Geçtiğimiz yıl bir anda Çanakkale Zaferi’ni Ermeni
Soykırımı’nın 100. yıldönümüne denk gelecek şekilde 24 Nisan’da anmaya karar
veren hükümetin bu yıl icat ettiği gelenek 100. yılında Kut’ül Amare Zaferi’ni
kutlamak oldu. 29 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumların da katkılarıyla ülke çapında
sempozyumlar, belgeseller ve sergilerle I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın
kazandığı bu zafer anılacak. İlk törenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla 29
Nisan’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacağı kutlamalar, 1
Ekim’e kadar devam edecek.
Kut Zaferi'nin ardından çizilen bir Alman karikatürü |
Söz konusu kuşatma, Aralık 1915’ten başlayarak
yaklaşık 145 gün sürmüş ve nihayetinde Osmanlı güçlerinin Bağdat yakınındaki
Kut’u, şehirdeki 277 İngiliz ve 204 Hindistanlı subayın yanı sıra yaklaşık 13
bin askerle birlikte ele geçirmişti. Yaklaşık 2 bin askerin karşılıklı değişiminin ardından Britanya kuvvetlerindeki askerler Bağdat’a sevk edilmişti.[i]
Britanya kuvvetlerinin I. Dünya Savaşı’nda aldığı en ağır yenilgilerden biri
olan Kut kuşatması sırasında, şehirde bulunan orduyu kurtarmak için yardıma
gelen Britanya orduları da 23 bin kayıp vermişti.[ii]
Bu yenilgiyle birlikte, İngiliz güçlerinin ‘kolayca ele geçirmeyi hedeflediği’
Bağdat’ın el değiştirmesi yaklaşık bir yıl gecikmiş ve Britanya’nın
Çanakkale’nin ardından Irak’ta da başarısızlığa uğraması savaşın seyrine ve
Müslüman koloni politikalarını dair önemli kuşkulara sebep olmuştu.
Osmanlı açısından bu parlak zaferin bir de karanlık
yüzü var elbette. Kuşatma sırasında şehre gidebilecek her türlü yardımın
kesilmesi sonucu, şehirde Nisan ayında ciddi anlamda kıtlık baş göstermiş ve
Britanya birliklerine ait atların kesilip yenilmesinden başka çare bulunamamıştı.
Fakat Müslüman ve Hindu Hindistanlı askerlerin inançlarından ötürü at eti
yememeleri, bu gruplar arasında ciddi salgınların baş göstermesine sebep oldu.[iii]
Osmanlı güçleri şehrin kontrolünü tamamen ele aldığı Mayıs ayında ise, bir
Hıristiyan din adamının raporuna göre, İngilizler için sadece çeviri yapan veya
İngilizlere çeşitli şekillerde yardım ettiği düşünülen şehrin Yahudi ve Arap
sakinleri yargılanarak asılıyordu. Bir subay da şehirdeki tüm ağaçlarda
cesetlerin asılı olduğunu ve şehir nüfusunun yarısının öldürüldüğünü iddia
ediyordu.[iv]
Esirler ise Kut’tan Bağdat’a kadar yürümeye
zorlandı. Bağdat’a ulaşmalarının ardından, Enver Paşa, onları ziyaret etmek
için şehre geldi ve ‘sıkıntılarının artık son bulduğunu’ duyurdu. Paşa,
esirlere ‘Sultan’ın özel konukları’ olduklarını söylese de, tarihçi Eugene
Rogan’a göre, Sultan’ın misafirleri arasında ayrım yaptığı kısa süre sonra
belli olacaktı.[v] İngiliz
ve Müslüman Hindistanlı subaylar, çok daha iyi muamele görürken, düşük rütbeli
askerler ve Hindu subaylar, Suriye’ye, Ermenilerin ölüm kamplarının olduğu
bölgelere doğru yola çıkarıldılar. Bu esirler, yolda katliamlardan kurtulan
Ermeni çocuklara, boşaltılan Ermeni köylerine rastlayacak ve Ermenilerin
kaderlerine yakından tanık olacaklardı.[vi]
Kut esirlerinden bir Hint askeri (Kaynak: Eugene Rogan) |
Esir askerler, Ermenilerin ‘sevkiyatı’nda olduğu
gibi, yaşamlarını sürdürmeleri için tüm temel ihtiyaçlardan yoksun halde yaklaşık
700 kilometre yürütüldüler ve bölge aşiretlerinin ve köylülerinin saldırılarına
uğradılar. Adeta yaşamaları için de hiçbir şey yapılmıyordu. Esir alınan askerden en az 4,200’ü bu sevkiyat sırasında öldü veya
öldürüldü.[vii]
Hayatta kalan esirler, Bağdat’a ulaşması planlanan
demiryolu inşaatında çalıştırıldılar. Öldürülen veya kamplara gönderilen Ermeni
işçiler yerine,[viii] Hintliler
çoğunlukla Resulayn’da görev alırken, İngilizler daha çok Toros ve Amanos
tünellerinde çalışmaya zorlandılar. Krikor Balakyan, Bahçe Tren İstasyonu’nda
bu esirlere rastlayacak ve onları ‘kamburları çıkmış, giysileri paçavraya dönmüş, kir,
toz içinde ve iskelet haline gelmiş’ bulacaktı:[ix]
‘‘- Aranızda Ermeni var mı? – Bize bir parça ekmek verin. Günlerdir bir şey yemedik.’ İngilizce konuştuklarını duyduğumuzda serseme döndük. Onlar İngilizlerdi. Kaderimizi paylaşan uzaktan arkadaşlarımız, bize ekmek soruyorlardı. Ne ironi ama, gerçekten!’
‘‘- Aranızda Ermeni var mı? – Bize bir parça ekmek verin. Günlerdir bir şey yemedik.’ İngilizce konuştuklarını duyduğumuzda serseme döndük. Onlar İngilizlerdi. Kaderimizi paylaşan uzaktan arkadaşlarımız, bize ekmek soruyorlardı. Ne ironi ama, gerçekten!’
Kut'ta Britanya kuvvetlerinin Osmanlı Ordusu'na teslim oluşunu tasvir eden bir resim |
‘Kut’un
fatihi’, soykırım faili
Erdoğan, bir gün önce söz konusu töreni duyururken
sözlerine şu satırları da ekledi: ‘Bu büyük zaferin kahramanlarını Süleyman
Askeri’yi, Nurettin Paşa’yı, Halil Paşa’yı rahmetle, saygıyla, minnetle yad
ediyorum.’[x]
Cumhurbaşkanı’nın ‘rahmet, saygı ve minnetle yad ettiği’ bu ‘milli
kahramanların’ sicilleri devlet adına bir hayli ‘parlak.’ Süleyman Askeri,
İttihat-Terakki’nin önemli komitacılarından ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın
kurucularından. Nurettin Paşa, nam-ı diğer Sakallı Nurettin ise 1921 Koçgiri
İsyanı’nın ‘namlı katil’ Topal Osman’ın yardımıyla büyük bir sertlik bastıran,
Pontus Soykırımı’nın bir numaralı faili, İzmir’in yeniden Türk kuvvetlerinin
eline geçmesinin ardından şehrin gayrimüslim mahallelerini ateşe veren, İzmir
Rum Metropoliti Hrisostomos ile Ali Kemal’i linç ettiren komutan.
Halil (Kut) Paşa ise Enver Paşa’nın kendisinden bir
yaş küçük amcası. I. Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’da görev alırken, Nisan
1915’te V. Kuvvet-i Seferiye’nin başına getirildi ve İran Azerbaycanı’na
yapılacak seferi yönetme görevi verildi. Fakat Dilman’da General Nazarbekov
yönetimindeki VI. Bölük ile Antranik Paşa’nın gönüllü birliklerine yenilince,
Başkale’ye doğru çekilmek zorunda kaldı. Bu bölgede de alınan yenilgilerle geri
çekilen Halil’in emrindeki kuvvetler, Van’da Ermenilere karşı katliamlara
giriştiler.[xi]
Bitlis’te de aynı şiddeti devam ettiren birlikler, vilayetin 218 bin Ermeni
nüfusunun neredeyse tamamını iki ay içinde yok ettiler.[xii]
Halil (Kut) Paşa |
Ocak 1916’da Irak’taki VI. Ordu’ya kumandan
atanmadan önce, bölgedeki Ermeni katliamlarını düzenlemek için güneye inen
Halil Paşa, Temmuz 1915’te Urfa’daydı. İsviçreli Peder Jacob Künzler’in raporuna
göre, bölgeye çeteci Çerkes Ahmet’le gelen Paşa, şehrin ‘yumuşak’ yönetimini
tersine çevirmiş, tutuklu bulunan Ermeni ileri gelenlerin bağlı ve yaya olarak
Diyarbekir’e gönderilmesini sağlamıştı. Sonrasında Halil Paşa, şehrin
boşaltılmaması ve Diyarbekir’e gönderilenlerin sağ salim varması vaadiyle,
Ermenilerden 1300 lira almış ve bu sır açığa çıkacak olursa Urfa’nın bütün
Ermenilerini sürmekle tehdit etmişti. Fakat elbette ki bu sözleri yerine
getirmedi. Ayrıca Künzler’e göre, Halep’ten sözde Diyarbekir'deki mahkemeye gitmek üzere yola çıkarılan iki Ermeni mebusu Krikor Zohrab ve Vartkes Serengülyan’ı da Çerkes Ahmet’e
Halil Paşa öldürtmüştü.[xiii]
Kasım 1915’te ulaştığı Musul’dan bu kez Alman Konsolos Yardımcısı Holstein
şunları bildirecekti:[xiv]
‘[Halil Paşa’nın] Kurmaylarından bir albay biraz
önce bana Musul’da da Ermenilerin başının ezilmesi gerektiğini ve bunu
kendisinin yapmak istediğini söyledi; benim engel olmama da izin vermeyecekmiş;
Almanlar Türklerin dostluğuna ihanet ediyormuş, çünkü Ermenileri kurşuna
dizmelerine engel olmak istiyormuşuz.’
Holstein’ın uyarılarına rağmen, Musul’da da Halil
Paşa’nın emrettiği bir Ermeni katliamının önüne geçilemedi. Nihayetinde, savaş
sonrasında Divan-ı Harbi Örfi'de yargılanmak üzere diğer önde gelen
İttihatçılarla beraber tutulduğu Bekirağa Bölüğü’nde kendisini ziyaret eden
Britanyalı bir bahriye zabitine, kurbanlarının sayısının ‘Aşağı yukarı 300 bin
Ermeni. Saymadım... 50-60 bin Arap... 13 Yahudi...” olduğunu söylediği iddia
edilecekti.[xv]
Bekirağa Bölüğü’nden kaçırılarak Anadolu’ya
geçirilen Halil Paşa, Milli Mücadele’ye destek için Sovyetler Birliği’yle
görüşmeleri yürüttü. Ardından Cumhuriyet döneminde önemli bir görev almayan
Kut, ‘Kut’ül Amare Zaferi kahramanı’ olarak bazen gazetelerde boy gösterdi. Bu
söyleşilerden birinde, II. Dünya Savaşı sırasında da Sovyetler Birliği’nin
muhakkak yenilmesini istediğini ve bunun olmaması durumunda ‘dünyanın büyük bir
müşkülle karşı karşıya kalacağını’ düşündüğünü dile getirmişti. Hatta bu
hususta, Hitler’e bir telgraf ulaştırmayı ve İngiltere’yle ittifak yapması
gerektiğini tavsiye etmeyi ihmal etmemişti.[xvi]
Ali İhsan (Sabis) Paşa
Ali İhsan Paşa, Kuvvet-i
Seferiye’de Halil Paşa’ya birlikte görev alırken, Kut’a kadar onunla benzer
güzergahı izledi. Bu güzergah üzerindeki Hıristiyanları katlederek yoluna devam
eden İhsan Paşa’nın hedefinde tehcir edilen Ermeniler de vardı. Temmuz 1915’te
Erzurum’dan gelen 7 bin Ermeni’nin katledilmesini emretmiş ve ölüleri Dara’daki
Bizans sarnıçlarına attırmıştı. Ardından Ağustos ayında, Nusaybin’deki Ermeni
ve Süryani erkeklerini tutuklatmış ve aynı gün Hıristiyan kadın ve çocukların
ölüm emrini vermişti. Daha sonra, Halil Paşa’yla birlikte geldikleri Musul’da
yaşanan amele-asker ve sivil katliamlarının baş sorumlusu olmuştu. Kendisiyle
Musul’da görüşen Alman Sefareti askeri papazı Teğmen von Lüttichau’nun
aktardığına göre, kendisi yetki alanındaki bölgede tek bir Ermeni’yi bile sağ
kalmasına izin vermeyeceğini açıkça belirtmişti.
1917’de Bolşevik
Devrimi’yle tüm cephelerden hızla çekilen Rusya’nın yarattığı boşluk,
Pantürkizm’in ateşini yeniden alevlendirince, Ali İhsan Paşa Kuzey İran’a
konuşlanan kolordunun başına atanacaktı. Bu kolorduyla ele geçirdiği Van’da
bulunan Ermeniler ve Gürcülerin ‘temizlenmesi’ emrini vermiş ve Dilman, Urmia,
Salmast ve Khoy’da Ermeni, Süryani ve Nasturilerin katledilmesinde hiçbir beis
görmemişti. 11 Ağustos 1918’de Tebriz’e girdiğinde kendisini karşılamaya gelen
Ermeni heyete yaptıklarını tüm açıklığıyla anlatacaktı: ‘Urmia, Salmast ve Khoy
Ermenilerinin Müslümanlara ne kadar acı çektirdiklerini biliyorsunuz. Biz de
bunun karşılığını Khoy’daki Ermenileri öldürdük ve Maku Ermenilerinin
katledilmesi için emir verdim.’
Ali İhsan (Sabis) Paşa |
Kuzey İran ve Azerbaycan
işgali, bölgenin yüzlerce yıllık Ermeni mirasına çok ciddi bir darbe indirmişti.
Bölge Ermenileri ya katledilmiş ya da bölgeden kaçmak zorunda bırakılmıştı.
Tebriz Ermeni Başepiskoposu Tangian, Ali İhsan Paşa’yla bu konuda görüşmeye
gittiğinde, Paşa’nın ağzından büyük bir soğukkanlılıkla şu cümleler
dökülecekti: ‘Yarım milyon dindaşınızı katlettirdim. Eğer arzu ederseniz size
bir bardak çay ikram edebilirim.’ Paşa’nın tehdit ettiği sadece Ermeniler
değildi, bölgede Ermenilere sığınak sağlayan hanları bundan nasibini alacaktı.
Bu hanlardan kendisine biat etmeyenlere saldırarak, en az 500 kişiyi
öldürtmüştü.
Azerbaycan seferi
dönüşünde Ali İhsan Paşa, Musul’a sığınmıştı. Burada da bir köyde yaptığı
katliam, İngiliz güçlerinin şehre el koymasına giden sürecin başlangıcı
olmuştu. Sonrasında İngiliz güçleri tarafından savaş suçlusu olarak tutuklanıp
Malta’ya gönderilecekti. Paşa için hazırlanan dosyada ona yöneltilen suçlar,
Van, Musul ve Urmia’da Hıristiyan katliamlarını bilfiil yönetmek ve Kut'ül
Ammare Kuşatması sonrası ele geçirilen İngiliz savaş esirlerini öldürtmekti. Ayrıca,
Ali İhsan Paşa 1915 Nisanı’nda Dilman’da Osmanlı ordusunun yenilmesinin
ardından Van’daki Ermenilerin öldürülmesi, Haziran’da Hakkâri’de 3.300 Nasturi
ile 700 Ermeni’nin topluca katledilmesi, Temmuz’da Urmia’da Fransız misyonuna sığınan
620 köylünün öldürülmesi ve Eylül 1915’te Musul’da 270 sivil Ermeni'nin öldürülmesi
olaylarının faili olarak görülüyordu. Fakat Malta’da devam eden yargılama
sürecinin ‘boşluklar’ından faydalanarak Haziran 1921’de adadan kaçmayı
başaracaktı.
Türkiye’ye döndüğünde
Milli Mücadele’de aktif olarak görev aldı, fakat Batı Cephesi komutanlığına
kendisinin kıdem olarak altında yer alan İsmet (İnönü) Paşa’nın atanmasıyla
birlikte ordu içinde ciddi sorunlar yarattı. Bunun üzerine, Meclis kararıyla
askerlikten emekli edildi. Paşa’nın bir kez daha gündeme gelişi II. Dünya
Savaşı’yla birlikte olacaktı. Bu dönemde çeşitli gazetelerde askerlik konusunda
yazılar yazmış ve Nazilerin ilerleyişini coşkuyla selamlamıştı. Türkiye’nin
Hitler Almanyası’na savaş ilan etmesiyle, İhsan Paşa, Cumhurbaşkanı İnönü’ye
suçlayıcı imzasız mektuplar göndermeye başlamıştı. Bundan dolayı tutuklanacak
ve 15 ay ağır hapis cezasına çarptırılacaktı. 1950 yılında Demokrat Parti
iktidara geldikten sonra çıkartılan af kanunu ile siyasi haklarına kavuşmuştu
ve nihayetinde 1954’te DP Afyonkarahisar milletvekili olarak TBMM’deki yerini
alacaktı.
Emre Can Dağlıoğlu
[i]
Eugene Rogan (2015), The Fall of the
Ottomans, New York: Basic Books, s. 267.
[ii]
Rogan, s. 264.
[iii]
Rogan, s. 263.
[iv]
Rogan, s. 268.
[v]
Rogan, s. 270.
[vi]
Bu yolculuk, sonrasındaki esir hayatı ve bölgedeki Ermenilerin durumuna dair
Hindu bir askerin tanıklık için bkz. Amitav Ghosh (2015), ‘Paylaşılan Acılar:
Hintliler ve Ermeniler Ras al-‘Ain Esir Kamplarında (1916-1918)’, Birikim, http://goo.gl/2S9m8h, Son Erişim
Tarihi: 28 Nisan 2016.
[vii]
Rogan, s. 272.
[viii]
Grigoris Balakian (Krikor Balakyan) (2009), Armenian
Golgotha, New York: Alfred A. Knopf (Kindle), s. 711.
[ix]
Balakian, s. 710.
[x]
T24, ‘Erdoğan: Kut'ül Amare zaferini tarihten kazımaya çalıştılar, yarın resmi
anma yapacağız’, http://goo.gl/QqXQfe, Son Erişim Tarihi: 28 Nisan 2016.
[xi]
Vahakn N. Dadrian (2005), Türk Kaynaklarında
Ermeni Soykırımı, İstanbul: Belge Yayınları, s. 60.
[xii] Raymond Kevorkian (2011), The Armenian Genocide: A Complete History, New York ve Londra: I.B. Tauris, s. 339.
[xiii]
Wolfgang Gust (der.) (2010), Ermeni
Soykırımı 1915-16: Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşiv Belgeleri,
İstanbul: Belge Yayınları, s. 371-72.
[xiv]
Gust, s. 527.
[xv]
Taylan Sorgun (1972), Bitmeyen Savaş,
İstanbul: Yenigün Yayınları, s. 241’den aktaran Dadrian, s. 61
[xvi]
Milliyet (1950, 7 Ağustos), ‘Eski komutanımız vaziyet için ne diyor’, s. 2.