Bazen böyle oluyor Yakup abi. Mesela
ocaktaki süt taşmasın diye mutfakta dolanırken hayatın anlamına çok
yaklaştığımı hissediyorum. Tam o anda taşan sütün tiz sesiyle irkilip ocağı
kapıyorum. Anlam falan kalmıyor Yakup abi, geriye kalan tek şey ocağın üzerinde
kahverengiye dönen süt lekeleri oluyor. Öylece bırakıyorum ocağı. Bir sigara
yakıp balkona çıkıyorum. Güneş değil de namı dolanıyor sokaklarda. Rüzgar
suratıma öyle bir vuruyor ki, içime çektiğim sigaranın ucundaki kor bile
üşüyor. Kendi kendime; bu sondu lan diyorum. Artık pazarları kornasıyla
ortalığı inleten sütçüden süt almayacak, mayalansın diye sütü içine koyduğum
kabı sofra beziyle sarmayacağım. Çilekleri akşamdan şekere bırakıp sabah erimiş
bulmayacağım, ikide bir aynanın karşısına geçip halime üzülmeyeceğim.
Evet Yakup abi, balkonda soğuk Kasım
rüzgârıyla çarpışırken böyle diyorum kendime. Sonra sigaram bitmemişse eğer
devam ediyorum; Fener maçlarında tırnaklarımı yemeyecek, durup dururken Kara
Kitap’ı açmayacağım. Çaresiz hissettiğim zamanlar büyük yazarların kitaplarının
önünde sabahlamayacak, onlardan yardım dilenmeyeceğim. Bundan böyle kendi
göbeğimi kendim keseceğim. Sigaramın külü balkonun fayansına düşünce tüm
bunlardan vazgeçiyorum Yakup abi. Rüzgâr külü balkonun zeminine dağıttıkça daha
çok vazgeçiyorum. Caddelerden arabalar geçtikçe, duraklar dolup boşaldıkça,
güneş pencereden pencereye tutuştukça, yeterince sarardığında kani olan bir
yaprak kendini boşluğa bıraktıkça vazgeçiyorum. Yeterince sarardığıma ikna
olamıyorum Yakup abi. Öylece rüzgârı bekliyorum. O karar versin istiyorum
yeterince sararıp sararmadığıma. Bazen düşecek gibi oluyorum Yakup abi.
Milyonlarca karınca ayakuçlarımdan alnıma koşmaya başlıyor o zaman. Diyorum ki
bu sefer olacak.
Dedim ya Yakup abi. Bazen çok yaklaşıyorum.
Ocağın yüzeyine cif döküp süngerle var gücümle silmeye başlıyorum. İşte o zaman
biraz önce uzansam dokunacağım dediğimden hızla uzaklaşmaya başlıyorum. Ardıma
bakıyorum uzaklaşırken. Hep ardıma bakıyorum Yakup abi. Ben çocukluğumun
yitmesini hiç hazmedemiyorum. İyiyi ve kötüyü içim götürmüyor. Bu kadar iç içe
olmalarına dayanamıyorum. Bir de kelimeler var tabi. Sessizliği bozduğunu sanan
zavallı kelimeler. Sessizlik hiç bozulmuyor Yakup abi. Derin bir sessizliğin
ortasında dillerimizi yay olarak kullanıp kelimeler fırlatıyoruz birbirimize. O
keskin kelimeler çocukluğun büyülü zırhı kalktıktan sonra çok ölümcül
oluyorlar. Kan revan içinde kalıyoruz Yakup abi. Kaçamıyorum artık
kelimelerden. Vücuduma saplanmış binlerce sözcükten kanıma akan zehir her geçen
saniye felç ediyor beni. Ölüyorum Yakup abi.
Bazen Yakup abi. Yoğurt kabının kapağını
açıp kaşıkla bir parça yoğurt alıyorum. Kaptaki beyazlıkta kusursuz bir
eksiklik peyda oluyor. Zamanla su doluyor o çukura. Yalnızlığım diyorum Yakup
abi. Su alıyor. O da olmadı ocakta kaynayan çilek reçelinin kokusunda perdeyi
aralıyorum. Sokak lambalarının eğik başlarındaki geceyi kabullenişi görüyorum.
Geceyi kabulleniyorum.
Bazen Yakup abi, bazen yokluğundan şüphe
ediyorum.
Serhat Köroğlu