Genç Osman Yavaş’ı asıl tanıdığımız mecra müzik elbette ki. Resim bölümünden mezun olan ve
Almancadan yaptığı çevirileri de bilinen Yavaş, bu kez karşımıza yazar
kimliğiyle çıkıyor. “10 parmağında 10 marifet” desek abartmış olmayacağım Genç
Osman Yavaş’ın bu ilk kitabı bir çocuk kitabı üstelik. Amcam ve Ben - Havaalanında Bir Zebra,
yazar Genç Osman Yavaş ile çizer Nalan Alaca’dan çocuklara ve
yaşları büyüse de çocuk edebiyatından bir türlü kopamayanlara bir armağan.
Serinin ilk macerası başından geçen “abartılı” olayları yeğenine anlatmayı çok
seven amcanın İsviçre’ye yakınlarını ziyarete giden bir zebra ile havaalanında
tanışması ile başlıyor. Kitap boyunca bu ikilinin başlarından geçen deli dolu
olayları okuyoruz. Üstelik kitabın sonunda okuyucularını bir sürpriz bekliyor:
Genç Osman'ın bu kitap için bestelediği iki şarkıdan oluşan bir albüm.
Türkiye sınırlarında çocuklar
için üretilen kitapların büyük bir kısmının pedagojik tavırdan kaçamadığı su
götürmez bir gerçek. Bu durumun sebebi, bu topraklarda çocuklara nasıl
baktığımızla ilintili. Birey olgusunun tam olarak oluşamadığı Türkiye’de,
çocuklar eksik, doğru düşünme yetisini öğrenebilmeleri içinse yetişkinler
tarafından eğitilmeleri gereken insanlar olarak görülüyor. Bu sebepledir ki,
toplumun büyük bir kısmının benimsediği öğretileri ve “kuralları” genç
kuşaklara gizli ya da aleni bir şekilde aktarmayı bir gereklilik olarak gören
kitapların sayısı az değil. Bu kitaplarda çocukların hayatlarındaki denetleme
kurullarında (Türkiye örneğinde bu aileler ve öğretmenlerdir) ele alınan
“doğru”lar ve “yanıt”lar kurgu sosuna bulanarak çocuklara sunuluyor.
Bu bağlamda, Amcam ve Ben serisinin bu anlayıştan oldukça uzak olduğunu
söylemeliyiz. Örneğin, ele aldığımız kitabın başkahramanı, yeğeni tarafından
“deli” olarak tanımlanan bir amca. “Deli” kelimesinin kullanılması, hele de bir
aile bireyi için kullanılması sakıncalı değil mi? Kitabın ilk sayfalarında
“deli” kelimesini kullanan ve ardından belli ki yukarıda bahsettiğim kurulun
denetiminden geçemeyeceğini fark eden yeğen, amcasını “hafif çatlak” olarak
tanımlamaya başlıyor. Bu kelimenin de birçok yetişkin için sakıncalı
olabileceğini tahmin ediyorum. Ahter
Önkaya’nın yazarla yaptığı röportaj da gösteriyor ki,
kitabın hazırlık aşamasında “sakıncalı kelimelerin kullanımı” konusu detaylıca
tartışılmış. Sonra Genç Osman, kesin bir şekilde bu kelimenin kullanılması
gerektiğine karar vermiş. Ona göre, “...aileler kitapların içindeki ufacık
kelimelere takılı kalırken, televizyonun nasıl bir tehlike olduğunu
unutuyorlar.” Bu anlamda, yayınevinin yazarının kararı sonucu “çatlak”
kelimesinin kullanımını desteklemesi takdire şayan bir kazanım.
Yetişkinlerin bize öğrettikleri
arasında hayattaki başarı basamakları yer alır. Buna göre, okulda iyi notlar
almalı, ardından üniversitede iyi bir bölümü kazanmalı, iyi bir şirkette iş
bulmalı, kariyer basamaklarını hızla çıkmalı, para kazanmalı, evlenip çoluk
çocuk sahibi olmalıyız. Bu hikayedeki amca ise bu kuralların büyük bir kısmına
uymamış görünüyor. Yalnız yaşayan amcaya annesi hazırladığı çeyizleriyle
evlenmesi yönünde baskı yapıyor. O ise annesinin hazırladığı çeyizleri, diğer
kahramanımız zebrayı nine kılığına sokarak bakkala gönderebilmek için
kullanıyor. Üstelik çocuğu da yok. Ama çok sevdiği yeğenini haftada bir kez
görüyor. Her ne kadar kitapta geçmese de tembelliğinden ve sabahın ileri
saatlerinde hala evde olmasından olumlanan (9-6 mesai) bir işe sahip olmadığını
da anlıyoruz. Böyle karakter yeğenlerine ve onu okuyacak çocuklara örnek
olabilir mi?
Muhtemelen bu sorunun yanıtı,
çocukların hayatlarındaki denetim kurullarının büyük bir kısmına göre, örnek
alınmaması gerektiği yönünde olacaktır. Ama eminim ki, çocuklar bu amcayı çok
severler. Tüm bu sebeplerle, serinin ikinci kitabını merakla bekliyorum.
Müge Kalender
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder