Soykırım tartışmalarında, Holokost’a olan benzerlikleri 1915’in
soykırım olduğunun ispatı için kullanılırken, Holokost’tan farklılıkları da
1915’in soykırım olmadığının delili olarak ileri sürülür. Hamburg Üniversitesi’nden
Prof. Jürgen Zimmerer ise Holokost ile Ermeni Soykırımı arasındaki çok temel
bir benzerliği vurguluyor: ‘Her iki soykırım da, kriz zamanlarında günah keçisi
ilan edilen iç düşmandan kurtulma girişimiydi.’
Prof. Jürgen Zimmerer |
- 20. yüzyıl, Almanya ve Osmanlı
İmparatorluğu’nda ‘rahatsız eden nüfusun yok edilmesi’ mantığının uygulamaya
konulmasına tanıklık etti. Neden bu iki ülkede uygulamaya kondu bu mantık?
Esasında homojen ulus-devletler
yaratma arzusu, Fransız Devrimi’yle birlikte yükselen modern milliyetçiliklerin
sonucu. 19. yüzyıl boyunca, biyolojik ırkçılık popülerlik kazanmış ve milli
aidiyet veya bağlılık giderek artacak biçimde biyolojik terimler, örneğin ırk
üzerinden tanımlanmaya başlamış. Bu süreçte yükselen sosyal Darwinizm, tüm
ulusların diğerleriyle devamlı mücadele içinde olduğunu ve mücadele sonunda ‘en
güçlü’ olanın hayatta kalacağını varsayar. Sosyal homojenlik ve ‘ırksal
arılık’, bu mücadeleyi kazanmanın önemli faktörleri olarak görülüyordu. Almanya
ve Osmanlı İmparatorluğu elitleri, kriz anlarında, toplum ve devletin reforma
ihtiyaç duyduğunu en güçlü şekilde hissettikleri anlarda, bu fikirleri
kullanıma soktular.
-
Bu tarz ‘nihai çözümler’in neden kriz anlarında uygulanması mümkün oluyor?
Ekonomik veya siyasi kriz, tehlike duygusunu, yani sosyal
Darwinizm mücadelesinde geride kalma hissini yükseltir. Siyasi ve ekonomik
sistemi modernize etmek için yapılan baskı artırılır. Başarılı bir rakibin
modeline göre kendi toplumunu şekillendirmek zorunlu bir hal alır. 19. ve 20.
yüzyılda, aralarında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu/Türkiye’nin bulunduğu
birkaç ulus, böylesi birbirini örnek alarak modernleşme yöntemini denediler. Bu
anlarda, dönen ‘oyunlar’ın arkasındaki krizleri ve stratejileri açıklamak ve en
başarılı görünen rakibi yakalamak için günah keçileri belirlenir. Bu günah
keçilerine yapılabilecekleri gizlemek için kriz anları önemli fırsatlar da
sunar. Bu anlarda, çoğunluğun radikal önlemlere karşı toleransı yükselir. Aynı
zamanda, savaş da aşırı şiddet eylemlerini gizlemek için önemli bir maske
halini alır.
- Bu mantık aktarılabilir, devlet
geleneği haline gelebilir bir şey mi?
Soykırım stratejileri öğrenilebilir şeylerdir. Kişisel veya
kurumsal hafıza veya hoca-öğrenci ilişkisi aracılığıyla aktarılabilirler.
Özellikle de bu yöndeki bilimsel fikirler, hocalar aracılığıyla bir nesilden
diğerine kolayca geçer. Kurumlar da önlemler ve stratejiler geliştirirler ve
bunların etkinliğini tayin ederler. ‘Doğru pratik’ olarak gördükleri bu
eylemleri, her yeni nesil için örnek olarak kullanarak yeniden inşa ederler. Bu
anlamda, soykırım eğilimi, belirli toplumlara içkin bir şey olmasa da, nesilden
nesle aktarılabilen ve öğretilebilen bir şeydir.
Toplama kampındaki Yahudi mahkumlar (Kaynak: Guardian) |
- Dolayısıyla Almanya’nın
kolonyal varlığının Nazilerin yükselişini etkilediğini söyleyebilir miyiz?
I. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın Afrika politikası ile II.
Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki politikası arasında önemli benzerlikler ve
farklılıklar var. En önemli benzerlik, toprakları işgal ederek, ırk temelinde
yeniden düzenleme girişimi. Almanya, Güneybatı Afrika’da ırksal bir devlet
yaratmaya giriştiği gibi, Doğu Avrupa’da da bir Aryan kolonisi, ırkçı bir hâkimiyet
sistemi kurmaya çalıştı. Fakat kolonyal dönemdekinden farklı olarak, Avrupa’da
şiddet Almanları da hedef aldı. Alman Yahudiler, iç düşman olarak tanımlandı ve
yok edildi. Bu noktada, anti-semitizm ve onun Almanya’daki yüzyıllık geleneği
de merkezi bir rol oynadı. Yine de, Almanya’nın yıkıcı planlarının Yahudilerle
sınırlı kalmadığının altını çizmek önemli. Sinti ve Romanlar ile özellikle
milyonlarca Slav da Almanların devasa yerleşimci-kolonyal projesine alan açmak
için yok edildiler. Fakat elbette ki, Yahudilere uygulanan şiddet, Slavlar da
bu düzeyde tekrar etmedi.
- 20. yüzyılın ilk yarısındaki soykırımlara
baktığımızda genellikle Almanya’yı katılımcı olarak görüyoruz. Almanya, neden
böylesi büyük şiddet eylemlerinin içinde yer alıyor?
Bu, elbette ki Almanlara içkin ırkçı gelenekten kaynaklanmıyor. Bu
durum, daha çok, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulmasının ardından,
devletin ‘geri kalmış’ Alman toplumunu modernize etme ve dünyada önde gelen bir
rol oynama arzusundan ileri geliyor. Hem Herero Soykırımı hem de Holokost,
anti-semitizm gibi diğer etmenlerin dışında, Fransa veya Büyük Britanya gibi
diğer Avrupalı güçlerle yarışabilmek adına düzenli ve etkin bir ekonomik sistem
yaratma mantığından ileri gelir. I. Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, bu
arzu iyice yoğunlaştı ve bu arzunun tatmin olmamasının suçu günah keçilerine
atıldı. Özellikle Almanya’nın Doğu Avrupa’yı işgal ve fetih politikası, bu
yönde bir amaçla, bölgeyi günah keçilerinden temizlemek ve ırksal anlamda
yeniden düzenlemek adına atılan adımlardı. Bunun dışında, Ermeni Soykırımı’nda
Almanya’nın ne kadar aktif bir rol oynadığı ise halen tartışma konusu. En
azından, Almanya’nın Ermenilere yönelen şiddeti görmezden geldiği çok açık,
çünkü Osmanlı’ya bir müttefik olarak ihtiyacı vardı. Ayrıca, Jön Türklerin
toplumu homojenize ederek modernize etme girişimine sempatiyle baktığını da söylemek
mümkün.
- Bahsettiğiniz yok etme mantığı
uyarınca, Ermeni Soykırımı’yla Holokost’u karşılaştırmak mümkün mü?
Tüm soykırım vakaları, ortak davranışlar ve özellikler içerir ve
karşılaştırılabilirler, hatta karşılaştırılmalılar. Karşılaştırma olmaksızın,
soykırımların kendine özgü tarihsel örneklerinin benzerliklerini veya
farklılıklarını anlayamayız. Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, Herero Soykırımı
ve II. Dünya Savaşı’ndaki Slavların durumundan farklı olarak, şiddet ‘iç
düşmanlar’a yönelir. Ayrıca Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, şiddet, büyük bir
savaşın şartları geçerliyken uygulanır. Bu da, azınlıkları dışardaki düşmanla
ittifak halindeki iç düşman olarak kodlayan ideolojik suçlamayı meşru kılar.
Fakat her iki vakada da, farklı siyasi atmosfer ve ideolojik meşrulaştırma
yöntemleri vardır.
- Merkezi politikanın dışında, iç
düşman olarak kodlama ve yok etme mantığının uygulanması sivillere ne kadar
ihtiyaç duyar?
Ermeni Soykırımı ve Holokost gibi suçlarda, kurbanlar, toplumun
içinde yaşadıkları ve onların yok edilmelerinden toplumun geriye kalan doğrudan
veya dolaylı olarak fayda sağladıkları için, geriye kalan sivil nüfus genelde
girişilen adaletsizliğin farkındadır. Şiddetin boyutunu ve bunun en radikal
sonucu olan binlerce insan öldürülmesinin detaylarına tam olarak vakıf
olamayabilirler. Fakat yine de, insanlığın tüm ilkelerine karşı işlenen bir
suçun toplumun önemli bir kesiminin, özellikle de elitlerinin katılımı veya en
azından kabullenmesi olmadan vuku bulması imkânsızdır.
1904-1908 yılları arasında Almanya tarafından katledilen Hererolar |
- Sizce Almanya, kendi kanlı
geçmişiyle yüzleşti mi?
Almanya, Holokost’taki tarihi suçunu ve sorumluluğunu görece büyük
ölçüde kabul etti. Hatta bundan dolayı uluslararası çevrelerce takdir edildi.
Fakat mesele, Almanya’nın kolonyal suçlarına geldiğinde, bunları kabul etmekte
zorluklar yaşanıyor. 2004’te dönemin Alman hükümeti, Bakan Heidemarie
Wieczorek-Zeul’un şahsında, 1904-1908 yılları arasındaki suçlar için
Namibya’dan resmi olarak özür diledi ve işlenen suçun bugün soykırım olarak
adlandırılacağını kabul etti. Alman sivil toplumunun bir kısmı, daha resmi bir
kabul, özür ve Namibya’daki kurbanların torunlarına tazminat ödenmesi için
baskı yapmayı sürdürüyor, fakat bu daha gerçekleşmiş değil. Yine de, bu
meselenin açıkça tartışılan bir konu olduğunu ve toplumun giderek sayısı artan
bir kesiminin geçmişteki hatalarla yüzleşmek için baskısını sürdürdüğünü
söyleyebilirim.
- Ermeni Soykırımı söz konusu
olduğunda, Almanya süregelen inkâra karşı ‘tarafsız’ pozisyonunu sürdürmeye
çalışıyor. Ermeni Soykırımı, Almanya için geçmişle yüzleşmenin neresinde?
Herero Soykırımı’nda olduğu gibi, Ermeni Soykırımı’nda da Alman
hükümeti, Holokost’tan önceki herhangi bir soykırımı kabul etmek konusunda
oldukça isteksiz. Bu, bir yanıyla, Holokost’u göreceleştirme korkusundan, bir
yanıyla da Almanya’da yaşayan büyük Türk azınlığı yabancılaştırmama isteğinden
kaynaklanıyor. Bana göre, Almanya, Ermeni Soykırımı sırasında Alman ordusunun
davranışlarının sorumluluğunu almalı. Tıpkı Herero Soykırımı’ndaki
sorumluluğuyla yüzleşmeye çalıştığı gibi…
* Bu röportaj, Agos gazetesinin 27 Şubat 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Emre Can Dağlıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder