşünemezsiniz, toplumsal sorun aşıldıkça diğeri ile mücadele etmek de kolaylaşır.
Toplumsal olarak kadın eşitsizliğinde, aşağıdan yukarıya, gündelik hayattan
siyasete kadar her alanda oldukça sorunluyuz, cinsiyetçi medya da işte bununla
besleniyor. En iddialı haber programlarında dahi bunun izlerine
rastlayabiliyoruz.
Bizim
gözlemimiz, bütün bunların ardında aslında sınıfsal bir problem olduğu.
Medyanın dili, mevcut toplumsal sorunlardan bağımsız değil derken, anaakım medyanın
kendisi de hâkim (cinsiyetçi-ayrımcı) fikirlerin etrafında oluşuyor demek
istiyoruz. Çalışanların hayat kaygılarından, patronların aynı zamanda büyük
şirket sahibi olmasına kadar, egemen fikirlerle iç içe bu medya.
Herkesin
kendine göre neyin gösterilmesi gerektiği konusunda bir çerçevesi olabilir, ama
temel insan haklarını gözeten, dışlananların da sesini duyurabileceği objektif bir
medya yayını, minimum düzeyde yapılması gereken olmalı. Türkiye’de bunun böyle
olmamasını bir kenara bırakın, tam tersine cinsiyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık
tekrar ve tekrar dolaşıma sokuluyor. Türkiye toplumu, ırkçılığı ile veya cinsiyet
ayrımcılığı ile bir bütün olarak yüzleşmediği sürece, medyanın bu vahim hali
devam edecek. Çünkü görmek istemesek de aslında hepimiz vahim bir durumdayız.
Eylül ayında iCloud hesabı hacklenerek özel fotoğrafları internette yayınlanan oyuncu Jennifer Lawrence |
- Türkiye’de medyada cinsiyetçi
söylemin, uzun bir süredir varlığını korumakta. Sosyal medyanın
yaygınlaşmasıyla beraber bu durumun daha da arttığını görüyoruz. Siz bu durumu
nasıl değerlendirirsiniz?
Bu
aslında bütün dünyada da mevcut bir sorun. Cinsomedya’da, Jada Pozu ve Jennifer
Lawrence (icloud hacklenmesi) olayı hakkında yazılarımız var, o yazılarda
dünyadaki durumu ele aldık. Bu olaylarda basit internet trollerinden, Reddit
gibi popüler web sitelerine veya falanca medyasında köşe yazarlığı yapanlara
kadar birçok kişinin ve kurumun maskelerinin düştüğü görülüyor. Tecavüzün bile
alay konusu olabildiği, kimseye saygı duyulmayan, sinik bir süreç bu. İnternet
tacizi kolaylaştırıyor, avatarın ardına gizlenip bir kadını tecavüz ile
cezalandırmaktan bahsedebiliyorlar. Üstelik bu vakalar, zararsız veya olağan
görülebiliyor, gerçek hayat değilmiş gibi, sanki o olaylarda kadınlar zarar
görmüyormuş gibi. Günümüzde az çok, taciz, tecavüz, hakaret, nefret suçu gibi
konular yasalarla güvence altına alınmış durumda ama birincisi, bazı durumlarda
yasalar internet için işletilemeyebiliyor; ikincisi, bu yasalar toplumdaki
yapısal eşitsizliği gidermede ne kadar başarılı oldu noktasında şüphe
sahibiyiz. Toplumsal eşitsizlik, mizojini, anti-feminizm, fırsatını bulduğu ilk
anda su yüzüne çıkıyor.
Yakın
zamanda Gamersgate olayı patladı örneğin, bir kadın video geliştiricisi,
ayrıldığı eski sevgilisi tarafından, adamı video oyunları eleştirmeni bir
kişiyle aldatmakla suçlandı. Bunun üzerine, başta sosyal medya olmak üzere,
kadına ve ona destek olan feministlere yönelik muazzam bir taciz vakası
yaşandı. Bazı mağdurlar, evlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Bir kadının,
erkek egemen bir işte, kendi yetenekleriyle başarılı olabileceği fikrine
yönelik bir öfke patlamasıydı bu, kendine internette mecra buldu ama bizzat
hayatın içinden doğmuştu.
Kısacası
sosyal medyada olan biteni zaten var olan durumdan ayrı düşünmek olanaksız. İnternet
ve sosyal medya hayatı kolaylaştırıyor, iletişimi hızlandırıyor ama tacizi ve cinsiyetçiliği
de kolaylaştırıyor, ne yazık ki. Ama bu durum böyle devam edemez elbette,
durumdan rahatsız olanlar zamanla bunu alt etmenin yollarını da keşfedecekler.
- Sosyal medya haberciliğinde
dikkat çeken unsurlardan biri de; sansasyonel başlıklarla, okuyucuyu içeriği
bambaşka haberlere yönlendirip, tık alma üzerinden para kazanma haberciliği. Özellikle
kadın bedeni üzerinden üretilen bu haberler için ne demek istersiniz?
Dünyada
buna bir isim kondu bile: click-bait;
sansasyonel başlıkları rating için yem olarak kullanma fırsatçılığı. Biz de
Ümit Kıvanç ve arkadaşlarının başlattığı #habericinikikeretiklama
kampanyasına destek verdik, halen veriyoruz. Tabii, bunun mücadelesini daha
geniş bir platform olarak vermemiz gerekiyor. Ve elbette bizim zaten hareket
noktamız habercilik adına kadın bedeninin, bedenin asıl sahibi olan kadınlardan
izin alınmadan reklam malzemesi yapılması. Habermiş gibi sunulması.
- Yine sosyal medyada gördüğümüz
şekilde, yoğun fotoğraf kullanımı sebebiyle, haberler artık okunan değil, bakılan
hale geldi. Sizce, haberleri bu şekilde sunan editörler kadar, okuyucunun da suç
ortağı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Okuyucunun
suç ortağı olduğuna dair savunmalar yeni değil. Yakından baktığınızda bu tür
argümanların çoğunlukla etik dışı yayın yapmakla eleştirilen medya
organlarından geldiğini görürsünüz. “Bu tür şeyleri haber olarak sunuyoruz.
İçeriğini etik dışı, cinsiyetçi veya nefret söylemine yakın bulabilirsiniz. Ama
okuyucu bunu istiyor, halk bunu istiyor.” Hepimizin duymaya alışık olduğu bir
akıl yürütme. Ama yanıltıcı. Nedense “halk bunu istiyor” medyasını, asla halkın
istediği diğer şeyleri dile getirirken görmezsiniz. Halk, haftalık çalışma saatinin
azaltılmasını, yıllık yasal izin günlerinin artırılmasını, kredi kartı
borçlarının silinmesi, ücretsiz ve ulaşılabilir kreş hakkına erişim, ücretsiz
sağlık hizmeti, konforlu ulaşım, devlet güvenceli konut hakkı, tehlikesiz
işyerlerinde çalışma hakkı, askere gitmeme hakkı, savaş değil barış gibi
şeyleri de istiyor mesela. Fakat bunları nedense aynı anaakım medya fazla haber
değeri taşır görmüyor. Medya, bırakın tekrar tekrar önümüze getirmeyi, bilakis
bu tür talepleri gizlemeyi seçiyor. Demek ki bu, “okuyucu bunu istiyor”
savunması pek masum değil. Bu savunma esasında şu ya da bu okur talebi arasında
bilinçli yapılan editöryel bir tercihi gizliyor.
Okuyucuların
şu ya da bu etik dışı yayın için suç ortağı olarak görülmesi, genelde sadece bu
yayınları yapan medyanın sorumluluğu kendi üzerinden atmasına yarıyor ve kendine
çekidüzen vermesi konusunda aşağıdan gelen basıncı savuşturabilmesini
kolaylaştırıyor.
Biz,
hiçbir insanın doğuştan cinsiyetçi olduğuna inanmıyoruz. Okurlar da keza, büyük
çoğunluğu cinsiyetçi olabilse de, cinsiyetçiliği “yaratan” kişiler değiller.
- Cinsiyetçi söylemin, sadece
internet siteleri ve yazılı basında yer almadığını, reklam ve televizyonda da
yoğun biçimde üretildiğini görüyoruz. Sizce cinsiyetçi söylem konusunda televizyon
ne durumda?
Felaket
durumda. Bizler artık belirli bir taraftan baktığımız için televizyonda neyin
cinsiyetçi olduğunu fark edebiliyoruz. Gözümüze batıyor, içimize sinmiyor.
Örneğin Game of Thrones, Spartacus gibi fenomen diziler, sabah kuşağı
programları, evliliğin kutsallaştırılmasının yanında kadın katillerinin bu
programlara talip olarak çıkartılması ve bitmek bilmez uzunluktaki yerli
diziler, buradaki şiddet üzerine kurulu kadın erkek ilişkileri... Futbol
programlarına değinmeye gerek bile yok herhalde. İzlendiği ölçüde içindeki
cinsiyetçiliği gördüğümüz gün, bunu yapmayı bıraktığımız gün olsun diyoruz.
Oyuncular, yönetmenler ve senaristler, TV programcıları, kanal müdürleri…
Medyanın bütün özneleri birlikte cinsiyetçi içeriklere karşı durmalılar ama belki
de önce kendilerinden başlamaları gerekiyor.
- Medyanın ürettiği, cinsiyetçi
söylemin hayatımızın tamamına sirayet etmiş görünüyor. Bu söylemi değiştirmek için
neler yapılmalı sizce?
Aktif
mücadele yürütmeliyiz. Medyanın öznelerinin yanında olduğumuzu onlara
hissettirmeliyiz. Hep birlikte mücadele edilecek daha kapsamlı bir platform
oluşturabilmeli. Bunu yapana kadar biz elimizden geldiğince cinsiyetçi medya
ifadelerini ifşa edeceğiz. Ama bunun için küçük bir ekip olduğumuzu
hatırlatıyoruz. Lütfen gördüğünüz herhangi bir cinsiyetçi haber ya da programla
ilgili görüşlerinizi bize mail atın. Okurlarımızla birlikte büyüyerek medya
patronlarının karşısında medya çalışanlarının yanında yer almalı, onları
cinsiyetçi içeriklere karşı durabilmeleri konusunda yüreklendirmeliyiz.
Zaten
günün sonunda anahtar medya çalışanlarında, basın çalışanlarında. Onların patronlarına
karşı verdikleri toplu mücadelede. Medya çalışanları eğer cinsiyetçi bir haberi
yayınlamamayı tercih ederse ortada bu cinsiyetçi haberle muhatap olacak okur da
olmayacaktır. Medya çalışanlarının kendi kolektif güçlerine güvenmeleri çok
önemli. Editörlerine, patronlarına karşı “Bu haberde kullanılan görsel, bu
haberin başlığı cinsiyetçidir. Biz bunun parçası olmayacağız, yayınlamıyoruz.”
dedikleri anda bu işin yarıdan fazlasını aşmış oluyoruz zaten.
Basın
çalışanlarının bu tür kolektif mücadelelerine en yakın şeyi Gezi’de yaşadık
aslında. Penguen medyası Gezi’deki hareketi görmediğinde bu medyanın
çalışanları hem kendileri hem de aile üyelerinin maruz kaldığı devlet
şiddetinin görmezden gelinmesine çok öfkelendiler. Örneğin NTV binasının önüne
sadece bir öğle yemeği vakti iki bin beyaz yakalı protestocu birikti. NTV daha
sonra bu protestocuları haber yapmak zorunda kaldı. Dışarıdaki protestocuların
kararlılığı içerideki medya çalışanlarına güç verdi. Eğer çalışanları içeriden
bir baskı oluşturmuş olmasalardı asla haber yapmayacaktı. Öyle ki NTV’nin
sahibi Doğuş Yayın Grubu’nun CEO’su Cem Aydın üç yüz çalışanını toplayıp
onlardan yayın politikalarından dolayı özür dilemek zorunda kaldı. Belli ki
çalışanlarının grevin eşiğine geldiğini hissettiler. Yoksa hayatta hiçbir medya
patronu böyle bir özre yanaşmaz. Politikacılardan özür dilerler, şirketlerden
özür dilerler ama çalışanlarından dilemezler. Biz şahsen Türkiye’nin yakın
tarihinde buna benzer başka bir olay bilmiyoruz. Cinsiyetçilikle mücadele
konusunda da medya çalışanlarının işte bu kolektif potansiyeline güvenmek ve
umut dolu olmak için her nedenimiz var.
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder