25 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir Vazonun Keder Dolu Hayatı


Banananutbread, Lavender in a Purple Vase, 2006

İnsanlar ölmeden önce, hayatlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini söylerler. Size temin ederim ki biz vazolarda hayatlarımızın son anlarında aynı durumu yaşıyoruz. Nereden mi biliyorum? Ölüyorum da o yüzden. Yaşadığım evin, haylaz çocukları Samet ve Saffet’in anlamsız bir biçimde sokak yerine evde futbol oynama tercihleri ve evin büyük oğlu Samet’in ortasına Saffet’in kötü şutu yüzünden tuzla buz olmak üzereyim. Ben böyle kederli bir sonu kesinlikle hak etmedim inanın... Hayat hikayemi dinledikten sonra siz de bana hak vereceksiniz.
2005 yılının nisan ayında imal edildim. Fabrika işlemlerimi ve nerede imal edildiğimden bahsetmek istemiyorum; orada yaşadıklarım hepsi de acı ve keder dolu anlardı. Her neyse, bu işlemler sırasında, fabrika imal hatası sebebiyle beraber üretildiğim vazoların standart rengi olan mavi yerine mor olarak imal edildim. Bu yanlış belki de hayatımın geri kalanına yön verdi. İmal işlemlerinden sonra diğer vazo kardeşlerimle beraber kutulara konularak, satılmak üzere (ne kederli bir cümle) dükkanlara  doğru yollandık. Benim kaderime, son yılların gözde bir alışveriş merkezinin hediyelik eşya dükkanı düşmüştü. Bulunduğum dükkanda kendi türüm olan vazoların yanı sıra kül tablalarından, tepsilere varana kadar geniş yelpazede bir ürün çeşitliliği vardı.  Mağazada bulunmaya başladığım ilk günden itibaren mağazaya gelen müşterilerin hemen hemen hepsinin büyük ilgisiyle karşılaştım. Sakın bunu kendini beğenmişlik olarak algılamayın ne olur... (Rengimden midir, pürüzsüz dış yüzeyimden midir?) İnanın ölmek üzere olmama rağmen kadınların bana karşı olan ilgisini hala çözebilmiş değilim. Ama şunu artık kesin olarak biliyorum, güzellik kadar başa bela olan bir şey yok. Mağaza da bana karşı olan bu yoğun ilginin zamanla diğer vazolarda, hediyelik eşyalar üzerinde bir kıskançlık ve nefret duygusu yarattı. Hatta bir gün karşı rafta bana bakmakta olan ince uzun bir vazonun bana  "Sen geldiğinden beri kimse bize ilgi göstermiyor, ayağını denk al! Akıllı olmazsan seni bin parçaya bölerim seni!" dediğini hatırlıyorum. Bu tehdit karşısında günlerce kendime gelememiştim.  Bu yoğun tehdit altında yaşayışım, bir gün yine kadın hayranlarımdan birinin beni satın almasıyla son buldu. Şık giyimli, dalgalı saçlı ve inanılmaz güzel mavi gözlere sahip bir kadındı. Beni ilk görüşte beğenmişti, cümle kurmamıştı ama suratında oluşan tebessümün bende yaşattığı hissiyat bu yöndeydi. Hemen beni olduğum yerden kaldırdı kasaya götürdü. Satış fiyatım olan 35tl’yi ödedi. (Ne kadar can atıcı bir laf değil mi? Satış fiyatı) Daha sonra mağaza görevlileri beni kağıdımsı bir madde (maddenin ne olduğunu bilmiyorum) ile sarmaladılar ve güzel bir poşete koyarak yeni sahibime verdiler. Mağazadan çıkarken daha önce beni tehdit eden o ince uzun vazo  şöyle dedi: “Oh, kurtulduk senden. Kendini beğenmiş dallama. İnşallah yere düşüp parçalanırsın.” Şimdi yere düşmek üzereyken, o lanet olası vazonun bedduasının gerçekleşmesinin verdiği derin hüzne boğulmuyor değilim. 
Poşetin içinde olduğum için hiç bir şey göremiyordum, sadece etrafta ki seslerden nerede olabileceğimi tahmin etmeye çalışıyordum. Bir kapı kapanma ve açılma sesi duydum, büyük ihtimalle arabanın içindeydim, ama ön koltukta mıydım yoksa arka koltukta mı bilmiyordum. Konuşmalardan beni satın alan kadının isminin Sevim olduğunu öğrendim, konuşmalarda ismi geçmeyen erkek sesi sert biçimde "Sevim, bir vazoya bu kadar para verilir mi? Allah aşkına ne özelliği var ki bunun? Standart vazo işte!" demişti. Sevim hanımın cevabı ise takdire şayandı: "Ama, bu çok güzel, acayip bir albenisi ve çekiciliği var. Yeni aldığımız masanın üzerine çok yakışacak." Gördüğünüz gibi yine istenmeyen adam olmuştum. Bütün hayatım bu şekilde geçti. Nefret ve sevgi bir arada... 
Eve geldiğimizde uzun süre ikametgah edeceğim masanın üzerine konuldum. Evin, inanılmaz güzellikteydi. (Masanın bulunduğu konum, aydınlık bir pencereye bakıyordu. Bulunduğum yerin tek kötü tarafı, masanın sokak kapısının hemen yanında olmasıydı. Özellikle, kış aylarında soğuk havayı yoğun şekilde hissediyordum.) Ertesi güne içime düşen toprak parçacıklarıyla uyandım. Sevim hanım, benim bu halimi sade görmüş olacak ki içime çiçek ekmeye karar vermiş. Rengimle uyumlu olsun diye menekşe ekmeyi uygun görmüştü.  Ekim işlemi benim için pek keyifli geçmedi. Topraklar oramı buramı gıdıklıyordu. Sadece bu da değil, menekşenin sert kökleri de her tarafımı acıtıyordu. Ama zamanla bu acıya da alışır oldum. Günler böyle geçip gitmeye başladı, oldukça huzurluydum karşımda aydınlık bir pencere, üstünde oturduğum konforlu bir masa bir vazo hayattan başka ne bekler ki? Sevim hanım, çocukların okulda, eşinin işte olduğu bir gün evde hummalı bir çalışmaya başladı. Uzun saatler mutfaktan çıkmadı, evin her yerini  tek tek temizledi. En son işlem olarak da, beni olduğum yerden kaldırdı ve salonda ki özenle hazırlanmış yemek masasının üzerine bıraktı. Büyük hayal kırıklığına uğramıştım tabi eski yerim çok güzeldi. Burası da nereden çıkmıştı şimdi? Yemek masasının üzeri envai çeşit yiyecek ile doluydu. Börekler, kısırlar, pastalar... Açıkçası ilk önce bu ziyafetin benim için düzenlediğini düşünmüştüm. Sevim hanım evine yeni aldığı çekici, karizmatik vazosu için şölen veriyor. Neden olmasın? Ama durum benim düşündüğüm gibi olmadığı bir kaç saat sonra ortaya çıktı. Evin kapısı, seri şekilde çalmaya başladı ve içeriye bir sürü kadın girmeye başladı. Evin içinde ki derin sessizlik yerine büyük bir gürültüye bıraktı. Daha sonra sofraya oturuldu, Sevim hanımın arkadaşları tek tek beni ellemeye (hoşlanmadım değil) benden söz etmeye başladılar: "Ne kadar güzel bir vazoymuş," "Çok şirin, nereden aldın Sevim?"... Bu, iltifatlar karşısında ne kadar mutlu olduğumu söylemeliyim. Aynı şeyin içimde yer alan menekşe için geçerli olduğunu sanmıyorum, ona yapılan hoş iltifatlar neredeyse sıfırdı.  Her güzel şeyin bir gün biteceğini ben de biliyordum. Ama bu şekilde parçalanarak değil.. 
Evin yaramaz çocukları Samet ve Saffet, okulların tatil olduğu bir zamanda evde serseri mayın gibi dolaşıyorlardı, hangi yaramazlığı yapacaklarını kestiremiyordun bile. Şimdiye kadar beni keşfedememiş bu iki canavar sonunda beni fark etmişlerdi sonunda. Samet "Abi, bu nasıl vazo  çok çirkin." dedi bütün canavarlığıyla. Saffet ise onu tamamlayarak, "Evet lan,  dur şunu bir güzelleştirelim." dedi. Saffet içerden gazlı kalem getirdi. Benden soğuk terler boşalıyordu, (Neredesin Sevim hanım!) Saffet kötü adam kahkahaları atarak benim eşsiz, dış yüzeyime bıyık, kaş çizdiler. İnanabiliyor musunuz? Benim gibi bir vazonun doğal güzelliğini lanet olası bir gazlı kalemle çizdiler. Son anlarımı yaşadığım şu anlarda bile o, an bana tarif edilmez acılar veriyor.  Saffet ve Samet işkencelerini bitirip sonra da benim fotoğrafımı çekip, kahkahalar atarak sokağa çıktılar. Bu andan sonra hayat benim için bitmişti. Sevim hanım beni bu halde görmemeliydi. Derken Sevim hanım eve geldi  beni bu halde görünce kahkahalar atarak gülmeye başladı. Dünyanın en karizmatik vazosundan en komik vazosuna dönmüştüm. Sevim hanım, kahkahalarına son verince oğullarına bağırmaya başladı hemen kolonyalı mendil ile kaş-bıyığı silmeye çalıştı. Ama bütün sonuçlar nafile idi, silinmiyordu işte kaş, bıyık. Çaresiz bir şekilde beni olduğum yerden kaldırıp beni karanlık bir dolaba koydu. Gerekçesi bu görüntümle vazoluk görevimi yerine getireyemeceğimdi. O, küçük karanlık ve pis kokulu dolapta çok uzun süre mahsur kaldım. Artık sonumun gelmesini bekliyordum, ya apartmanın kapıcısına verilecektim ya da çürüyeğene kadar burada kalacaktım. Bütün umutlarımı yitirdiğim bir dönemde, dolabın kapısı açıldı ve benim iyilik meleğim Sevim hanım beni oradan çıkardı. Yanında bir arkadaşı vardı, Sevim hanım arkadaşına dönerek "Vazo boyama kursuna iyi ki gitmişsiz be, benim çocuklar bunu boyayınca çok üzülmüştüm. Çok seviyordum bu vazoyu." Sözleri beni çok mutlu etmişti, kısa hayatım boyunca beni karanlık anlardan kurtaran hep Sevim olmuştu, ona çok minnettarım. Sevim hanım arkadaşı heyecanla "Bence, rengarenk boyayalım, bak o zaman gören sen bu vazoyu. Harika olacak." dedi. Rengarenk boyanma fikri önceleri bana pek hoş gelmemişti, ne de olsa harika bir renge sahiptim ve en çekici yanım da buydu. İki saat süren yoğun boyama işlemi sona ermişti ve yep yeni bir hale bürünmüştüm. Beni ben yapan orijinal rengim gitmişti, ama yüzeyimde şeritler halinde akan bir sürü renge sahip olmuştum. Bu halimi de çok sevmiştim. Tek sorunum üzerimde ki keskin boya kokusuydu. Ona da bir şekilde alıştım. İnsanların ilgi odağı olmayı sürdürmeye kaldığım yerden devam ediyordum.
Fakat bu mutluluğum da çok uzun sürmedi, benimle ne alıp veremediklerini bir türlü anlayamadığım bu Vandal kardeşler, futbol oynamak için futbolun doğasına aykırı biçimde, çim saha yerine İran halısını seçmişlerdi ve ikisi de futbol oynamak için yaratılmamışlardı. İşte bu karardan yaklaşık beş dakika önce Saffet kenardan kestiği ortaya gelişi güzel bir vuruş yapan Samet’in şutu bana çarptı ve ben dengemi yitirip masadan aşağıya düşmeye başladım. Birazdan sert parkeye çarpmak üzereyim. İnanın ilgi çekmek için hiç bir çaba harcamadım. Doğal bir çekiciliğim vardı. Çok güzel günler geçirdim ama en çok kederli günlerim oldu. Birazdan bin bir parçaya bölüneceğim ve sonum adi bir çöp torbasında bitecek. Ne yapalım kader utansın..  
Can Öktemer

Hiç yorum yok: