Los Angeles’ta 20 yıl savcılık
yaptıktan sonra, insanlığa karşı işlenen suçlar üzerine çalışmaya başlayan
Nicholas Koumjian, şu anda Birleşmiş Milletler ve Kamboçya hükümetinin özel
anlaşması sonucu 1975-1979 yıllarında Kızıl Kmerler rejiminin işlediği
soykırım, savaş ve insanlığa karşı suçları yargılamak için kurulan Kamboçya
Özel Yetkili Mahkemesi’nin savcılarından. Daha önce Eski Yugoslavya, Doğu
Timor, Bosna Hersek ve Kolombiya’da benzer davalarda bulunan Koumjian, en son
Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor’ın yargılandığı davanın savcılığı yaptı.
Koumjian’la Kamboçya’daki süreci, insanlığa karşı suçlara dair işleyen yasal
mekanizmaları ve geçmişle yüzleşmeyi konuştuk.
Nicholas Koumjian (Kaynak: phnompenhpost.com) |
- Bildiğim kadarıyla siz Los Angeles’ta avukat olarak göre
yaptıktan sonra uluslararası hukuk alanında insan hakları ihlalleri üzerine
çalışmaya başlıyorsunuz. Kariyerinizde neden böyle bir değişiklik yaptınız?
Bu işi, çok ilgi çekici ve
tatminkâr buluyorum. Çoğu zaman beyhude bir çaba olsa da, önemli olduğunu
düşünüyorum. Yaşanan uluslararası insan hakları ihlali vakalarının
muhteviyatını anlamak için tarihini ve çatışmanın karmaşasını öğrenmek ve o
kültüre ve kurumlarına dair bir anlayış kazanmak zorundasınız. Bu çatışmalardan
dolayı acı çekmiş, fakat yine de tanıklık etmek ve tecrübelerini nakletmek isteyen
çok cesur insanlar tanıdım ve onların verdiği ilhamla bu işi yapıyorum.
- İnsanlığa karşı işlenen suçlar konuşulduğunda, genellikle
Raphael Lemkin’in ‘soykırım’ tanımına referans verilir. Peki, uluslararası
hukuk çerçevesinde, bu tanımda bir değişiklik meydana geldi mi?
Uluslararası ceza hukukundaki
‘soykırım’ tanımı, Raphael Lemkin’in bitmez tükenmez çabası sayesinde 1948’de,
BM Genel Kurulu’nda onaylanan Soykırım Suçunu Engelleme ve Cezalandırma
Sözleşmesi’nden neredeyse kelimesi kelimesine alınmıştır. Eski Yugoslavya ve
Ruanda Davaları’ndan bu yana, bu sözleşmedeki tanımların yorumuyla ilgili
birçok ilmi içtihat oluştu, fakat esası aynı kaldı. Soykırım suçu, ulusal,
etnik, ırksal veya dini grubun bir bölümünü veya tamamını yok etme iradesiyle
öldürme veya doğumların engellenmesi gibi belirli eylemler gerçekleştirmeyi
içerir. Örneğin Eski Yugoslavya Davası gösterdi ki, bu tür vakalarda, “bir
bölümü”nden kasıt sadece bir coğrafi bölgede yaşayanlar olabilir. Tıpkı bir
Bosna kasabası olan Srebrenitsa’da yaşananlar gibi… Yani bir eyleme soykırım
demek için, faillerin tüm dünyadaki bütün Müslüman Bosnalıları öldürmek
niyetinde olmasına gerek yok.
- Büyük insan hakları ihlallerinin davaya konu olması, bir anlamda
geçmişte yüzleşme sürecinin bir parçası. Sizce bu yüzleşme süreci nasıl
başlıyor?
Kesinlikle bu davalar, geçmişle
yüzleşmenin bir parçası. 13 yıldır yaptığım işin en büyük parçası, büyük insan
hakları ihlallerinden sorumlu olan bireylerin suçlarının neler olduğunu
belirlemek. Bence bu, bir çatışamadan sonra toplumun önüne bakabilmesini
sağlayacak olan geçiş döneminde adaletin sağlanabilmesinin önemli bir parçası
ve inanıyorum ki, bu, bu tür suçlarda cezai sorumluluğu bulunan failleri,
özellikle liderleri, gelecekte insanlığa karşı suç işleme hususunda engelliyor.
Fakat bu suçları ortaya koymanın birçok başka yolu da var ve cezai davalar,
bunun sadece bir yöntemi olmalı. Çünkü bu tür suçlardan sorumlu olan herkesi
mahkeme karşısına çıkarmak neredeyse imkânsızdır. Eğer öyle olsaydı, bir suçtan
on binlerce kişinin yargılanması gerekirdi. Ayrıca üzerinden uzun zaman geçmiş
suçlar için de esas sorumlu faillerin artık hayatta olmaması gibi durumlar da
söz konusu olabiliyor. Bu yüzden, ileriye bakmak isteyen toplumlar için diğer
mekanizmalar da son derece önemli bir hal alır. Öncelikle bu çatışmaların ve
suçların neden gerçekleştiğini anlamak gerekir. Hakikat komisyonları gibi kurumlar,
bu sebeple son derece önemlidir. Bu mekanizmalardan bir diğeri de, kurbanların
zararlarının gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi çabasıdır. Buna karşılık,
zarar görenlerin sembolik kabulü, bu insanlar adına anıtlar veya hafıza mekânları
yapmak, uygun olduğu ölçüde kurbanlara tazminat ödenmesi gibi maddi iadeler ve
faillerin bu suçlardan kazanç sağlamasının engellenmesi gibi adımlar
atılabilir. Korkunç gaddarlıkların devam ettiği ve dünyanın halen tehlike ve
genellikle çok acımaz bir yer olduğu gerçeği, elbette ki çok açık. Eğer
geçmişte yaşananları inkâr etmeye ve yok saymaya devam edersek, gelecek suçlara
cüret edilmesini engelleyemeyiz. Milliyetçilik, din, siyasi ideoloji veya
terörizmle mücadele adına işlenen bu tür suçların asla mazur görülemeyeceği,
bunlara müsamaha gösterilmeyeceği ve unutulmayacağı, evrensel bir kültür inşa
etmek zorundayız.
- Geçmişte kalmış suçların bugünden bakarak adil bir şekilde
yargılanabileceğine inanıyor musunuz?
Evet, bunun mümkün olduğunu
düşünmekle birlikte geçmişteki suçların adilane bir şekilde yargılanmasının çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette ki, olayların üzerinden zaman geçmesinin,
gerçeklerin kanıtlanmasını zorlaştırdığı çok açık. Kamboçya’daki soykırımın
üzerinden 38 yıl geçti ve bazı tanıklar hayatını kaybetti. Fakat o dönemden
birçok belge kurtarılmış ve bu konu üzerine birçok tarihi çalışma yapılmış. Bu
sayede, bulunduğumuz zamandan bakınca, o dönemde neler olduğunu, bu olaylardan
beş ya da on yıl sonra, bu olayı incelemek isteyenlerden çok daha iyi
anlıyoruz. Bu tür tarihi vakaların bahsettiğiniz zorlukları varken, aynı
zamanda avantajları da mevcut. Olayların üzerinden zaman geçmesi, daha objektif
çalışmayı ve bir kesimin propaganda malzemesi olarak kullanılan vakaların, zor
gerçeklerden ayrıştırılmasını sağlar.
- İnsanlığa karşı işlenen suçların inkârının yasaklanması yönünde
atılan hukuki adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Galiba Amerikan hukuk
geleneğinden geldiğimden ötürü, kanunların fikir ve ifade özgürlüğünü
düzenlememesi gerekliliğinin gerçeğin yalanlara karşı zafer kazanması için en
iyi yol olduğuna inanıyorum. Açıkça yalan olsa da, hiçbir beyanın suç kabul
edilmesini savunmam. Fakat geçmişteki adaletsizliklerin inkâr edilmesinin bu
suçlardan ötürü mağdur olanların ve ailelerinin, özellikle soykırım
kurbanlarının yaralarını ve zararlarını kalıcılaştırdığını kesinlikle
biliyorum. İnkâr, sadece mağdurları yaralamaz, failleri de ahlaken küçültür. Hem
geçmişle dürüstçe yüzleşmeyi, hem de paylaştıkların insanlığın kucaklanmaya
devam edilmesine engel olur. Beyaz Amerikalıların siyahların ABD’de yaşadığı
kölelik dönemini inkâr ettiklerini düşünün. Bir yalanı yaşıyor olurlardı ve
halihazırda zorlu bir süreç yaşayan gruplar arası ilişkiyi tüm Amerikalılar
için imkansız hale getirirlerdi. Siyah Amerikalılara uygulanan bu büyük
adaletsizliği kabul etmek, gruplar arasındaki ilişkinin yol almasını sağladı, o
kadar ki, şu anda bizim siyah bir başkanımız var. Toplumlar ve uluslar, aynı
bireyler gibi kusursuz değillerdir. Hepimiz yaşamımız boyunca bazı hatalar
yaparız. Hatasını itiraf eden ve yaraladıklarından özür dileyen veya onlarla
barışanlar, daha iyi insanlar olarak yaşamlarına devam ederler. İtirafımızdan yararlanacak
olanlar, sadece yaraladıklarımız değildir, bence bu itiraflardan, itiraf
edenler dâhil hepimiz faydalanırız.
Kamboçya’da nüfusun dörtte biri öldürüldü
- Kamboçya’da soykırım denilecek ne suçlar işlendi?
Kızıl Kmerler, Nisan 1975’te
iktidarı ele aldılar ve derhal toplumu tüm “feodal” ve “kapitalist” sınıflardan
arındırmayı hedefleyen radikal bir ideolojiyi yerleştirmek için adımlar
attılar. Hemen ertesinde başkent Phnom Penh’i ele geçirdiler ve yaşlılar,
hastanedeki hastalar ve hamile kadınların da dâhil olduğu 2 milyondan fazla
insanı hiçbir ayrım gözetmeden, o gün şehri terk etmek zorunda bıraktılar.
Yılın en sıcak zamanında, tüm insanları koşulsuzca haftalar boyu kırsaldaki
çalışma kamplarına doğru yürümeye zorladılar, zaten birçoğu yolda öldü. Rejim,
insanların hayatının her anını kontrol altında tuttu. Nerede yaşayacaklarına,
hangi işlerde çalışacaklarına, kimlerle evleneceklerine, kimle birlikte yemek
yiyebileceklerine karar verdi. İşkenceye ve yüz binlerce insanın ölüm emrini
vermeye paranoyakça bir istek duyuyorlardı. Doğrudan cinayetle veya ağır
koşullardan dolayı nüfusun dörtte biri öldü. Kurbanların çoğu, sınıflarından,
bir önceki rejimle bağlantısı olan mesleklerinden veya paranoyak rejimin onları
siyaseten şüpheli ilan edebileceği birçok diğer sebepten dolayı öldürülen
Kamboçyalılardı. Böylesi kurbanların birçoğu, “ulusal, etnik, ırksal ve dini”
grup tanımına uymuyordu. Fakat özellikle Vietnamlılar, şu anda Vietnamlıların
kontrolündeki Khmer Krom bölgesindeki Kamboçyalılar ve Kamboçyalı Müslüman
azınlık grup olan Chamlar hedef alındı. Bu yüzden, mevcut suçlamalar,
Vietnamlılar ve Müslüman Chamlara, yani etnik veya dini topluluklara karşı
girişilen soykırımı da içeriyor.
- Peki, davanın seyri ne durumda?
Geçtiğimiz ay, 2 yıl süren
davanın ardından, rejimin önde gelen liderlerinden, “İki Numaralı Kardeş”
olarak bilinen Nuon Chea ve Devlet Başkanı Khieu Samphan’ın son savunmalarını
aldık. Bundan sonra, davaya dair değerlendirmenin 6 ay içinde tamamlanacağını
bekliyoruz. Fakat bu dava, sadece rejimin erken dönemiyle ilgileniyor,
özellikle de nüfusun şehirlerden zorla tehciriyle. Soykırımı da içeren diğer
suçlarla ilgili kanıtlar duymayı da ümit ediyoruz. Phnom Penh’teki esaret
kamplarından S-21’in komutanı olan bir adam, yaklaşık 14 bin insanın işkenceden
geçirilmesinden ve öldürülmesinden sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına
çarptırıldı. Dönemin diğer üst düzey liderleri de şu anda soruşturma altında.
Umut ediyoruz ki, davayı önümüzdeki birkaç yıl içerisinde etkin bir şekilde
tamamlamış olacağız.
* Bu röportajın kısaltılmış hali, Agos gazetesinin 14 Kasım 2013 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Emre Can Dağlıoğlu
* Bu röportajın kısaltılmış hali, Agos gazetesinin 14 Kasım 2013 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Emre Can Dağlıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder