Banananutbread, Lavender in a Purple Vase, 2006 |
İnsanlar ölmeden önce,
hayatlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini söylerler. Size
temin ederim ki biz vazolarda hayatlarımızın son anlarında aynı durumu
yaşıyoruz. Nereden mi biliyorum? Ölüyorum da o yüzden. Yaşadığım evin, haylaz
çocukları Samet ve Saffet’in anlamsız bir biçimde sokak yerine evde futbol
oynama tercihleri ve evin büyük oğlu Samet’in ortasına Saffet’in kötü şutu
yüzünden tuzla buz olmak üzereyim. Ben böyle kederli bir sonu kesinlikle hak etmedim
inanın... Hayat hikayemi dinledikten sonra siz de bana hak vereceksiniz.
2005 yılının nisan ayında imal
edildim. Fabrika işlemlerimi ve nerede imal edildiğimden bahsetmek istemiyorum;
orada yaşadıklarım hepsi de acı ve keder dolu anlardı. Her neyse, bu işlemler
sırasında, fabrika imal hatası sebebiyle beraber üretildiğim vazoların standart
rengi olan mavi yerine mor olarak imal edildim. Bu yanlış belki de hayatımın
geri kalanına yön verdi. İmal işlemlerinden sonra diğer vazo kardeşlerimle
beraber kutulara konularak, satılmak üzere (ne kederli bir cümle) dükkanlara
doğru yollandık. Benim kaderime, son yılların gözde bir alışveriş
merkezinin hediyelik eşya dükkanı düşmüştü. Bulunduğum dükkanda kendi türüm
olan vazoların yanı sıra kül tablalarından, tepsilere varana kadar geniş yelpazede
bir ürün çeşitliliği vardı. Mağazada bulunmaya başladığım ilk günden
itibaren mağazaya gelen müşterilerin hemen hemen hepsinin büyük ilgisiyle
karşılaştım. Sakın bunu kendini beğenmişlik olarak algılamayın ne olur... (Rengimden
midir, pürüzsüz dış yüzeyimden midir?) İnanın ölmek üzere olmama rağmen
kadınların bana karşı olan ilgisini hala çözebilmiş değilim. Ama şunu artık
kesin olarak biliyorum, güzellik kadar başa bela olan bir şey yok. Mağaza da
bana karşı olan bu yoğun ilginin zamanla diğer vazolarda, hediyelik eşyalar
üzerinde bir kıskançlık ve nefret duygusu yarattı. Hatta bir gün karşı rafta
bana bakmakta olan ince uzun bir vazonun bana "Sen geldiğinden beri
kimse bize ilgi göstermiyor, ayağını denk al! Akıllı olmazsan seni bin parçaya
bölerim seni!" dediğini hatırlıyorum. Bu tehdit karşısında günlerce
kendime gelememiştim. Bu yoğun tehdit altında yaşayışım, bir gün yine
kadın hayranlarımdan birinin beni satın almasıyla son buldu. Şık giyimli,
dalgalı saçlı ve inanılmaz güzel mavi gözlere sahip bir kadındı. Beni ilk
görüşte beğenmişti, cümle kurmamıştı ama suratında oluşan tebessümün bende
yaşattığı hissiyat bu yöndeydi. Hemen beni olduğum yerden kaldırdı kasaya
götürdü. Satış fiyatım olan 35tl’yi ödedi. (Ne kadar can atıcı bir laf değil
mi? Satış fiyatı) Daha sonra mağaza görevlileri beni kağıdımsı bir madde
(maddenin ne olduğunu bilmiyorum) ile sarmaladılar ve güzel bir poşete koyarak
yeni sahibime verdiler. Mağazadan çıkarken daha önce beni tehdit eden o ince
uzun vazo şöyle dedi: “Oh, kurtulduk senden. Kendini beğenmiş dallama.
İnşallah yere düşüp parçalanırsın.” Şimdi yere düşmek üzereyken, o lanet olası
vazonun bedduasının gerçekleşmesinin verdiği derin hüzne boğulmuyor
değilim.
Poşetin içinde olduğum için hiç
bir şey göremiyordum, sadece etrafta ki seslerden nerede olabileceğimi tahmin
etmeye çalışıyordum. Bir kapı kapanma ve açılma sesi duydum, büyük ihtimalle
arabanın içindeydim, ama ön koltukta mıydım yoksa arka koltukta mı bilmiyordum.
Konuşmalardan beni satın alan kadının isminin Sevim olduğunu öğrendim,
konuşmalarda ismi geçmeyen erkek sesi sert biçimde "Sevim, bir vazoya bu
kadar para verilir mi? Allah aşkına ne özelliği var ki bunun? Standart vazo
işte!" demişti. Sevim hanımın cevabı ise takdire şayandı: "Ama, bu
çok güzel, acayip bir albenisi ve çekiciliği var. Yeni aldığımız masanın
üzerine çok yakışacak." Gördüğünüz gibi yine istenmeyen adam olmuştum.
Bütün hayatım bu şekilde geçti. Nefret ve sevgi bir arada...
Eve geldiğimizde uzun süre
ikametgah edeceğim masanın üzerine konuldum. Evin, inanılmaz güzellikteydi. (Masanın
bulunduğu konum, aydınlık bir pencereye bakıyordu. Bulunduğum yerin tek kötü
tarafı, masanın sokak kapısının hemen yanında olmasıydı. Özellikle, kış
aylarında soğuk havayı yoğun şekilde hissediyordum.) Ertesi güne içime düşen
toprak parçacıklarıyla uyandım. Sevim hanım, benim bu halimi sade görmüş olacak
ki içime çiçek ekmeye karar vermiş. Rengimle uyumlu olsun diye menekşe ekmeyi
uygun görmüştü. Ekim işlemi benim için pek keyifli geçmedi. Topraklar
oramı buramı gıdıklıyordu. Sadece bu da değil, menekşenin sert kökleri de her
tarafımı acıtıyordu. Ama zamanla bu acıya da alışır oldum. Günler böyle geçip
gitmeye başladı, oldukça huzurluydum karşımda aydınlık bir pencere, üstünde
oturduğum konforlu bir masa bir vazo hayattan başka ne bekler ki? Sevim hanım,
çocukların okulda, eşinin işte olduğu bir gün evde hummalı bir çalışmaya
başladı. Uzun saatler mutfaktan çıkmadı, evin her yerini tek tek
temizledi. En son işlem olarak da, beni olduğum yerden kaldırdı ve salonda ki
özenle hazırlanmış yemek masasının üzerine bıraktı. Büyük hayal kırıklığına
uğramıştım tabi eski yerim çok güzeldi. Burası da nereden çıkmıştı şimdi? Yemek
masasının üzeri envai çeşit yiyecek ile doluydu. Börekler, kısırlar, pastalar...
Açıkçası ilk önce bu ziyafetin benim için düzenlediğini düşünmüştüm. Sevim
hanım evine yeni aldığı çekici, karizmatik vazosu için şölen veriyor. Neden
olmasın? Ama durum benim düşündüğüm gibi olmadığı bir kaç saat sonra ortaya
çıktı. Evin kapısı, seri şekilde çalmaya başladı ve içeriye bir sürü kadın
girmeye başladı. Evin içinde ki derin sessizlik yerine büyük bir gürültüye
bıraktı. Daha sonra sofraya oturuldu, Sevim hanımın arkadaşları tek tek beni
ellemeye (hoşlanmadım değil) benden söz etmeye başladılar: "Ne kadar güzel
bir vazoymuş," "Çok şirin, nereden aldın Sevim?"... Bu,
iltifatlar karşısında ne kadar mutlu olduğumu söylemeliyim. Aynı şeyin içimde
yer alan menekşe için geçerli olduğunu sanmıyorum, ona yapılan hoş iltifatlar
neredeyse sıfırdı. Her güzel şeyin bir gün biteceğini ben de biliyordum.
Ama bu şekilde parçalanarak değil..
Evin yaramaz çocukları Samet ve
Saffet, okulların tatil olduğu bir zamanda evde serseri mayın gibi
dolaşıyorlardı, hangi yaramazlığı yapacaklarını kestiremiyordun bile. Şimdiye
kadar beni keşfedememiş bu iki canavar sonunda beni fark etmişlerdi sonunda.
Samet "Abi, bu nasıl vazo çok
çirkin." dedi bütün canavarlığıyla. Saffet ise onu tamamlayarak,
"Evet lan, dur şunu bir güzelleştirelim." dedi. Saffet içerden
gazlı kalem getirdi. Benden soğuk terler boşalıyordu, (Neredesin Sevim hanım!)
Saffet kötü adam kahkahaları atarak benim eşsiz, dış yüzeyime bıyık, kaş
çizdiler. İnanabiliyor musunuz? Benim gibi bir vazonun doğal güzelliğini lanet
olası bir gazlı kalemle çizdiler. Son anlarımı yaşadığım şu anlarda bile o, an
bana tarif edilmez acılar veriyor. Saffet ve Samet işkencelerini bitirip
sonra da benim fotoğrafımı çekip, kahkahalar atarak sokağa çıktılar. Bu andan
sonra hayat benim için bitmişti. Sevim hanım beni bu halde görmemeliydi. Derken
Sevim hanım eve geldi beni bu halde görünce kahkahalar atarak gülmeye
başladı. Dünyanın en karizmatik vazosundan en komik vazosuna dönmüştüm. Sevim
hanım, kahkahalarına son verince oğullarına bağırmaya başladı hemen kolonyalı
mendil ile kaş-bıyığı silmeye çalıştı. Ama bütün sonuçlar nafile idi,
silinmiyordu işte kaş, bıyık. Çaresiz bir şekilde beni olduğum yerden kaldırıp
beni karanlık bir dolaba koydu. Gerekçesi bu görüntümle vazoluk görevimi yerine
getireyemeceğimdi. O, küçük karanlık ve pis kokulu dolapta çok uzun süre mahsur
kaldım. Artık sonumun gelmesini bekliyordum, ya apartmanın kapıcısına
verilecektim ya da çürüyeğene kadar burada kalacaktım. Bütün umutlarımı
yitirdiğim bir dönemde, dolabın kapısı açıldı ve benim iyilik meleğim Sevim
hanım beni oradan çıkardı. Yanında bir arkadaşı vardı, Sevim hanım arkadaşına
dönerek "Vazo boyama kursuna iyi ki gitmişsiz be, benim çocuklar bunu
boyayınca çok üzülmüştüm. Çok seviyordum bu vazoyu." Sözleri beni çok
mutlu etmişti, kısa hayatım boyunca beni karanlık anlardan kurtaran hep Sevim
olmuştu, ona çok minnettarım. Sevim hanım arkadaşı heyecanla "Bence,
rengarenk boyayalım, bak o zaman gören sen bu vazoyu. Harika olacak."
dedi. Rengarenk boyanma fikri önceleri bana pek hoş gelmemişti, ne de olsa
harika bir renge sahiptim ve en çekici yanım da buydu. İki saat süren yoğun
boyama işlemi sona ermişti ve yep yeni bir hale bürünmüştüm. Beni ben yapan orijinal
rengim gitmişti, ama yüzeyimde şeritler halinde akan bir sürü renge sahip
olmuştum. Bu halimi de çok sevmiştim. Tek sorunum üzerimde ki keskin boya
kokusuydu. Ona da bir şekilde alıştım. İnsanların ilgi odağı olmayı
sürdürmeye kaldığım yerden devam ediyordum.
Fakat bu mutluluğum da çok uzun
sürmedi, benimle ne alıp veremediklerini bir türlü anlayamadığım bu Vandal
kardeşler, futbol oynamak için futbolun doğasına aykırı biçimde, çim
saha yerine İran halısını seçmişlerdi ve ikisi de futbol oynamak için
yaratılmamışlardı. İşte bu karardan yaklaşık beş dakika önce Saffet kenardan
kestiği ortaya gelişi güzel bir vuruş yapan Samet’in şutu bana çarptı ve ben
dengemi yitirip masadan aşağıya düşmeye başladım. Birazdan sert parkeye çarpmak
üzereyim. İnanın ilgi çekmek için hiç bir çaba harcamadım. Doğal bir
çekiciliğim vardı. Çok güzel günler geçirdim ama en çok kederli günlerim oldu.
Birazdan bin bir parçaya bölüneceğim ve sonum adi bir çöp torbasında bitecek. Ne
yapalım kader utansın..
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder