Semih
Gümüş, uzun yıllardır Türkiye edebiyatında eleştirmen ve yayıncı olarak emek
veren, bu konu üzerine kafa yoran bir edebiyat emekçisi. Kendisi gerek bu
alanda yayınladığı kitaplarla gerekse de haftalık yazılarıyla edebiyat üzerine
zihin açıcı yazılar yazmakta. Bununla beraber Gümüş, son birkaç yıldır
yayıncılık alanında da edebiyatımıza katkılar sağlamakta. Kurucusu olduğu
Notos’la Türkiye edebiyat dergiciliğinde bir boşluğu doldurduğunu söylememiz
yanlış olmaz sanırım. Bununla beraber yine kurucusu olduğu Notos Kitap ile yayın
dünyasında da rüştünü ispatladı. Semih Gümüş'le Türkiye'de edebiyat
dergiciliği, yayıncılık ve eleştirmenlik üzerine konuştuk.
Semih Gümüş |
- Notos dergisi 50. sayısını
da geçti. Bize Notos'un oluşum hikâyesinden bahsedebilir misiniz? Başlangıçta
hangi saiklerle yola çıkmıştınız?
Notos,
sanırım benim dergi yayımlama tutkumun sonucu. Ben buna dergi yayımlama
manyaklığım da diyorum. İlk sayısı Aralık 2006’da çıktı, şimdi 9. yılı içinde.
Daha baştan, edebiyat dergilerinin eninde sonunda içine düştüğü kısır döngüyü
kırmayı amaçlamıştık. Edebiyat dergisinin de çok satabileceğini düşünüyordum.
Bunun için ne yapılması gerekiyorsa onları yapmalıydık elbette. İçeriğinden
tasarımına, gitgide genişleyen bir okur kitlesinin beklentisine karşılık
verebilmeliydik. Bunun için çok çalıştık. Sonunda Notos’u Notos yapan, kendine
özgü bir kimliği olan bir dergiye dönüştürebildik. Bugün de en yaygın
dağıtılan, en çok sayıda okura ulaşan edebiyat dergisi oldu Notos. Artık çıtayı
biraz daha yükseğe koyduk.
- Malumunuz, dijital
yayıncılık son yıllarda hızla yaygınlaşmaya başladı. Genel olarak e-dergiciliği
üzerine düşünceleriniz nedir? Türkiye'de edebiyat dergilerinin yeteri kadar
okunmadığı düşünülürse, bu yayınların, internetin ulaşım olanaklarıyla daha çok
okuyucuya ulaşmaları sizce mümkün olacak mı?
Ben
dijital yayıncılığı çok önemsiyorum. Kaldı ki, önemsememeyi de düşünemiyorum.
Bizde her alanda olduğu gibi, yayıncılık dünyasında da geleneksel bir tutuculuk
olduğu için, dijital yayıncılığa pek iyi gözle bakılmıyor. Oysa yayıncılığın
ikinci bir kanalı, yayınevleri için faklı bir etkinlik alanı ve olanaktır bu.
Notos başından beri e-dergi olarak da yayınlanıyor. Kitaplarımızı da e-kitap
olarak satışa sunuyoruz. Bu arada basılı dergilerle aynı nitelikte bir dijital
edebiyat dergisinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zor elbette. Her şeyden
önce, bir gelir elde etme şansı pek az. Oysa iyi bir dijital dergi için küçük
de olsa iyi bir ekip de gerekir. Bu arada pek çok dijital dergi girişimi var,
Sabit Fikir güzel, ama ben sözgelimi Notos gibi bir derginin dijital biçimini
kastediyorum. Onun için sanırım biraz erken.
- Türkiye'de uzun yıllardır
matbuat olarak çıkan edebiyat dergilerinin, genç kuşak okuyucuya
ulaşabildiklerini düşünüyor musunuz? Bu anlamda, Notos'un genç okuyucularla
ilişkisi nasıl?
Ben
bunda önemli bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Sonunda edebiyat dergilerinin
okurlarının asıl olarak gençler olduğundan kuşku duymayınız. Bir yayıncı olarak
böyle olduğunu izliyorum. Dergileri de, kitapları da alanların çoğunluğu
gençlerdir. Tersini görüyor musunuz siz? Notos’un da okurlarının yüzde 70’i
gençler, liselilere varıncaya dek, iyi bir okur çevresi olduğunu görüyorum.
- Türkiye'de son yıllarda
edebiyat dergiciliğinde bir artış gözlemlenmekte. Siz, genel olarak son
yıllarda çıkan edebiyat dergileri için ne düşünürsünüz? Sizce eskiye kıyasla,
bu yeni dergilerin ne gibi farklılıkları var?
Aslında
bugün yayımlanan edebiyat dergilerinin sayısı geçen dönemlere, bizim gençlik
yıllarımıza göre epeyce az. Neyse ki, son birkaç yıldır artmaya başladı. Edebiyat
dergilerinin sayısı çoğalmalıdır. Dergisiz edebiyat dünyası olmaz. Geçmişte
yayımlanan dergilerle bugünküler arasında belirgin bir fark da var. Geçmişte
belli bir edebiyat anlayışı, yol ve yordam çevresinde bir araya gelenlerin
yayımladığı dergilerin sayısı pek çok olurdu. Bazen siyasal nedenlerle de
çıkardı edebiyat dergileri. Bugün bu eğilimin güçlü olduğu söylenemez. Bunu
doğal bir sonuç sayıyorum. Bugün belli bir anlayış çevresinde bir araya gelmek
daha zor. Parçalanmış hayatlar, parçalanmış bir edebiyat dünyasına da yol açtı.
Dolayısıyla dergiler asıl olarak edebiyatın izini sürüyor. Önemli olan da
nitelikli edebiyatın izinde olmaları.
- Uzun yıllardır edebiyat
eleştirmenliği yapmaktasınız. Siz, edebiyat eleştirmenliğini nasıl
tanımlarsınız? Eleştirmenliğe ilk başladığınız yıllardaki ortamla, şimdiyi
kıyaslarsanız ne gibi farklılıklar var sizce? Türkiye'de edebiyat
eleştirmenlerinin okuyucu üzerinde yönlendirici etkileri oluyor mu sizce?
Edebiyat
eleştirisinin geçmişte bugünkünden farklı olduğunu düşünüyorum. Bizde
yazılanlar özellikle böyleydi. Yazarı metne bağlayan, iyiyle kötüyü ayırt
etmeye çalışan, dolayısıyla metni yazınsal bir metin olarak almaya yeterince
yatkın olmayan bir eleştiri anlayışının egemen olduğu söylenebilir. Oysa
eleştiri bu değil elbette. Batı’da da böyle anlaşılmıyor. Eleştiri, edebiyatın
öteki türleri gibi bir tür. Yazınsal eleştiri diyorum ben. Kendisi dışındaki
yazınsal metinlerin yarattığı dünyanın karşısına, onlardan çıkmakla birlikte,
tamamlandığında onlardan bağımsız bir dünya kuran metindir eleştiri. Yazara ya
da metne bağımlı değildir. Ama metnin içinde kalmalıdır. Bu nitelikte eleştiri
bizde ne yazık ki pek az. Bunu biliyoruz. Ama en azından anlayış olarak benim
gençlik yıllarımda yazılan eleştiriden çok daha doğru anlaşılıp çok daha
nitelikli yazılıyor. Eleştirinin okur üstünde yaygın bir etkisi oluğu
söylenemez. Ama öyle görüyorum ki, sözüne güvenilir bir eleştirmenin önerdiği
kitaplara meraklı ve sınırlı bir okur çevresinin duyduğu güven de var. Kendi
payıma bunu söyleyebilirim.
- Türkiye'de uzun yıllardan
beri süregelen tartışmalardan biri de, gerçek anlamda edebiyat eleştirisi
yapılmadığı ve kitap eklerindeki yazılarının bir çoğunun tanıtım yazılarına
dönüştüğüne dairdir. Siz bu tartışmalar için ne demek istersiniz? Türkiye'de bu
anlamda edebiyat eleştirisine dair büyük bir eksiklik var mı?
Kitap
eklerinin çok önemli bir işlevi olduğunu kim yadsıyabilir. Oralarda yayımlanan
yazıların büyük bölümünün eleştiri yazıları olmadığını biliyoruz, olmaları da gerekmiyor.
Belki çok farklı bir kitap dergisi düşünülebilir, London Book of Review ya da benzerleri gibi. Orada eleştiriler de
olur. Türkiye’de edebiyat eleştirisinin eksik ve yetersiz olduğu kesinlikle
doğrudur. Çünkü yeteri kadar eleştiri yazarı yok. Son birkaç yılda çoğalmaya
başladığını görüyorum. Umarım yakında edebiyat dergilerinin gereksinimini
karşılayacak çoklukta ve nitelikte de olur. Bugün bundan daha iyi durumda
olması beklenemez. Edebiyat dünyasının piyasaya ve popüler kültüre gitgide daha
zor yaklaşması da eleştiriyi gereksizleştiriyor. Bunlar epeyce önemli sorunlar.
-
Genel olarak Türkiye'de yapılan edebiyat
tartışmaları için ne düşünüyorsunuz? Sizce nitelikli bir edebiyat tartışması
yapılıyor mu? Kitap ekleri ve dergileri bu anlamda tartışmaların neresinde
duruyor?
Ben
Türkiye’de nitelikli edebiyat tartışmaları görmüyorum. Olmuyor. Olmasını da pek
beklemiyorum. Çünkü hem eleştiriye yabacı bir dünyamız var hem de o
tartışmaları yürütecek olgunluk ve donanım yok. Tartışma, düşünce üretimi
demektir. Bu ülkenin yazarlarının ve aydınlarının çoğunluğu da yaratıcı düşünce
üretiminden çok uzak. Meraklı bir toplum içinde yaşamıyoruz bir kere. Dünyada
neler yazılıyor, hep uzağında duruluyor.
- Notos'un Oğuz Atay sayısında Şavkar Altınel, Tutunamayanlar üzerine bir eleştiri getirmişti ve o eleştiri üzerine büyük tartışmalar çıkmıştı. Bu örnekte de olduğu gibi bu durumun Türkiye'de yazarları biraz fazla kutsallaştırdığını ve onları tartışılmaz duruma getirdiğini düşünüyor musunuz?
Evet,
böyle olduğunu düşünüyorum. Tutunamayanlar 1971’de yayımlandığı zaman onu en
iyi anlayabileceğini düşünebileceğiniz yazarlar bile olumsuz yaklaşmıştı. Bu ne
biçim roman, demeye getirerek. Oysa on yıl sonra bir kült romana dönüştü
Tutunamayanlar. Hangisi doğru? Evet, 1970’lerin ilk yarısının dünyasında
anlaşılamamıştı Tutunamayanlar ama eleştirilemez bir roman olarak görülmeye
başlaması da olumlu değil. Her roman eleştirilir. Edebiyat kültürümüz eleştirinin
ne olduğunu anlamaya gerçekten uzak görünüyor. Hâlâ böyle. Oysa eleştiri,
anlamadır, yorumdur, değerlendirmedir, sürekli soyutlama yapmaktır. Onsuz
yaşanır mı.
- Bir röportajınızda Türkiye'de
yazarların, başka edebiyatçılar üzerine yazmaktan kaçındıklarını söylemiştiniz.
Yazarların, başka yazarlar üzerine ve genel olarak edebiyat üzerine yazmaları,
düşünmelerini önemli bulur musunuz? Türkiye özelinde, bunun bir eksiklik
olduğunu düşünür müsünüz?
Hem
çok önemli buluyorum. Eleştiri de zaten yalnızca eleştirmen olarak bilinen
yazarların işi değildir. Bütün edebiyat dünyasının sorunudur eleştiri.
Dolayısıyla yazarların başka kitaplar ve edebiyatın sorunları üstüne düşünüp
yazmaları edebiyat dünyamızın ortalama düzeyini yukarı çekecek asıl etkendir.
Sanırım bunu sağlamak zor olacak.
-
Türkiye'de son yıllarda kitap üretimi
ciddi oranda arttı. Siz, genel olarak genç kuşak edebiyatçılarımızı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Sizin son dönemde en çok beğendiğiniz yerli yazarlar
kimler?
Doğru,
biz yazılanları görmüyoruz ama yayımlananları biliyoruz. Onlar da her yıl biraz
daha artıyor. Kimileri bundan şikâyet ediyor. Bense çok olumlu buluyorum bu
gelişmeyi. Ne kadar çok yazılırsa iyi yazarların çıkma şansı da o kadar artar.
Düzyazı uygarlıktır, denir. Ne kadar çok yazılırsa o kadar iyi olur. Sevdiğim,
beğendiğim, ilgiyle izlediğim yazarların sayısı pek çok. Bizim kuşağımızdan
yazarları söylemem sanırım doğru olmaz. Onlar zaten bugünün ustaları oldu. Daha
genç kuşaktan yazarlardansa, Behçet
Çelik, Burhan Sönmez, Faruk Duman, Murat Özyaşar, Sine Ergün, Neslihan
Önderoğlu, Hande Gündüz, Özlem Akıncı, Birgül Oğuz aklıma ilk gelen yazarlar.
Elbette dahası da var…
Can Öktemer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder