15-16
yaşlarındaydım. Bir yaz günü öğleden sonrası Çeşme'de babamla avare avare
turluyorduk. Limanın karşısındaki kahvehanenin önünden geçerken babam başıyla
dışarıda oturanlardan birini işaret etti: "Bak oğlum, burada kim
var?" Gösterdiği tarafa baktım. Ayak ayak üstüne atmış, gayet havalı, efe
tavırlı bir adam oturmuş sigara içiyor, denizi seyrediyordu. Ona olan
bakışlarımızı hissetmiş olacak ki yanından geçerken o da bizi şöyle bir süzdü.
İşte o an elim ayağım çözüldü, adımlarımı şaşırdım. Bizim büyük kaptanın
yanından geçiyordum, boru mu? O büyük kaptan sendin Mustafa abi. Hiç de
garipsememiştim sigara içmeni. Zaten her fırsat bulduğunda Cruyff da
tüttürüyordu, gazetelerde okuyorduk. Senin Cruyff’tan ne eksiğin vardı?
Fiyakalı abim.
Bir keresinde
de bin dokuz yüz seksenlerin başında Tariş depolarına doğru Alsancak Stadı’nın
yanından yürürken, takımı antrenmandan kulüp binasına getiren minibüsün yanında
görmüştüm seni. Toprağı bol olsun annemin memleketlisi antrenör Ömeragiç
kulağını çekiyor, sen de gülüyordun. Diğer futbolcular da gülüyordu tabii.
Hatta ben de gülmüştüm yanınızdan geçerken. Sonraki yıllarda gazetelerde
okumuştum. Meğer kamp yaptığınız yerde
hoca sizi krosa yollamış, yarışın ortalarında diğer futbolculardan ayrılıp bir
arabaya atlamış, finiş çizgisinin yakınlarına gelince de arabadan inip gruba
orada katılmıştın. Tabii Ömeragiç yutmamıştı bunu. Ketenpereye gelmemişti.
Kaçın kurrasıydı Gospodin. O gülüş o zamana mı ait şimdi hatırlamıyorum. Sen ne
kabahat yaparsan yap yakışırdı, yakışmasa da biz yakıştırırdık. Kurnaz abim.
Atatürk
Stadı’nda bir Beşiktaş maçındaydık. Kapalıda tezahürat yapıp seni tribünlere
çağırmıştık. Çiçekleri sana doğru savurduktan sonra Beşiktaşlıların olduğu
tarafta da bir vaveyla kopmuştu. "Niye şamata yapıyor bu herifler?"
diye düşünürken şaşkınlıktan küçük dilimizi yutmuştuk. Beşiktaşlılar da seni
yanlarına çağırıyordu. Rakip bir futbolcunun tribünlere çağırılması çok nadir
olaylardandı. Üstelik Beşiktaşlılar bizden daha fazla bağırmıştı, kıskanmıştık.
Onları da kırmamış, Beşiktaş tribünlerinin önüne gitmiştin. Sağ elini göğsüne
götürüp başını eğmiş, afilice bir temenna çakmıştın. Rakip tribünler alkıştan
yıkılmıştı. Kalender abim.
Atacağın her
korner öncesi penaltı bulmuş gibi seviniyorduk. Yetmiş dokuzdaki Fenerbahçe
maçında bir karambol anında topu tribünlere yollayıp “Topu geri vermeyin,” diye
kapalıdakilere tembihlemiştin. Onlar da maçın topunu vermemişler ham hum
şaralop yapmıştı. Hakem baktı bu iş böyle olmayacak, yedek topu istedi.
Malzemecimiz Kör Coşkun kaşla göz arasında senin antrenmanlarda kullandığın
Mikasa topu yuvarladı. Ve bir korner atışında topa öyle bir falso verdin ki,
bizim Zagor Zafer’in tam kafasına doğru süzüle süzüle gelirken gol olacağını
hissetmiştik. Maçın bitmesine birkaç dakika kala da rahmetli Bora’ya bir ara
pası, sonrası tevatür. Gözümün nuru abim.
Kimi maçlarda
resmen yürüyüp etrafa bağırıp çağırmakla yetinirdin. Kaybettiğimiz maçlarda da
bir punduna getirip kırmızı kart görmeyi ihmal etmezdin. Fakat hiç umulmayacak
bir anda güzel bir hareket yapar ya gol atar ya da attırırdın. Seksen ikideki
başka bir Fenerbahçe maçında skorboard tarafındaki kaleye neredeyse orta
çizgiden attığın serbest vuruşu kaleci Yaşar içeri alsaydı, belki de yüzyılın
golü olurdu. Zımba gibi, roketatar mermisi gibi. Ya ondan bir sezon önceki
Trabzon maçında yatarak attığın vole. Şenol Güneş tüm gücüyle köşeye uçmuştu da
kurtaramamıştı. Son senelerinde deniz feneri gibiydin. Ortalığı sürekli
aydınlatmaktansa arada sırada bir görünüp bir kaybolan ateş böceklerine
benziyordun. Aslan abim.
Seni herkes
seviyordu Mustafa abi, ama biz başka türlü seviyorduk. Sen Altaylı Büyük
Mustafa’ydın, kaptandın ve Mustafaların birincisiydin. Çıkış tünelinde kimi
zaman elinde bir buket çiçekle en önde sen çıkardın. Yaşı en ufak Mustafa’ya
küçük, ortancaya Miço, sana da büyük demiştik.
Miço sağ açıkta, sen sol açıktaydın. Ve seksen üçte ilk defa birinci
ligten düştüğümüzde sana da yavaş yavaş yol görünecekti. Kalsaydın, gitmeyeydin
iyiydi be abim.
Ve geçen otuz
küsur seneden sonra her alt lige düştüğümüzde, kurtarıcı olarak önce senin adın
aklımıza geldi. Almanya’ya, İran’a, Azerbaycan’a bile gitmiştin de bize hiç
uğramadın. Ateş almak için bile gelmedin be abim.
Duyduk ki
yine Galatasaray’ı çalıştıracakmışsın, şampiyon yapacakmışsın. Başarı senin
alnına yazılmış, en çok sana yakışır be abim.
Fakat
diyeceğim o ki, hani bir gün aklına eser de çıkıp bize gelirsen, biz evde yokuz
be abim. Yanlış anlama, sana tavır yaptığımızdan değil de, ev mev falan kalmadı
ortada. Ne Alsancak Stadyumu kaldı, ne eski kulüp binası. Yerle yeksan ettiler,
başımıza yıktılar be abim.
Sitem
ediyorsam eğer, iki gözüm önüme aksın. Eğer mümkünse şu zehir dolu bardak
bizden uzaklaşsın, gayya kuyusundan kurtulalım. Yine de bizim gönlümüz değil
senin gönlün hoş olsun. Canın sağ olsun be abim, canın sağ olsun.
Orhan Berent
2 yorum:
Gözlerim dolarak okudum, yüreğine sağlık Orhan Berent
Gözlerim dolarak okudum, Teşekkürler Orhan Berent
Yorum Gönder