14 Mart 2015 Cumartesi

Rüzgarı Beklerken



Fotoğraf: Cahilus

Bazen böyle oluyor Yakup abi. Mesela ocaktaki süt taşmasın diye mutfakta dolanırken hayatın anlamına çok yaklaştığımı hissediyorum. Tam o anda taşan sütün tiz sesiyle irkilip ocağı kapıyorum. Anlam falan kalmıyor Yakup abi, geriye kalan tek şey ocağın üzerinde kahverengiye dönen süt lekeleri oluyor. Öylece bırakıyorum ocağı. Bir sigara yakıp balkona çıkıyorum. Güneş değil de namı dolanıyor sokaklarda. Rüzgar suratıma öyle bir vuruyor ki, içime çektiğim sigaranın ucundaki kor bile üşüyor. Kendi kendime; bu sondu lan diyorum. Artık pazarları kornasıyla ortalığı inleten sütçüden süt almayacak, mayalansın diye sütü içine koyduğum kabı sofra beziyle sarmayacağım. Çilekleri akşamdan şekere bırakıp sabah erimiş bulmayacağım, ikide bir aynanın karşısına geçip halime üzülmeyeceğim.
Evet Yakup abi, balkonda soğuk Kasım rüzgârıyla çarpışırken böyle diyorum kendime. Sonra sigaram bitmemişse eğer devam ediyorum; Fener maçlarında tırnaklarımı yemeyecek, durup dururken Kara Kitap’ı açmayacağım. Çaresiz hissettiğim zamanlar büyük yazarların kitaplarının önünde sabahlamayacak, onlardan yardım dilenmeyeceğim. Bundan böyle kendi göbeğimi kendim keseceğim. Sigaramın külü balkonun fayansına düşünce tüm bunlardan vazgeçiyorum Yakup abi. Rüzgâr külü balkonun zeminine dağıttıkça daha çok vazgeçiyorum. Caddelerden arabalar geçtikçe, duraklar dolup boşaldıkça, güneş pencereden pencereye tutuştukça, yeterince sarardığında kani olan bir yaprak kendini boşluğa bıraktıkça vazgeçiyorum. Yeterince sarardığıma ikna olamıyorum Yakup abi. Öylece rüzgârı bekliyorum. O karar versin istiyorum yeterince sararıp sararmadığıma. Bazen düşecek gibi oluyorum Yakup abi. Milyonlarca karınca ayakuçlarımdan alnıma koşmaya başlıyor o zaman. Diyorum ki bu sefer olacak.
Dedim ya Yakup abi. Bazen çok yaklaşıyorum. Ocağın yüzeyine cif döküp süngerle var gücümle silmeye başlıyorum. İşte o zaman biraz önce uzansam dokunacağım dediğimden hızla uzaklaşmaya başlıyorum. Ardıma bakıyorum uzaklaşırken. Hep ardıma bakıyorum Yakup abi. Ben çocukluğumun yitmesini hiç hazmedemiyorum. İyiyi ve kötüyü içim götürmüyor. Bu kadar iç içe olmalarına dayanamıyorum. Bir de kelimeler var tabi. Sessizliği bozduğunu sanan zavallı kelimeler. Sessizlik hiç bozulmuyor Yakup abi. Derin bir sessizliğin ortasında dillerimizi yay olarak kullanıp kelimeler fırlatıyoruz birbirimize. O keskin kelimeler çocukluğun büyülü zırhı kalktıktan sonra çok ölümcül oluyorlar. Kan revan içinde kalıyoruz Yakup abi. Kaçamıyorum artık kelimelerden. Vücuduma saplanmış binlerce sözcükten kanıma akan zehir her geçen saniye felç ediyor beni.  Ölüyorum Yakup abi.
Bazen Yakup abi. Yoğurt kabının kapağını açıp kaşıkla bir parça yoğurt alıyorum. Kaptaki beyazlıkta kusursuz bir eksiklik peyda oluyor. Zamanla su doluyor o çukura. Yalnızlığım diyorum Yakup abi. Su alıyor. O da olmadı ocakta kaynayan çilek reçelinin kokusunda perdeyi aralıyorum. Sokak lambalarının eğik başlarındaki geceyi kabullenişi görüyorum. Geceyi kabulleniyorum.
Bazen Yakup abi, bazen yokluğundan şüphe ediyorum.

Serhat Köroğlu

Hiç yorum yok: