50. yıldönümü olan 1965’te yapılan
anmalarla dünyada yenilen duyulmaya başlanan Ermeni Soykırımı, 1970’lerin
başından itibaren ASALA ve Adalet Komandoları örgütlerinin Türkiyeli
diplomatlara yönelik suikastlarıyla dünya gündemine taşındı. Türkiye, 1965’te
kamuoyunun yaşadığı şaşkınlığı, Batı ülkelerinde işlenen cinayetlerin ardından
da uzun bir süre üzerinden atamayacaktı.[1]
12 Eylül Darbesi, bu anlamda Türkiye’nin “yardımına yetişmiş oldu” ve 65 yıldır
süren soykırım inkârı, askeri rejim tarafından resmi düzeyde
kurumsallaştırıldı. Bu kurumsallaşma, aynı zamanda devletin askeri rejim
tarafından yeniden organize edilmesi anlamına geliyordu ve darbenin
meşrulaştırılması için “Ermeni meselesi” önemli bir araç haline getirildi.[2]
12 Eylül öncesinde devletin zafiyete düşürülmesinden ötürü Ermeni diasporasının
cesaret bulduğu tezi sıklıkla işlendi. Bu bağlamda, “Ermeni meselesi” tüm
tarihsel bağlarından kopartılarak güvenlik meselesi parantezine hapsedildi.
Diğer yandan, dünyaya karşı Türkiye’yi “savunacak” bir resmi anlatı, Dışişleri
Bakanlığı ve üniversiteler tarafından üretildi, medya ve milli eğitim
aracılığıyla yaygınlaştırıldı ve bu anlatı üzerindeki denetim MGK aracılığıyla
merkezileştirildi.[3] Dışarıda
olduğu kadar içeride de kamuoyu oluşturulmasını amaçlayan bu hamleler,
Türkiyeli Ermenilere yönelik baskının artırılmasını da beraberinde getirdi.
Dışarıdaki “kötü” Ermeni diasporası ile içerideki “iyi” Ermeniler arasına
Cumhuriyet dönemince konulan ayrım devlet eliyle keskinleştirildi ve Ermeni
toplumu, fiziksel ve psikolojik anlamda zora başvurularak, bu çerçeveye sığmak
zorunda bırakıldı. Askeri rejimin bu baskısının en somut örneklerinden biri de
toplumun tanınan isimlerinden Kudüs Ruhban Okulu’nda görevli olan Türkiyeli
Ermeni rahip Hayko (Manuel) Eldemir’in (Yergatyan), darbeden kısa bir süre
sonra “kimsenin anlayamadığı bir sebeple” tutuklanması, toplumun önemli
simalarıyla birlikte işkenceden geçirilmesi ve uzun süre hapiste tutulmasıydı.
Rahip Yergatyan’ın bu zorlu hikâyesi, soykırım bahsinde Ermeni toplumunun nasıl
sessizleştirildiğine yönelik önemli ipuçları içermesinin yanı sıra, medyanın
kendiliğinden bu sürecin önemli bir aracı olduğunu da gözler önüne seriyor.
Manuel Yergatyan (Kaynak: Agos arşivi) |
Yergatyan’ın
hikâyesi
Yergatyan, 1954’te İstanbul’da doğar.
İlk ve ortaokulu Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni Okulu’nda tamamladıktan sonra,
14 yaşında Kudüs’te bulunan Ruhban Okulu’na [Jarankavorats] teoloji eğitimi almak için gider. 1973’te, Manuel
ruhani ismiyle diyakoz [sargavak]
olarak takdis edilmesinin ardından, askerliğini yapmak için Türkiye’ye döner ve
1976’da ise bu kez rahip olarak takdis edilir. 1978’e kadar Oxford’da bulunan
bir kolejde uzaktan eğitim görür ve o yıl tekrar Kudüs’e bu kez okulun
başrahibi olarak geri döner. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Restorasyon
Bölümü’nde okurken, aynı zamanda okulda tarih hocası olarak da görev almaya
başlar.[4]
Bu sırada Türkiye’de askeri cuntanın yönetime el koymasıyla, milyonlarca insan
gibi Yergatyan’ın da hayatı değişir.
Darbeden yaklaşık bir ay sonra, 10 Ekim
1980’de, kısa bir ziyaret için geldiği Türkiye’den eğitim görmek için onunla
beraber Kudüs’e gidecek olan öğrencileriyle birlikte Yeşilköy Havaalanı’nda
güvenlik kontrolünden geçerken hakkında ihbar olduğu gerekçesiyle gözaltına
alınır.[5]
İlk sorgusu havaalanında bir odada yapılır. Kudüs’e öğrencileri ne amaçla
götürdüğü üzerine sorulan birkaç sorudan sonra, odadan çıkması söylenir. Geri
çağrıldığında ise bavulunda kendisinin koymadığı belgeler ve haritayla “terörle
bağının ispatlandığını” görür. Yergatyan, daha sonra o anı “büyük bir şeyler
döndüğünü o zaman anladım” diye anlatacaktır.[6]
Mahkemeye delil olarak sunulan bu “suç
aletleri”, Ermeni halk oyunları kaseti, 1888 yılına ait ve Venedikli Mıkhitarist
rahipler tarafından çizilen bir “tarihi Ermenistan” haritası,[7]
Sovyet Ermenistanı’nda yayımlanan Hayreniki
Dzayn [Vatanın Sesi] gazetesi[8]
ile ASALA ve Taşnaktsutyun’a ait olduğu söylenen yayınlardır.[9]
Daha sonra mahkemede ona bavulunda bulunan bir kitap da ısrarla sorulacaktır.
Yergatyan’ın yanında olan o kitap da, Simon Simonyan’ın[10]
1950’lerde yazdığı ve Kudüs’te ders kitabı olarak okutulan Hayots Badmutyun’dur [Ermeni Tarihi].[11]
Bu delillerden yola çıkarak Kudüs’e götürdüğü öğrencilere “terör” eğitimi
vereceği kanısına varılır.
Bu çerçevede öğrenciler ve Yergatyan’ın
yanı sıra, Ermeni toplumunun tanınan yedi siması da aceleyle gözaltına alınır.[12]
Meselenin hukuki kılıfını ise Yergatyan’ın üzerinde bulunan bir miktar döviz
oluşturur. Kudüs’te rahip olmaya giden öğrencilere ait olduğu açık olan o para,
dönemin Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu gereği döviz taşımak yasak
olduğundan suç olarak kabul edilmiştir.[13]
Bu kapsamda, “parayı vereni de, parayı dövize çevireni de, çocukların Kudüs’e
gidip okumalarını salık vereni de toplarlar.”[14]
12 Eylül döneminin en ünlü
işkencehanelerinden Samandıra’ya götürülen 11 kişiye de işkence yapılır.
Yergatyan’ın el ve ayak tırnakları sökülür, vücuduna elektrik verilir.[15]
Bir ay boyunca hepsi düzenli olarak dayağa maruz kalırlar:[16]
Beni küçük bir
hücreye kapattılar. Ve burada işkenceye başladılar. Ne söylerlerse evet diyene
kadar dövüyorlardı. Sen “itiraf” edene kadar dayak durmuyordu. Orada 30 veya 31
gün kaldım ve her gün dayak, çok ağır dayak yedim. O insanların vicdanı yoktu.
Kudüs’teki uzun yıllardan sonra, Türkçem zayıflamıştı. Konuşurken arada
Ermenice, Arapça, İbranice ve İngilizce kelimeler de kullanıyordum. Türkçem
akıcı değildi. Bunu anlamadılar. Onlardan bir şeyler sakladığımı düşünerek,
beni daha fazla dövdüler. Bir aylık sorgulamanın ardından, bazı kâğıtları
imzaladım. Bunun ardından gözlerimi bağlayarak beni İstanbul’a götürdüler.
Benim davamla ilişkili olan yedi tutuklu daha vardı. Onları da her gün
dövüyorlardı.
Soruşturma kapsamında gözaltında tutulan
tüm isimler, bir aylık Samandıra sürecinin ardından, 15 gün de Selimiye
Kışlası’nda tutulurlar. Kasım ayının sonuna doğru hâkim karşısına
çıktıklarında, karar, Yergatyan haricindeki herkesin salıverilmesi olur.
Yergatyan tutuklanırken, diğer kişilerin de mahkemede tanık olarak
dinlenmelerine karar verilir ve yurt dışına çıkmaları yasaklanır.[17]
Yergatyan’a yöneltilen ilk suçlama ise ASALA’yla kuvvetli bir bağı olduğu ve
öğrencileri Kudüs’e “terörist yapmak için” götürdüğüdür. Bu ortam içerisinde,
Yergatyan, mahkeme için sırasının gelmesini beklerken, 1981’in sonbaharında Paris’te
yaşanacak bir olay bu süreyi uzatacaktır.
Van
Operasyonu
Türkiye Paris Başkonsolosluğu, 24 Eylül
1981’de dört ASALA militanı tarafından “Van Operasyonu” kapsamında basılır.
Kapıdaki güvenlik görevlisini öldüren militanlar, içeride bulunan başkonsolos
dâhil 56 kişiyi rehin alırlar. Rehinelerden biri, akşam saatlerinde
başkonsolosluğun bulunduğu katın penceresinden “Yeğiya Keşişyan İntihar
Komandoları” adına şu isteklerinin yazılı olduğu bir kâğıt bırakır: “Türkiye’de
yaşayan Ermenilerin seyahat ve ifade özgürlüklerinin sağlanacağına dair devlet
garantisi verilmesi, uluslararası bir organizasyonun Türkiye’de Ermenilere ait
kültürel kurumların etkinliklerini kontrol etmesi ve iki din adamı Manuel
Yergatyan ve Hrant Küçükgüzelyan ile beş Türk ve beş Kürt devrimcinin[18]
serbest bırakılması.”[19]
Bunun üzerine, uluslararası basına konuşan başkonsolosluk çalışanı ise
“Türkiye’de tutuklu Ermeni yok, aşırı sağcılar ve aşırı solcular var” diyerek
soruları savuşturmaya çalışır.
Paris’te rehine krizi yaşanırken, Türkiye
gazeteleri ise mikrofonları hiç vakit kaybetmeden dönemin Ermeni Patriği Şınorhk
Kalustyan’a çeviriyordu. Türkiye’de siyasi tutuklu Ermeni bulunmadığını
belirten Kalustyan, Türkiye’de sadece meslekleri rahip olan 2 Ermeni tutuklu
bulunduğunu, onların da sıraları gelmediği için mahkeme huzuruna çıkmadıklarını
söyler.
Hürriyet, 25 Eylül 1981 |
Cumhuriyet gazetesine göre, bu rahiplerden Yergatyan, döviz
kaçakçılığıyla suçlanıyordu. Tutuklu bulunan diğer rahip Hrant Küçükgüzelyan’ın
ise “Ermeni çocukları Anadolu’nun uzak yerlerinden İstanbul’a getirdiği ve
onlara Ermeni din ve dil eğitimi verdiği”[20]
bildiriliyordu. Aynı zamanda, Küçükgüzelyan’ın “Avrupa’daki çeşitli insan
hakları örgütlerine mektup göndererek, Türkleri kötülediği ve Türkiye’deki
Ermeni toplumunun ağır sorunlarla karşı karşıya bulunduğunu bildirdiği”
öğrenilmişti.[21] Hürriyet gazetesine göreyse,
Küçükgüzelyan, “küçük yaştaki çocuklara yasak kitaplar dağıttığı için
yakalanmış” ve daha sonra “gizli Ermeni örgütleriyle ilişkide olduğu” ortaya
çıkarılmıştı. Aynı gazete, isnat edilen suçlarla dahi ilgisi olmayan bir
Yergatyan portresi çizerek, Yergatyan’ın sahte pasaportla Suriye sınırından
Türkiye’ye girmeye çalışırken, üzerinde iki tabanca, üç bomba ve gizli
belgelerle yakalanan bir ASALA militanı olduğunu ileri sürer.[22]
Militanlar, ertesi gün rehineleri
serbest bırakarak Fransa polisine teslim olurken, bu eylem can kaybı olmadan atlatılsa da, 26 Eylül 1980’de
Paris’te ve 2 Nisan 1981’de Kopenhag’da yaşanan küçük saldırıların ardından
askeri rejim için ilk büyük ASALA saldırısıdır ve yoğun bir propaganda
döneminin başlangıcı olur. Bu dönem, Yergatyan içinse mahkeme önüne çıkmak için
10 ay daha beklemek ve hapishanede daha ağır muamele anlamına geliyordu:[23]
Hürriyet, 25 Eylül 1981 |
Diğer
tutuklular bana zarar vermediler, ancak hapishanede inanılmaz bir psikolojik
işkence vardı. Tuvalete gitmene izin vermiyorlardı; yemeğini geç
getiriyorlardı; doktora görünmene izin vermiyorlardı; hastalandığında ilaç
vermiyorlardı; kitap okuyorsan, ışıkları kapatıyorlardı; ayağa kalkarsan,
oturmanı söylüyorlardı. Farklı çeşitlerde psikolojik baskı uyguladılar. Genelde
gardiyanlar seni koğuştan çıkarıyorlar ve gelişigüzel vuruyorlardı, sadece
eğlenmek için…
Patrik Kalustyan da 3 yıl sonra yaptığı
ABD ziyareti sırasında, Van Operasyonu’nun Yergatyan’ın durumuna etkisini şöyle
değerlendirecekti: “Ermeni teröristler Paris’teki Türk Başkonosluğu’nu
bastıklarında, taleplerinden biri de Peder Yergatyan’ın serbest bırakılmasıydı.
Bu, doğal olarak ASALA’yla ilişkisi olup olmadığını anlamak için onun daha
fazla araştırılmasına yol açtı. Bu, onun durumunu daha kötüye götürdü.”[24]
Mahkeme
başlıyor
Askeri savcı, Mayıs 1982’de Yergatyan
hakkındaki iddianameyi hazırlar ve 1 Numaralı Askeri Mahkeme’de “Türkiye
aleyhinde faaliyetlerde bulunmak, ırkçılık ve bölücülük propagandası ve Atatürk
Kanunu’na aykırı davranmak” suçlarıyla davayı açar. Savcı, “Yakın geçmişin en
mühim ve dehşet verici olaylarından biri olan Ermeni meselesinin yeniden
canlandırılmak istendiğine şahit olmaktayız” diyerek başladığı iddianamenin
sonuç bölümünde şunları yazar: “Sanık Hayko Manuel Eldemir, siyaset yapmak bir
yana Türk ve Ermeni toplumlarını birbirine düşürmeye çalışan silahlı katillerle
müşterek çalışma içine girmiştir.”[25]
29 Haziran 1982’ye gelindiğinde,
Yergatyan ilk kez hâkim karşısındadır. Savcı, “Kudüs’teki görevi sırasında
Türkiye ve Türklük aleyhine yoğun faaliyet göstermek” ve “Türk ve Ermeni
toplumlarını birbirine düşürmeye çalışan silahlı katillerle işbirliği içinde
olmak” eylemlerinin yanı sıra “köpeğine Atatürk adını koymak”tan ötürü Yergatyan’ı
suçlu bulmuştur[26] ve
hakkında toplamda en az 10 yıl hapis cezası ister. Aynı celsede, bu suçlamalar,
mahkemede dinlenen dokuz Ermeni tanığa sorulur ve hepsi de Yergatyan’ın Türkiye
aleyhine konuşmalar yaptığını ve faaliyette bulunduğunu bilmediklerini söylerler.
Yergatyan’ın tahliye talebi reddedilirken, havaalanında rahibi yakalayan polis
memurları ile bir öğrencisinin tanık olarak dinlenmesi kararıyla mahkeme ileri
bir tarihe ertelenir.[27]
Hürriyet, 21 Mayıs 1982 |
27 Temmuz 1982 tarihindeki ikinci
duruşma, Yergatyan’ın davasında önemli bir kırılmaya neden olacaktır. Hakkında
kovuşturmaya gerek olmadığına karar verilen öğrenci Mikayel (Mikail) Sağlam,
“zor ve baskı altında alınan” ve iddianameye temel oluşturan ifadelerini[28]
bir kez de mahkemede tekrarlar. Mikayel, Yergatyan’ın her fırsatta Türk
düşmanlığını gösterdiğini ve köpeğini Türk büyüğünün adıyla çağırdığını
kendisinin duymadığını, ancak üst sınıflarda okuyan bazı kimselerin buna şahit
olduğunu söyler ve devam eder:[29]
Hayko Eldemir,
tarih dersi okutuyordu. Türkiye’nin doğu kısmındaki bir bölüm toprakların
Ermenilere ait olduğunu, Türkiye’de Ermenilere kötü davrandıklarını, 1940’ta Ermenilerin katledildiğini, bu toprakların eninde sonunda
Ermenilerin olacağını söylüyordu. 1915 katliamının yıldönümü olan 20 Nisan 1980 günü Ruhban Okulu’nun
konferans salonunda kutlamalar
yapıldı ve sahnenin süslenmesini
Hayko Manuel Eldemir yaptı. [abç]
Hürriyet gazetesine göre, bu “süslemeler”, “Güney ve Doğu
Anadolu’yu içine alan Ermenistan haritası” ile “sahneye dizilen kuru
kafalar”dır ve bunlar bir ayin için yapılmıştır.[30]
Tanık
Patrik Kalustyan
Yergatyan’ın iddialara yönelik
itirazları kâr etmeyecektir, yine de bu iddiaların sorulması için Patrik
Kalustyan’ın mahkemede tanık olarak dinlenmesini ister.[31]
Bir sonraki duruşmaya kilisenin tüm dini hiyerarşisini yıkarak tanık olarak
gelen Patrik Kalustyan,[32]
Yergatyan hakkında ileri sürülen iddialar üzerine kendisinin de soruşturma
yaptığını, ancak hiçbir kanıt bulamadığını belirtir.[33]
Hürriyet ise mahkeme sonlanmadan
Yergatyan hakkında hükmünü vermiştir ve bu duruşmanın haberini sürmanşetten
“Patrik, Türk düşmanı papazı savundu” başlığıyla okuyucularına duyurur.[34]
Yergatyan’ın isteğiyle tanık olarak
çağrılacağı belirtilen eski Kudüs Başkonsolosu Yusuf Kadri Dicle, mahkemeye
iştirak etmezken; diğer tanıklar Artin Ateş (ruhani ismiyle Başepiskopos Aram
Ateşyan, bugünün Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili) ile Simon Ergüneş’in suçlamalarla
ilgili bir şey duymadıkları ve iddiaların doğru olacağını tahmin etmedikleri
yönündeki ifadeleri de mahkeme tarafından dikkate alınmayacaktı. 1 Mart 1983’e
gelindiğinde ise askeri savcı, esas hakkında görüşünü bildirir. Bölücülük
propagandası ve Atatürk Kanunu’na muhalefetten mahkûmiyet gerektirecek yeterli
kanıt bulunamadığını belirten savcı, Yergatyan’ın “din adamı sıfatıyla
yurtdışında Türkiye ve Türklük aleyhine çalışmalar yaptığına” kanaat getirerek
6 yıl 8 ay ağır hapis cezası ister.[35]
Ancak karar duruşması tarihi olarak belirlenen 18 Mart’tan yaklaşık bir hafta
önce, Belgrad’da işlenen cinayetin faturası Yergatyan’a çıkarılacaktır.
Hürriyet, 3 Eylül 1982 |
Büyükelçi
Balkar suikastı
9 Mart günü, Türkiye Belgrad Büyükelçisi
Galip Balkar, Adalet Komandoları militanları tarafından makam otomobilindeyken
öldürülür.[36] Dönemin
Devlet Başkanı Kenan Evren, Türkiye’nin artık sabrının taştığını vurgularken,
Dışişleri Bakanı İlter Türkmen de “teröre destek verdiğini düşündükleri”
Lübnan’a ani bir ziyarette bulunur ve ASALA konusunda Lübnan’ı sert biçimde
uyarır.[37]
Aynı şekilde, Yergatyan’ın cezaevinden arkadaşı Yalçın Küçük’e göre, bu
cinayet, Askeri Mahkeme’yi de çok kızdırır ve Yergatyan’ın cezası son duruşmada
katlanır. Patrik Kalustyan da Küçük’le aynı fikirdedir. Kalustyan, sadece
Kudüs’te “Türkiye karşıtı” bir gösteriye katıldığı ispatlanabilen Yergatyan’ın
birkaç yıl ceza alacakken, Balkar’ın öldürülmesiyle durumunun çok ağırlaştığını
belirtir. Yergatyan da bu durumu şöyle anlatır: “ASALA’nın operasyonları benim
davama yaramadı. Mahkeme, ben hapiste olduğum için ASALA’nın eylemlerini artırdığını
düşündü.”[38]
Zira 18 Mart günü, mahkeme Yergatyan’a
“Türkiye aleyhine eylemlere katılmaktan” Türk Ceza Kanunu’nun 140. ve 242/3.
maddeleri uyarınca oybirliğiyle 14 yıl ağır hapis cezası verir. Ayrıca
Yergatyan’ın, ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilmesine ve hapis cezası
sonrasında 4 yıl 8 ay Gümüşhane’de gözetim altında tutulmasına karar
verilmiştir.[39] Davanın
temyiz duruşması Askeri Yargıtay’da görülmeden çok kısa bir süre önce de,
ASALA’nın son büyük eylemlerinden biri olan Paris Orly Havalimanı saldırısı
gerçekleşir. 15 Temmuz 1983’te düzenlenen saldırı sonucunda 8 kişi hayatını
kaybeder. Fransa polisi, Varujan Garabedyan’la birlikte Türkiye vatandaşı olan
Ohannes Semerci ve Soner Nayır’ı tutuklar. Nayır ile Semerci’nin bir dönemde
Kudüs’te eğitim görmüş olması, akıllara yine Yergatyan’ın ASALA’yla bağını
getirecektir.[40] Ağustos
ayında ise Askeri Yargıtay, Yergatyan’ın cezasını aynen onaylayacaktır.[41]
Yergatyan’ın
yalnızlığı
Milliyet, 19 Mart 1983 |
Yergatyan’ın 14 yıl ceza almasıyla
özellikle Avrupa’daki Katolik ve Protestan kiliseler ve kuruluşlar harekete
geçerler. Kamuoyu yaratmak için sarf edilen çabaların sonucunda, Uluslararası
Af Örgütü, Mayıs 1983’te Yergatyan’ı “sadece Ermeni olmasından ötürü cezaevinde
tutulan düşünce suçlusu” ilan eder.[42]
ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Nancy Johnson, Yergatyan’ın serbest bırakılmaması
durumunda, bir sonraki sene Türkiye’ye verilen yardımın kesilmesi için mücadele
edeceğini açıklar.[43]
Kudüs’ten bir Benediktin rahibinin çabasıyla, Federal Almanya Cumhuriyeti
Şansölyesi Helmut Kohl, 9 Temmuz 1985’te Başbakan Turgut Özal’la görüşmesinde
serbest bırakılmasını talep ettiği 45 kişi arasına Yergatyan’ın da adını
ekleyecektir. Uluslararası kamuoyunun bu baskısı hiç olmazsa cezaevi
koşullarında iyileşme sağlayacaktır. Dönemin Kudüs Ermeni Patriği Yeğişe
Derderian’ın diplomatik kanalları zorlaması ve Hollanda’nın araya girmesiyle,
1984 yılının başında Yergatyan Çanakkale Cezaevi’ne nakledilir. Bu değişiklik,
Yergatyan için işkenceden kurtulmak ve daha rahat koğuş imkânlarına sahip olmak
anlamına gelecektir.[44]
Yergatyan yine de huzurlu değildir,
çünkü Türkiye’deki Ermeni toplumu tarafından tamamen yalnız bırakılmıştır.[45]
12 Eylül’ün baskı ortamında, kimse “tescilli bir terörist”le yakın görünmek
istememiş, Yergatyan’ın ceza almasıyla sevgilisi dahi kendisinden
uzaklaşmıştır. Özellikle Patrikhane’nin kendisiyle ilgilenmemesine çok kırılır.
Sağlık ve para durumuyla ilgili defalarca telgraf çekse de, ancak 1986’nın Ocak
ayında bir papaz ile bir rahibe ziyaretine gelirler. Bu süreç içerisinde
kendisiyle Yalçın Küçük, Bilgesu Erenus ve Hrant Dink ilgilenmeye çalışırlar.[46]
Fransa’da Orly saldırısı davasının karar
oturumu yaklaştıkça, Türkiye medyası, Yergatyan’ı bir kez daha hatırlar. 18
Şubat 1985’te Milliyet gazetesi, Hürriyet’in daha önce yaptığına çok
benzeyen bir habere imza atar. Gazeteye göre, “silahlı papaz” diye nitelenen
Yergatyan’ın “seyyar cephanelik halinde” Suriye sınırında yakalanması, “Ermeni
Patrikhanesi üzerindeki kuşkuları” artırmıştır. Hürriyet ise 3 Mart 1985 tarihli sayısında, Yergatyan’ın fotoğrafını
sürmanşetten “İşte 3 caninin hocası papaz Hayko” başlığıyla ve öğrencilerine
terörizm aşıladığı iddiasıyla verir.[47]
Bu haberler, cezaevi yönetiminin ve mahkûmların Yergatyan’a tavır almasına ve
rahibin daha da yalnızlaşmasına neden olur.[48]
Yergatyan, 1986 yılında ilan edilen
genel afla birlikte cezaevinden çıkar, fakat kendisine yönelik taciz dışarıda
da devam eder. Birkaç kez daha gözaltına alınan Yergatyan, 1988 yılında bu kez
tarihi eser kaçakçılığıyla suçlanarak tutuklanır, ancak kısa süre sonra serbest
bırakılır.[49] Bu
siyasi baskı ortamının ailesini de rahatsız etmeye başlamasıyla yurt dışına
çıkmaya karar verir ve 1990 yılında Hollanda’daki Amsterdam ve Almelo Ermeni
Kiliseleri’nde rahip olarak görev alır.[50]
Cezaevi şartlarının ve işkencenin ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı
Yergatyan, 11 Şubat 2004’te Hollanda’da hayata veda eder.[51]
Hürriyet, 3 Mart 1985 |
Bitirirken:
Yergatyan neden hedef seçildi?
Yergatyan’ın neden hedef seçildiği halen
bir muamma, ancak bu konuda bazı isimlerin kendilerine göre açıklamaları mevcut.
Yergatyan, “12 Eylül rejiminin terörizmle ilgili bir şeyler yaptığını
göstermesi için” diyerek hedef seçilmesini açıklıyor.[52]
Yukarıda belirtildiği gibi, “Ermeni meselesi”ni bir güvenlik sorunu parantezine
hapsetmeye çalışan askeri rejimin, kamuoyuna meseleyi bu yönüyle ele aldığını
göstermek istemesinin önemli nedenlerden biri olduğu açıktır.
Yalçın Küçük’e göreyse, devlet, “Rahip
Efendi’ye diz çöktürmek ve kendini reddetmesini” istemekte ve böylece
Yergatyan’ın propaganda malzemesi olabileceğini öngörmekteydi.[53]
Zira benzer bir süreç, 7 Ağustos 1982’de Esenboğa Havalimanı saldırısını
gerçekleştiren iki eylemciden biri olan Levon Ekmekçiyan için işletilmişti.
Askeri mahkemece yargılanan Ekmekçiyan’ın dava sürecinden idam edilişine kadar
dile getirdiği –veya getirmek zorunda kaldığı- “Ermenilerin esas düşmanının
ASALA olduğu” ve “Türk milletinin alicenaplığı” içerikli cümleler gazeteler ve
televizyonda defalarca kez yer bulmuştu.[54]
Ekmekçiyan’ın “örgüt tarafından beyninin yıkandığı” ifadelerine benzer şekilde,
Yergatyan’ın avukatı Celalettin Nurcivan da müvekkilinin bazı eylemlerini
başkalarının tehdidiyle yaptığını mahkemede belirtmiştir.[55]
Levon Ekmekçiyan mahkemede |
Hrant Dink ise Yergatyan’ı “12 Eylül’ün
her kesimden olduğu gibi gayrimüslimlerden seçtiği kurban” olarak niteler.[56]
Yukarıda belirtildiği gibi, 12 Eylül rejimi açık bir şekilde “iyi Ermeni-kötü
Ermeni” ayrımı yapmaya çabalarken, ülke içindeki Ermeni toplumunu da siyaseten
baskı altına almaktan geri durmadı. Bu süreç içerisinde, iki din adamının ve
Yergatyan’la birlikte tutuklanan Ermeni toplumunun tanınan diğer isimlerinin
işkenceden geçmeleri ve “sudan sebeplerle” yargılanmaları, rejimin istediği
şekilde korku duvarlarının yükselmesine neden oldu. Bu korkunun en somut
örneklerinden biri de, cezaevi süreci boyunca Yergatyan’la Ermeni toplumundan
neredeyse kimsenin temas kurmamasıdır. Ayrıca ASALA ve Adalet Komandoları’nın
üstlendiği neredeyse her saldırıdan sonra gözler Türkiye Ermeni toplumunun ne
diyeceğine çevrilirken, bir yandan da cezaevinde ve askerde bulunan Ermenilere
yönelik fiziksel ve psikolojik baskı önemli ölçüde arttı. Zira bu baskı
ortamının siyasi istikrarsızlık ve şiddetle birleşmesi, hatırısayılır bir
Ermeni nüfusun yurtdışına göç etmesiyle sonuçlanacaktı.[57]
Tüm bunlara ek olarak, Yergatyan’ın bu
“içeriye nizam verme” sürecinde hedef seçilmesinin sebepleri arasında, kötü
olarak nitelenen “dışarıdaki Ermeniler”le açık bir bağı olan Yergatyan
üzerinden, Türkiyeli Ermenilerin Ermeni diasporasıyla iletişimini kuşkulu ve
korku verici bir hale getirilmesi de sayılabilir. Zira Yergatyan’ın davası, birkaç
Ermeni gencini yurtdışına göndermekle
ilgiliydi. Bu davada Yergatyan dışındaki isimler, salıverilmiş olsalar da,
yaşadıkları işkencenin ağırlığıyla, 10 kişiden biri, kısa bir süre sonra kalp
krizi geçirerek ölürken, 70 yaşında olan bir diğeri ise çıktıktan sonra akıl
sağlığını kaybetti. Bu işkence sisteminden “siyasetle ilgisi olmayan” isimlerin
“Kudüs’le bir şekilde bağ kurdukları” için geçmiş olmaları, toplum üzerinde bu
anlamda uzun yıllar devam edecek olan bir ağırlık yarattı.[58]
Ayrıca Yergatyan’ı öne çıkaran bir diğer
durum, Yergatyan’ın gerçekten Kudüs’te 1980’de yapılan 24 Nisan anmasına
katılmasıdır. Dolayısıyla, Yergatyan’ın ceza aldığı esas eylemin bu anmaya
katılmak olduğunun altını çizmek gerekir. Bu anlamda, 12 Eylül rejimi, yurt dışında
yapılan 24 Nisan anmalarına karşı takındığı şiddetli tavrın bir yansıması
olarak “24 Nisan anması”nı yasa dışı ve doğrudan Türkiye aleyhine faaliyet
olarak gördüğünü bu mahkeme kararıyla tesciller. Böylece Ermeni Soykırımı
inkârının örgütlenmesine dair önemli bir adım atılır. Aynı şekilde, gazetelerin
Yergatyan’ın öğrencisinin ifadelerine dayanarak çizdikleri 24 Nisan anması
portrelerinin adeta “Türkiye’ye karşı düşmanlığın körüklendiği kötücül ayinler”
gibi olması da bu anlamda dikkat çekicidir.
Emre Can Dağlıoğlu
* Bu yazı, ilk olarak Toplumsal Tarih dergisinin Kasım 2015 tarihli 263. sayısında yayımlanmıştır. Bu metin, 1980 Darbesi’nin
‘gayrimüslimler’ üzerindeki etkisiyle ilgili bir çalışmanın ilk ürünü
sayılabilir. Aynı zamanda, özellikle sözlü tarih çalışmasıyla genişletilmesi
planlanan bu çalışma için yaşadıklarını, dinlediklerini, bildiklerini anlatmak
isteyen herkese açık bir çağrıdır. Bu yazıyı yazarken tüm bilgi ve arşiv
ihtiyacım için çalışan başta Tamar Nalcı’ya ve verdikleri bilgiler ve
yardımları için Serdar Korucu, Ümit Kurt, Talin Suciyan, Ömer Turan, Selin
Kalkan, Ani ve Arto Nalcı’ya çok teşekkür ederim.
[1] Türkiye kamuoyunun 1965’te gerçekleşen anmalara ilk tepkileri için bkz. Serdar
Korucu ve Aris Nalcı (2014), 1965:
2015’ten 50 Yıl Önce, 1915’ten 50 Yıl Sonra, İstanbul: Ermeni Kültür
Yayınları.
[2]
Güven Gürkan Öztan ve Ömer Turan (2015, 8 Mayıs), ‘Devletin aklı, kendi
suçlarına kolektif ortaklar bulmasıyla işliyor’, Emre Can Dağlıoğlu’yla
söyleşi, Agos, 992, s. 11. “Ermeni
meselesi” bu anlamda Kenan Evren’in halka verdiği mesajlarda önemli bir yer
tutuyordu. Serdar Korucu (2015, 15 Mayıs), ‘Kenan Evren’in gözünden Ermeni
Soykırımı’, CNN Türk, http://www.cnnturk.com/turkiye/kenan-evrenin-gozunden-ermeni-soykirimi,
Son Erişim Tarihi: 18 Eylül 2015.
[3]
Güven Gürkan Öztan ve Ömer Turan (2015), ‘Türkiye’de devlet aklı ve 1915’, Toplum ve Bilim, 132, s. 98.
[4]
Hratch Tchilingirian (2004, 21 Şubat), ‘A Tortured Priest Rest in Peace: In
Memory of Fr. Manuel Yergatian’, The
Armenian Reporter International, s. 22.
[5]
Bu ihbarın Ermeni toplumu içinden yapıldığına dair kuvvetli bir algı mevcut.
Keza Hrant Dink’in Yergatyan’ın ölümü üzerine yazdığı yazıda da, Yergatyan’ın o
günlere anlattığı yazısında onu “cemaat içinden kimin ihbar ettiği”nin
yaşadıkları içinde mevzubahistir. Bkz. Tchilingirian, s. 24; Hrant Dink (2004,
20 Şubat), ‘Talihsiz rahibin ardından’, Agos,
412, s. 12.
[6]
Tchilingirian, s. 22.
[7]
Martin M. Gunter (2011), Armenian History
and the Question of Genocide, New York: Palgrave Macmillan, s. 106.
[8]
Sovyet Ermenistanı ile Ermeni Diasporası arasındaki bağı kuvvetlendirmek
amacıyla, 1965’ten 1991’e kadar Yerevan’da yayımlanan haftalık gazete.
[9]
Tchilingirian, s. 22.
[10]
Simon Simonyan, 1914 Antep doğumlu Ermeni yayıncı ve öğretmen. Ailesinin Ermeni
Soykırımı’yla birlikte göç ettiği Halep’te büyüdü. 1944 yılında bir grup
öğretmen arkadaşıyla çıkardığı Sevan dergisiyle, Halep’i Ermenice edebiyatın
yeniden doğduğu merkezlerden birisi yapan soykırım sonrası genç göçmen kuşağın
önemli entelektüellerinden birisi olmuştur. 1950’lerde aynı entelektüel grupla
birlikte Beyrut’a göç etmiş ve 1958 yılında yıllarca Lübnan’daki Ermeni
edebiyatı ve entelektüel yaşamının odağında kalacak olan Spyurk [Diaspora] dergisini yayımlamaya başlamıştır ve 600’ün
üzerinde Ermenice kitap basacağı Sevan Yayınevi’ni kurmuştur. Birçok öykü ve
romanın yanı sıra, tarih ve edebiyat ders kitapları da yazmıştır. Dergide
yazdığı Sovyetler Birliğine yönelik eleştirel yazılardan ötürü, Sovyetler
Birliği’ne girişi yasaklanmıştır. Lübnan İç Savaşı sırasında Spyurk’u devretmek zorunda kalan
Simonyan, 1986’da Lübnan’da hayata veda eder. Ölümünün ardından, Sevan Yayınevi
de kapanır. Nicola Migliorino (2008), (Re)constructing
Armenia in Lebanon and Syria, New York ve Oxford: Berghahn Books, s. 66-68,
210.
[11]
Cumhuriyet (1982, 5 Ekim), ‘Türkiye’nin Kudüs eski Başkonsolosu savunma
tanıklığı yapacak’, s. 9. Gunter ise bu kitabın “1915 katliamlarını anlatan
Peder (Tovma) Şigaher’in kitabı” olduğunu belirtir. Fakat Peder Şigaher’in
meseleyle tek bağlantısı oğullarının ilk soruşturma kapsamında tutuklanmasıdır.
Gunter, Yergatyan’ın tutuklandığında üzerinde “iddialara göre çok tanınan bir
teröristin numarası”nın da olduğunu belirtir. Davaya ilişkin gazete haberlerine
göre, mahkemede “teröristin telefon numarası” gibi bir suçlamaya yer verilmez.
Gunter, s. 106.
[12]
Tchilingirian, s. 22.
[13]
Gunter, s. 106. 20 Şubat 1930’da çıkarılan Türk Parasının Değerini Koruma
Kanunu’yla küçük bir miktarın üzerinde ‘yabancı para birimi’ cinsindeki parayı
taşımak yasaklanmış ve bu yasak, 29 Aralık 1983’te Turgut Özal’ın başbakan
olmasıyla kaldırılmıştı. Resul İzmirli, Ramazan Gökbunar ve Buğra Özer (2014),
‘Dönüşümcü bir lider olarak Turgut Özal’, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 42, s. 246.
[14]
Dink, s. 12.
[15] Gunter, s. 187; Marijke Verduyn (1998, 3 Eylül),
‘Soms komen mensen bij mij thuis en dan zeggen ze: Je woont als een Hollander’
[Bazen insanlar benim evime geliyorlar ve “Bir Hollandalı gibi yaşıyorsun”
diyorlar], Trouw de Verdieping, http://www.trouw.nl/tr/nl/5009/Archief/article/detail
/27521661998/09/03/MANUEL-YERGATIAN-ARMEENS-APOSTOLISCHE-KERK-Soms-komen-mensen-bij-mij-thuis-en-dan-zeggen-ze-Je-woont-als-een-Hollander.dhtml, Son Erişim Tarihi: 10 Eylül 2015.
[16]
Tchilingirian, s. 22.
[17]
Dink, s. 12; Tchilingirian, s. 24.
[18]
Yergatyan ve Güzelyan dışındaki 10 tutuklunun kimler olduğuna ve ASALA’nın
neden bu 10 kişinin serbest bırakılmasını istediğine dair elimde maalesef bilgi
yok. Diğer yandan Türkiye gazetelerinin bu detayı görmemesinin veya Milliyet gazetesindeki gibi “Kürt”
kelimesini kullanmamak için “beş Türk terörist ve beş ayrımcı anarşist” diye yansıtıldığının da altını çizmek istiyorum.
[19]
Frank J. Prial (1981, 25 Eylül), ‘60 held 15 hours in a siege in Paris’, The New York Times, http://www.nytimes.com/1981/09/25/world/60-held-15-hours-in-a-siege-in-paris.html,
Son Erişim Tarihi: 10 Eylül 2015; Daily News (1981, 24 Eylül), ‘’Suicide
commandos’ seize 40 at consulate’, s. 5.
[20]
Rahip Küçükgüzelyan, 1950’lerden başlayarak Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi
bünyesinde kurduğu Badanegan Dun’da
[Çocuk Yuvası] Anadolu’dan gelen Ermeni çocuklarına Ermenice öğretir ve Ermeni
kimliği kazandırır. 1963’te Tuzla’da inşa edilmeye başlanan Kamp Armen de bu
kurumun yazlık kampıdır. Küçükgüzelyan, 25 Şubat 1981’de bu yetimhanede
“çocuklara Türk düşmanlığı aşıladığı” gerekçesiyle tutuklanır, yaklaşık bir yıl
hapis yatar ve bu süre zarfında ağır işkenceden geçilir. Hapisten çıktıktan kısa
bir süre sonra göç ettiği Fransa’da 6 Ekim 2007’de hayata veda eder. Hrant
Küçükgüzelyan (2006, 18 Ağustos), ‘”Badanegan Dun”un öyküsü’, Agos, 542, s. 2; Agos (2007, 12 Ekim),
‘Bir çınar daha devrildi, 450’nin üzerinde fidan bırakarak’, 602, s. 8.
[21]
Cumhuriyet (1981, 25 Eylül), ‘Serbest bırakılması istenen 2 rahipten biri döviz
kaçakçısı’, s. 6.
[22]
Hürriyet (1981, 25 Eylül), ‘Teröristlerin “Din adamı” dedikleri iki Ermeni
kim…”, s. 15.
[23]
Tchilingirian, s. 24.
[24]
The California Courier (1984, 7 Kasım), ‘Patriarch of Turkey Calls Father
Yergatian a Victim’, s. 10.
[25]
Milliyet (1982, 21 Mayıs), ‘Sıkıyönetim bir Ermeni papaz hakkında dava açtı’,
s. 14.
[26]
Yergatyan’a yöneltilen bu suçlamanın asılsız olduğunu ispatlamak için, Patrik
Kalustyan, Kudüs Patrikhanesi’nden adı Tiger ve Joyce olan köpeklerin resmi
evraklarını ve sağlık kayıtlarını temin ederek mahkemeye göndermiştir.
Tchilingirian, s. 24.
[27]
Cumhuriyet (1982, 30 Haziran), ‘Türk düşmanlığı yapan Ermeni papazın en az 10
yıl hapsi isteniyor’, s. 10.
[28]
Dink, s. 12. Mikayel, 1980’de daha 12 yaşındadır ve Samandıra’da işkence gören
isimler arasındadır.
[29]
Milliyet (1982, 27 Temmuz), ‘Tanıklar, Türkiye aleyhinde faaliyette bulunmaktan
yargılanan Ermeni papazı suçladı’, s. 11. Alıntıda vurguladığım açık hataların
Mikayel’den mi, yoksa gazetelere servis edilen haberi yazan muhabirden mi
kaynaklandığını bilmiyorum. Ancak muhabirden kaynaklanması muhtemel bu hatalar,
Türkiye kamuoyunun bu derecede gündeminde olmasına rağmen konuya dair
bilgisizliğinin boyutlarını anlatması açısından çarpıcıdır.
[30]
Hürriyet (1982, 27 Temmuz), ‘Ermeni Kilisesi papazı Hayko Eldemir’in
yargılanmasına devam edildi’, s. 3.
[31]
Cumhuriyet (1982, 27 Temmuz), ‘Kalustyan dinlenecek’, s. 7.
[32]
Hrant Dink, Patrik Kalustyan’ın mahkemede tanıklık yapmak dışında Yergatyan
için “birkaç kişisel girişimde” daha bulunduğunu yazar. Dink, s. 12.
[33]
Milliyet (1982, 3 Eylül), ‘Kalustyan tanıklık yaptı’, s. 1; Cumhuriyet (1982, 3
Eylül), ‘Ermeni patriği Kalustyan Ermeni papaza tanıklık yaptı’, s. 12.
[34]
Hürriyet (1982, 3 Eylül), ‘Patrik, Türk düşmanı papazı savundu’, s. 1, 15.
[35]
Cumhuriyet (1983, 1 Mart), ‘Ermeni rahip Manuey’in 6 yıl 8 ay hapsi istendi’,
s. 6.
[36]
Dönemin gazeteleri ve yaygın anlatıda olayın faili ASALA olarak gösterilse de,
suikast, Ermeni Devrimci Federasyonu’na (Taşnaktsutyun) yakın olan Adalet
Komandoları tarafından düzenlenmiştir. Thomas de Waal (2015), The Great Catastrophe: Armenians and Turks
in the Shadow of Genocide, New York: Oxford University Press, s. 154.
[37]
Rıfat Akkaya (1983, 12 Mart), ‘Balkar şehit oldu’, Milliyet, s. 9; Milliyet (1983, 19 Mart), ‘Türkmen: “Ermeni terörü
için uyarılarımız sürecek”’, s. 9.
[38]
Yalçın Küçük (1989), Ermeni Rahiple
Mektuplaşmalar, İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 6; The California Courier, s.
10; Tchilingirian, s. 24.
[39]
Vasfiye Özkoçak (1983, 19 Mart), ‘Türkiye aleyhtarı Ermeni papaz 14 yıla mahkum
oldu’, Milliyet, s. 9; Cumhuriyet
(1983, 19 Mart), ‘Ermeni din adamı Eldemir 14 yıl hapse mahkum oldu’, s. 1.
[40]
Gunter, s. 106. Orly saldırısı davasının karar aşamasına gelindiğinde medya bu
bağlantıyı tekrar hatırlatacaktır.
[41]
Cumhuriyet (1983, 27 Ağustos), ‘Askeri Yargıtay, Ermeni papaz Eldemir’in 14
yıllık cezasını onayladı’, s. 6.
[42]
Gunter, s. 107.
[43]
İskender Songur (1984, 24 Ağustos), ‘Ermeni papaz salıverilsin’, Milliyet, s. 5.
[44]
Tchilingirian, s. 24.
[45]
Türkiye Ermenilerinin 100 yıllık hikâyeleri göz önüne alındığında bu yalnızlık,
sadece Yergatyan’a özgü değil, tüm toplum için geçerlidir. Bu
yalnızlaş(tır)manın aşamaları için bkz. Ayda Erbal ve Talin Suciyan (2011, 29
Nisan), ‘One Hundred Years of Abandonement’, Armenian Weekly, http://armenianweekly.com/2011/04/29/erbal-and-suciyan-one-hundred-years-of-abandonment,
Son Erişim Tarihi: 2 Ekim 2015 (Türkçesi için bkz. (2015), ‘Yüzyıllık Terk
Edilmişlik’, çev. Ayşe Günaysu, şerhh,
1, s. 122-32).
[46]
Küçük, s. 6; Dink, s. 12; Tchilingirian, s. 24.
[47]
Milliyet (1985, 18 Şubat), ‘Silahlı papaz olayı’, s. 6; Özkan Altıntaş (1985, 3
Mart), ‘İşte 3 caninin hocası papaz Hayko’, Hürriyet,
s. 1, 13.
[48]
Küçük, s. 53-4.
[49]
Verduyn; Ali Fuat Duatepe (1988, 2 Nisan), ‘Ermeni papaz Hayko tutuklandı’, Milliyet, s. 7.
[50]
Tchilingirian, s. 24.
[51]
Agos (2004, 20 Şubat), ‘Yergatyan’ı kaybettik’, 412, s. 1.
[52]
Tchilingirian, s. 24.
[53]
Küçük, s. 6.
[54]
Cumhuriyet (1982, 8 Eylül), ‘Ermeni terörist için karar: İdam’, s. 9;
Cumhuriyet (1982, 6 Ekim), ‘Ekmekçiyan: Ermeni milletinin düşmanı ASALA’dır’,
s. 11; Süreyya Oral (1982, 11 Eylül), ‘İdam mahkumu Ekmekçiyan bağışlanmasını
istedi’, Milliyet, s. 9; Milliyet
(1982, 6 Ekim), ‘Ekmekçiyan: Bin kere pişmanım’, s. 6. Ekmekçiyan’ın “itiraf”ta
bulunduğu davanın dünya basını tarafından nasıl görüldüğü bile gazetelere haber
olabilmiştir. Nuri Çolakoğlu (1982, 9 Eylül), ‘’İngiliz basını, Ekmekçiyan’ın
duruşmasını yorumsuz verdi’, Milliyet,
s. 9. Daha sonra Ekmekçiyan’ın ifadelerine yapılan eklemeler, “PKK’nın Ermeni
örgütü olduğunun” kanıtı olarak da sunulmuştur. Milliyet (1984, 14 Ekim),
‘Ekmekçiyan, “Apocularla işbirliği yaptık” demişti’, s. 7.
[55]
Milliyet (1982, 28 Ekim), ‘Ermeni papaz Eldemir’in tahliye isteği reddedildi’,
s. 7; Cumhuriyet (1982, 28 Ekim), ‘Ermeni papaz yargılandı’, s. 11.
[56]
Dink, s. 12.
[57] Hrant Dink (1997, 12 Eylül), ‘Tuvalet Korosu’, Agos, 76, s. 12; Günay Göksu Özdoğan,
Füsun Üstel, Karin Karakaşlı ve Ferhat Kentel, Türkiye Ermenileri: Cemaat-Birey-Yurttaş, İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınları, s. 411-12; Günay Göksu Özdoğan ve Ohannes Kılıçdağı
(2011), Türkiye Ermenilerini Duymak:
Sorunlar, Talepler ve Çözüm Önerileri, İstanbul: TESEV Yayınları, s. 20.
[58]
Yetvart Danzikyan (2012, 2 Nisan), ’12 Eylül ve 11 Ermeni…’, Radikal, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yetvart_danzikyan/12_eylul_ve_11_ermeni-1083629, Son Erişim Tarihi: 11
Eylül 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder