Nisan
2013’te, Levent Cantek’in yazdığı Dumankara üzerinden, Raffi Abi’yle eski
Ankara’yı ve o Ankara’nın kabadayılarını konuşmuştum. Yazıya koymamışım ama laf
arasında onun kabadayılık alemine hiç ilgisi olup olmadığını sormuştum. ‘Masalarına
oturmak, içkilerini içmekten başka bir ilgim yoktu’ dedi, sonra da ekledi: ‘Ama
benden de çekinirdi insanlar. Deli fişektim, gözü karaydım, ne yapacağımı kimse
kestiremezdi. Bu yüzden de kimse Ermeni olduğuma inanmazdı. Delibozuğum diye öyle
lakap takmışlar sanırdı insanlar.’ Bu bıçkın deli fişeği, Ankara’nın en güzel
abisini dün kaybettik. Anısı burada da yaşasın istedik.
Dumankara’nın
anlattığı Ankara’yı ve Ankara kabadayılarını, bir de “has Angaralı”ya, Rafael
Demircan’a soralım dedik. Geçtiğimiz sene Rober Koptaş’ın yaptığı röportajla
öğrendiğimiz ve yazın Ankara’sına geldiğinde tanışma fırsatı bulduğumuz Raffi
Abi’nin ailesi, Ankara’ya 30 kilometre uzaklıkta bulunan, şimdilerde Yenikent
diye anılan İstanoz kasabasından. 1917-18’de Ankara’ya göçüyorlar ve Ankara’da
‘kalabilen’ diğer Ermenilerle birlikte Ulus’un Hacıdoğan Mahallesi’nde
gettolaşıyorlar. Rober Koptaş’ın röportajını okuyanlar veya kendisiyle
tanışanlar bilir, Raffi Abi zamanın (halen de öyle) bıçkın delikanlılarından.
Bir zamanlar Ankara’nın merkezi olan, fakat giderek eskiyen Ulus’un ekmeğini
yemiş; hastaneler kurulunca yok olan, ‘delikanlıların harman olduğu’
Hacettepe’nin suyunu içmiş halis muhlis bir “Keçiören bebesi.”
Dumankara’nın
da başladığı 1916 Yangını’yla başlıyoruz sohbete. Dedesi 1915’te öldürüldüğünden
ve ailede başka büyük olmadığından, detaylı olarak bilmiyor o büyük yangında
neler yaşandığını. Sonrasında birlikte yaşadığı Ermenilerin de, Musevilerin de
konuşmaktan çekindiğini söylüyor. Yine de gayrimüslimlerin hafızalarında büyük
bir travma anı olarak mimlenmiş işyerlerinin 2-3 saat içinde tamamen yok
edilmesi.
Raffi
Abi, 1948 doğumlu. Dersleri kötü gidince orta ikide bırakmış okulu.
Tezgahtarlığa başlamış Ulus Anafartalar Çarşısı’nda. Ankara’nın kabadayısı bol
o sıralarda ama “en meşhuru Kürt Cemali’ydi” diyor. Haldun Taner’in Keşanlı Ali
Destanı’nı yazarken esinlendiği kabadayı. Altındağ’a, Bentderesi’ne,
Yenidoğan’a, Atıfbey’e ‘nam’ salmış Kürt Cemali, 60’larda bir hesaplaşma
sırasında Kabadayı Mehmet’in adamları tarafından öldürülüyor. O adamlardan
birisi de Dündar Kılıç. “Onu öldüren, gitti İstanbul’un kabadayısı oldu” diyor
Raffi Abi.
Raffi
Abi, 1965-75 yılları arasını, “Bizim de merakla takip ettiğimiz abilerimiz
vardı” diye başlıyor anlatmaya: “Her semtin böyle isim yapmış insanları vardı
ama mafya gibi değillerdi. İcap eden yerde gözünü budaktan esirgemeyen yürekli
insanlardı. Biz de Hacettepeli Karagöz Kemal Abi’yi görmeye Hamamönü’nde
Havuzlu Kahve’ye gidiyorduk.” Karagöz
Kemal, Levent Cantek’in senaryosunu yazdığı Mor Menekşeler’deki Hayali Ömer.
Namı babasının hayaliliğinden, Hacettepespor’un efsanevi sol açığı, Kürt
Cemali’nin postuna oturanlardan ama yumuşak huylu olduğundan işleri
yürütememiş.
Buradan
Hacettepe Mahallesi’ne geçiyor Raffi Abi, “Çok güzel evler vardı” diyor ve
devam ediyor: “Babası olmayan ama abisi sevilen, sayılan Hacettepe
delikanlılarından olan bir arkadaşıma kalmaya giderdim. Tek katlı, bahçeli,
banyosu dışarıda güzel evleri olan güzel bir mahalleydi.”
Keçiörenli
kabadayılardan da bahsediyor. Altındağlılarla iyi geçinirlermiş, işlerinde
güçlerinde, aileye, eşe dosta yanlışları olmayan, saygılı, terbiyeli, yiğit
insanlarmış. “Keçiören’in meşhur Gazino Durağı’na onları görmeye giderdik,
bizim gazinonun lokalinde masalarına oturur, onları dinler, ufak ufak içerdik.
Bizimle konuştuklarında çok sevinirdik” diyor.
1970’lerde
işin içine sağ-sol çatışması girince işler büyümüş, 1980 Darbesi’yle devlet her
şeye el koyduğu gibi bu duruma da el koymuş ve kabadayılık işini bitirmiş.
Raffi Abi, “Onlardan geriye sadece devlet destekli kabadayılar kaldı, onlar da
mafya oldular” diye anlatıyor.
Dumankara’da
bir vukuatla ‘nam’ salan veya ‘nam’ salmak için vukuata bulaşan ama “su
testisi, su yolunda kırılmayan” bıçkın delikanlıları soruyorum Raffi Abi’ye.
“İlla ki vardı” diyor ve ekliyor: “Bir adamı bıçakla veya bir tabanca yakalat,
1-2 ay yat, çık, biraz da bu yollarda bezin olsun, ismin yayılırdı etrafa.”
Dumankara’daki gibi bu yolda gencecik yaşta ömrünü tüketen Çinli Recai’yi
anlatıyorum, aklına bir arkadaşı düşüyor Raffi Abi’nin ve başlıyor anlatmaya:
“1964-65’te 15 yaşında Cebecili bir arkadaş tanıdım. O zamanlar Cebeci’de top
oynardı, sonra Ispartaspor’a transfer oldu. 1,90 boyunda dağ gibi bir oğlandı.
Askerden sonra 1970’lerde sapıttı. İçki, kumar ne ararsan vardı. İç Cebeci’yi
tokatlamaya başladı. Her gün bana uğrardı, birlikte pavyonlarda takılırdık. Ben
yeni evliyim o sırada, baktım pavyonda da olay çıkartıyor, “bir daha bana
gelme” dedim, kestim ilişkimi. Ama ara sıra gelip borç alırdı. O zaman, benim Cebeci’de
dükkanım vardı. Ben geç giderdim. Bir sabah gelip işçimden zorla para almış.
Bir geldim çocuk titriyor korkudan. Ortak bir arkadaşımıza anlattım, “bir
dahakine gelip benden istesin” dedim. Bir hafta sonra tekrar aynı şeyi yapmış.
Bu sefer haber saldım bir daha gelirse vururum diye. Akşamları geç kapadığımı
bilirdi. Bir gün müşteriler varken geldi. Her zaman sarhoş gezerdi ama bu sefer
ayık. Tabancanın yerini bildiğinden, geldi, onun olduğun gözün önüne oturdu.
Müşteriler gittikten sonra, çıkardı borcu kadar olan parayı önüme koydu. Neyse
gülüştük, sarıldık, öpüştük ve gitti. Ertesi gün öğlen, dükkana bir geldim, tüm
Cebeci yas tutuyor. Bu benim arkadaş, tüm gece içmiş, geç saatte 5 katlı evinin
koridor boşluğundan düşüp rahmetli olmuş.”
Emre Can Dağlıoğlu